12.11.2023 - 07:00 | Son Güncellenme:
Dünya ekonomisine yön veren ülkelerin finansal politikaları 80’li yılların sonundan itibaren farklı bir yöne doğru evrilmeye başladı ve ekonomide ‘kar maksimizasyonu’ ülkelerin ana stratejisi oldu. 2000’li yıllarla beraber gelişen digital iletişim araçlarını arkasına alarak daha da güçlenen bu finansal yapıdan spor dünyası da etkilendi ve ‘sporseverin’ yerini hızla ‘müşteri’ kavramı almaya başladı. Özellikle popüler ve çok izlenen sporlarda artık her şey daha fazla para kazanmak ve kar elde etmek için yapılıyor. İşte bu noktada dengeler, altta kalan ve daha az popüler olanlar adına negatif anlamda ciddi şekilde bozuldu. Tenis sporu da bu durumdan fazlasıyla etkilendi ve 2023 yılına geldiğimizde ‘gelir adaletsizliği’ sıralamasında tüm sporlar içinde tenis en ön sıralarda yer alıyor. Ancak tenisteki bu ekonomik dengesizlik aslında tam bir paradoks çünkü tenis dünyanın en popüler ve takip edilen bireysel sporu. Ayrıca farklı mecraların yayınları ile artık çok daha kolay ulaşılabilir bir spor haline gelen tenis, popülerlik anlamında sürekli olarak büyümeye devam ediyor.
Peki nedir bu paradoksun sebepleri, biraz ona bakalım. Her şeyden önce tenis zaten yapısı gereği ekonomi ve finans ile çok bağlantılı bir spor. Çünkü küçük yaşlardan itibaren bir tenisçinin özellikle daha iyi yetişebilmesi ve eğitim alabilmesi için belirli bir bütçeye ihtiyaç duyuluyor. Dolayısıyla sporcunun ailesi veya bir sponsor tarafından finansal olarak desteklenmesi gerekiyor. Daha sonra 17-18 yaşına gelip profesyonel olduktan sonra da tenisçinin diğer sporlarda olduğu gibi transfer, yıllık ücret, sözleşme yapma veya sabit bir gelire ulaşma şansı bulunmuyor. Çünkü teniste sistem tamamen turnuva ödülleri üzerine dizayn edilmiş durumda. Sıralamada yukarılarda olduğunuz ve turnuva gelirlerinizi artırdığınız ölçüde ekonomik olarak rahatlama şansınız var. Eğer bunu başaramazsanız gelecek yılların önünüzde bir belirsizlik yumağı halinde durduğunu görüyorsunuz.
Yıllık sezon takvimi ise bir başka sorun olarak karşımıza çıkıyor. Tenis takvimi yılın 11 ayında, neredeyse her hafta dünyanın başka ülkesinde düzenlenen farklı çaplarda turnuvalardan oluşuyor. Bu da her hafta seyahat ve konaklama masrafı anlamına geliyor. İlk 100 sırada olan oyuncular için fazla problem yok ama örneğin sıralamada 290. olan bir oyuncu için bütün bu masraflar zorlayıcı olabiliyor. Bugün ilk 130 sıra dışında kalan daha alt sıralardaki profesyonel bir tenisçinin seyahat, otel ve ekipman masrafı yıllık 100 bin dolar civarında. Bu rakama tabii ki antrenör ve fizyoterapist ücretleri dahil değil. İlk 20 sıradaki oyuncular için milyon dolarlar söz konusu iken, 250. sıradaki bir oyuncu için 10 bin dolar bile önemli bir para olabiliyor. Çünkü maç esnasında sürekli olarak 1500 dolarlık seyahat, konaklama ve yemek masrafı aklınıza geliyorsa o zaman kendinizi tamamen tenise vermeniz ve başarılı olmanız pek mümkün olmuyor. Şu anda yeni nesil tenisçilerin yaşadığı problem tam olarak bu.
Finansal sonuçların yansımaları farklı şekillerde önümüze çıkıyor. Öncelikle aileler çocuklarının sadece tenise odaklanmasını riskli buluyorlar çünkü sonuçta gelecekte ciddi bir finansal belirsizlik durumu söz konusu. İkinci olarak maddi bariyerler genç tenisçilerin yetişmesini, üst sıralara çıkmasını engelliyor ve pek çok yetenek daha hiç fark edilmeden yok oluyor. Bugün kadınlarda ilk 100 sıralamasında olan oyuncuların %65’i 25 yaş ve üzerinde bulunuyor. Erkeklerde ise bu rakam %73. Bu iki rakam bile tenisin geleceğinin nasıl bir tehlike altında olduğunu açıkça gösteriyor.
Dolayısıyla daha fazla genç oyuncuyu sisteme kazandırabilmek adına üst ve alt sıralar arasındaki bu gelir adaletsizliği problemine global anlamda acilen sistematik bir çözüm bulunması gerekiyor.
