Bir zamanlar araçların camına yapıştırılan plastik elleri bilmem hatırlar mısınız? Bozuk yollarda araçlar dalgalı denize yakalanan taka gibi sallanmaya başladığında, eller de bulunduğu yerde bir sağa, bir sola aheste aheste sallanırdı…
Anadolu’nun bağrında yaşayanlar, yayladan dönen kamyonların, minibüslerin aynasına çam dalı bağlandığını, dallardaki kozalaklarının nazar boncuğu gibi parladığını, sallandığını hatırlar ama…
Her genç kızın bir dikiş makinesi, her delikanlının vatani görevini yapıp bir an evvel yavuklusuna kavuşmayı hayal ettiği..
Gelin adaylarının çeyiz sandığının yarısı büyüklüğündeki radyolardan, Nuri Sesigüzel’in ‘Kara kaş gözlerin Elmas, bu güzellik sende de kalmaz…’ ile Erkan Ocaklı’nın ‘Bir Emine’m var idi ondan ayrı kalmışım…’ türkülerinin yükseldiği senelerden bahsediyoruz.
İç çekerek bahsettiğimiz yılların uzun kış gecelerinde evde canı sıkılanlar, soluğu komşusunun evinde alırdı, zorunlu buluşmalar sayesinde sıcak dostluklar kurulurdu.
Elektriğin olmadığı, lüküs lambaların ‘çok lüks’ olduğu, kısaca kara kandil ışığında ders çalışıldığı günlerden..
Jetonla çalışan kulübelerdeki telefonların vatandaştan şamarla karışık yumruk yediği senelerden söz ediyoruz!
Her evde telefon yoktu, olanlar da üstten çevirmeliydi. Birini arayacaksanız; önce PTT’nin santralini arayıp sıra alacaksınız, sonra da işin gücün yoksa bekle babam bekle…
Telgraf üçe ayrılırdı, ELT, acele, yıldırım… Parası olan, acelesi olan ya aceleyi ya da yıldırım telgrafı tercih ederdi…
Postacılar mektupları çocuk boyundaki çuvallarda taşırdı. Bayramlarda insanlar sevenlerine resimli, simli kartpostal yollardı.
İspanyol paça pantolonu tercih eden, uzun saçlı delikanlıların arka cebinde taşıdığı horozlu aynalar, tarafı oldukları takımların rengindeki taraklar en güzel aksesuarıydı.
Babaların merakı; tespih ve tütün tabakasıydı.
Köylerde misafir odaları vardı, gelenler orada ağırlanırdı.
Mahalle aralarında misket ve top oynayan çocuklar, postacı amcalarını gördüklerinde “Bak postacı geliyor selam veriyor” türküsünü hep bir ağızdan söylediği günler insanın aklına gelince; boğazlar düğümlenir, bir bulut olup bir anda gözden kaybolup o günlere gidilmek istenir…
Sakızlardan çıkan sanatçı ve futbolcuların fotoğrafını biriktirenlerin, iyi misket oynayanların, cebinde gazoz kapağı çok olanların havasından geçilmezdi, bir de iyi futbol oynayanların…
Köylerde yaşayan çocukların en büyük zevki; bir tepede oturup kasabadan, ilçeden gelen araçları saymak, sevdiklerinin yolunu gözlemekti. Sahildekilerin mutluluğu; güne veda eden güneşin denizden kayboluşunu seyretmekti…
Hey gidi yıllar! Bu vesileyle biz de o yıllara el sallayalım istedik!