Letonya’nın eti ne budu ne demeyin! Yenemiyorduk, takılıyorduk, üzülüyorduk. 4’ü resmi, 2’si özel 6 maçtan sadece birini kazanmışız…
O galibiyetimizi de babam dünyaya gelmeden, 1924 yılında özel maçta almışız. Puan maçı olsaymış; 97 yılda olduğu gibi 1924’te de boyumuzun ölçüsünü alırmışız!..
Adamlar her oynadığımızda çelmeyi takmışlar, her karşılaşmada canımızı sıkmışlar, öne geçtiğimiz maçlarda bile skoru koruyamamışız, 2 milyon nüfuslu ülkenin takımı karşısında…
**
Önceki gece de Almanlar gibi işi son dakikada bitirdik.
‘Ya tamam ya devam’ diyerekten Allah ne verdiyse son bölümlerde doğaçlama bir oyunla saldırdık, şansımız yanımızdaydı da hem şeytanın bacağını kırdık hem de bilinçaltına çöreklenmiş ‘Letonya’ya şansımız tutmuyor’ düşüncesini de böylelikle ortadan kaldırmış olduk…
**
Gelelim asıl mevzuya…
Grup maçlarında Hollanda’yı yen, Norveç’i yen, peki ya sonrası hatta Avrupa Futbol Şampiyonası?
Yazmaya, hatırlatmaya gerek yok; başımıza gelenleri biliyorsunuz.
**
Çünkü çoğu dönem bir oyun planımız, hiçbir dönem B ve C planlarımız olmamıştır, günü kurtardık mı, karnımızı doyurduk mu, iki alkış, birkaç övgü yeterli olmuştur bizim için…
Öyle de yaptığımız, düşündüğümüz için gerçeklerle karşılaştığımızda ‘eyvah!’ deyip, her şeyi bir anda silip, çareler aramaya koyuluyoruz…
Anlayacağınız oluşturulan iskelet kadrolarla durumu bir dönem idare ettik, devamında da kendi kendimize ettik…
Allah uzun ömür versin Sepp Piontek’e, Hiddink ve Lucescu’ya, onlar hem en iyi hem de çok iyi örnektirler!
**
Şunu da söyleyelim; Avrupa’da yetişen, büyüyen, futbol yaşantısını yurt dışında sürdüren oyuncularımız da olmasa duman olurduk! Zira oyuncu yetiştirmede, yetişen oyuncuların gelişiminde yaptıklarımız, katkılarımız ortada.
Bir de at gözlüklerinin markasını merak ettiğimiz kişilerin yorumları, oyuncuları baskı altına almaları yok mu!
**
Norveç maçı sonrası mesela.
Yerli oyuncu yetiştirme konusunda dünyanın sıkıntısını çekerken, anamızdan emdiğimiz süt burnumuzdan gelirken, ilk kez milli formayı giyen Berat’a, basın toplantısında ilginç bir soru, buyur buradan yak! Her şeyimiz tamam, eksiğimiz Berat’ın o maçtaki formu he mi?
**
Onu geçtik, dostlar, yandaşlar alışverişte görsün anlayışıyla Uğurcan’ın giydiği eldivenlerin renkleri bile masaya yatırılmış! Oysa aynı fabrikada üretilen aynı renkte eldivenleri giyen o kadar çok kaleci var ki saymakla bitmez.
**
Gerçi ülke futbolunun geleceği pırıl pırıl iki genci Uğurcan ve Altay’ı aylarca kantara ve tefe koyup ‘o oynamalı, bu oynamalı’ diyerek baskı altına alan yine bizler değil miydik, değil miyiz?
**
Sonra da oyuncularımız ve Milli Takımımız niye böyle, öyle mi?
**
Futbolda bulunduğumuz noktaya ağlamamız, ayağa kalkmamız için neler yapmamız gerektiğine kafa yormamız gerekirken…
Tartıştığımız, konuşmaktan sıkılmadığımız konular ile komedi filmlerine taş çıkartmaya devam ediyoruz…
Kuntz, hepimizin, her birimizin yerine ağladı ama!..