İşte bu noktada devreye ekonomik politikalar ve ‘müşteri’ kavramı giriyor. Djokovic veya Nadal gibi rating ve pazarlama değeri yüksek olan sporcuların neredeyse her dakikası takip ediliyor, organizasyonlar yapılıyor, ürünler satılıyor, herkes çok mutlu görünüyor. Bunlar tabii ki tenisi sevdirmek adına belli bir oranda yapılması gereken şeyler ama alt tarafta olanların finansal dramına bu kadar kayıtsız kalmak gerçekten anlaşılır bir şey değil. Üst düzey oyuncular bu konuda proaktif davranıp destek kampanyaları yapıyorlar ancak bu soruna asıl çözüm bulması gereken dünya tenisini yöneten erkeklerde ATP, kadınlarda WTA gibi kurumlar sanki böyle bir problem yokmuş gibi davranmaya devam ediyorlar.
FON SİSTEMİ KURULMALI
2020-2021 pandemi döneminin tenis dünyasındaki en önemli konularından biri de alt sıralardaki oyuncuların finansal problemleri oldu. Çünkü yılın her haftasında turnuva olan ve dolayısıyla farklı konuları düşünme fırsatı vermeyen tenis takvimine pandemi arası verilince genç oyuncuların finansal problemleri daha fazla gündeme geldi ve Djokovic önderliğinde bir kampanya başlatıldı. Daha sonra Fransa Tenis Federasyonu ve farklı kuruluşlar da bu tenisçiler için yardım fonları oluşturdu.
Bu sürece kimi oyuncular destek verirken, kimisi karşı çıktı, mesela o günlerde Dominic Thiem ‘genç tenisçiler herhalde açlıktan ölmezler, dünyada bu kadar fakir varken gidip onlara yardım ederim’ dedi. Başka farklı oyuncular Thiem’e tepki gösterdi ve bu şekilde konunun asıl odağından hızla uzaklaşıldı. Genel anlamda bunlar kişisel bazda yapılan kampanyalar olduğu için ortaya çok farklı görüşler çıkabiliyor. Ancak gerçek olan bir şey var ki geleceği kurtarmak adına artık çok daha kurumsal ve kalıcı bir planlamanın yapılması gerekiyor çünkü kişisel çabalar sadece günü kurtarıyor. Ayrıca Thiem örneğinde olduğu gibi farklı görüşler ortaya atılıp konu, asıl merkezinden farklı noktalara çekilebiliyor.
Alt sıralardaki tenisçiler için kalıcı bir finansal sistem kurmak bu kadar mı zor, buna bir bakalım. ATP ve WTA’da 150-650 arasındaki sıralarda bulunan bin tenisçi (500 erkek-500 kadın) için bir fon oluşturduğumuzu düşünelim. Yukarıda da belirttiğim gibi bu seviyelerdeki tenisçilerin yıllık maliyeti ortalama 100 bin dolar civarında. Bunun 50 bin dolarının fon tarafından karşılanacağını planlarsak bin tenisçi için ortaya toplam yıllık 50 milyon dolarlık bir tutar çıkacaktır. Sadece Amerika tenis ekonomisinin 6 milyar dolar olduğunu, Avustralya’da Rod Laver Arena’nın 275 milyon dolarlık yenileme maliyetini düşünürsek bu fon tutarı dünya tenis ekonomisi için sadece bir ondalık kesir değeridir. Aslında sadece Amerika yıllık tenis ekonomisi rakamının yaklaşık % 1’ine denk gelen bir bütçeyi alt sıralardaki oyunculara aktarmak için global bir fon organizasyonu oluşturmak gerekiyor.
YENİ KUŞAKLAR GERİ KAZANILMALI
Belirli bir sıra-lamaya girdiği anda yıllık masrafının yarısının yönetim tarafından karşılanacağını bilmek genç oyuncuları mental olarak yukarı taşıyacaktır ve daha fazla tenise odaklanacak oyuncuların ne yapabileceklerini tahmin etmek çok zor değil. Özellikle majör turnuvalarda birçoğu ilk turda figüran olmaktan öteye gidemeyen yeni nesil oyuncuları bu şekilde ileriki turlarda daha fazla görebiliriz. Bu şekilde üst sıralardaki 20 yaş sınırındaki oyuncu sayısı da artacaktır.
Günümüzde 1995 sonrası doğanlar olarak adlandırılan Z ve Z sonrası kuşaklarının davranış ve tüketim biçimlerinin ana hatları çok belirgin, önceki nesillere göre çok daha kolay sıkılan, vazgeçebilen dolayısıyla ilgilerini ayakta tutabilmek için zengin bir içerikle beslenmesi gereken bir nesil geliyor.
Dünya tenisini yönetenler, dünyanın en önemli bireysel sporu olan tenisin bu özelliğini kaybetmesini istemiyorlarsa ‘potansiyel yeni tenis seyircileri’ ile aynı kuşağa mensup sporcuları acilen sisteme kazandırmaları gerekiyor ve bunun da yolu öncelikle bu tenisçileri finansal olarak garantiye almaktan geçiyor. Aksi takdirde önümüzdeki 10 yılda tenis kitleler bazında ciddi bir ivme kaybedebilir. Federer’den sonra 2-3 sene içinde Nadal ve Djokovic’in emeklilik kararları da bu olumsuz süreci hızlandıran bir başka faktör olacaktır.
İlk 100 sırada olan oyuncular için fazla problem yok ama örneğin sıralamada 290. olan bir oyuncu için bütün bu masraflar zorlayıcı olabiliyor.