…….. Bey,
Öncelikle mesajınız için teşekkürler.
Göndergiğiniz e-postada Fenerbahçe düşmanlığımın nereden geldiğini sormuşsunuz; açıklayayım.
Çocukluğu Ankara’da geçmiş biri olarak hatırladığım ilk maç 12 Haziran 1985’teki Fenerbahçe-Galatasaray karşılaşmasıydı. Siz bir Fenerbahçe dostu olarak mutlaka biliyorsunuz ama hatırlatmak gerekirse Ankara 19 Mayıs Stadı’nda oynanan bu Cumhurbaşkanlığı Kupası karşılaşmasının doksan dakikası ve uzatmaları 1-1 sonuçlanmış, penaltı atışları sonunda kupaya Fenerbahçe uzanmıştı.
Daha sonraları babamın bana anlattığına göre saat 17.00’deki maça sabah altıda gitmiş ve neredeyse günün tamamını bilet kuyruğunda ve statta geçirmişiz. Aslında bu maçtan herhangi bir kare hatırlamıyorum ama hayal meyal hatırladığım görüntülerde babam maçtan sonra beni tellerin üzerinden İlyas Tüfekçi’ye uzatıyor ve İlyas ile Pesic beni kucaklayıp, havaya kaldırıp babama geri veriyor. Sanırım Fenerbahçe düşmanlığım o gün başladı.
O yaşlarda daha çok iyi konuşamazken, başkanlığı bırakmış olsa da adı hâlâ taraftarın dilinde olan Ali Şen için bestelenmiş “Ali Baba’nın bir çiftliği var” tezahüratını “r” harfleri yerine “l” diyerek her söylediğimde bakkal Ali amca bana ya şeker ya çikolata ama mutlaka bir şeyler verirdi.
Çat pat on birini de sayardım Fenerbahçe’nin; Yaşar, Müjdat, Cem, Erdoğan… diye. Abdülkerim’e dilim bir türlü dönmezdi.
Doğum günlerimde bana hediye almak her zaman çok kolaydı. Çünkü başka hiçbir şey mutlu etmezdi beni, bir çubuklu formanın ettiği kadar. Gerçi bir keresinde içinde yanıp sönen Fenerbahçe amblemi olan bir saat almıştı annem, o da fena değildi.
Duvarları sarı lacivert posterlerle dolu odamda çoğu gece uykuya dalmadan önce kendimi Fenerbahçeli bir futbolcu olarak hayal eder, goller atarken görürdüm; gerçekte Fenerbahçe Stadı yerine sarı lacivert yatağımın içindeyken ve üzerimde forma ile aynı renkteki pijamalarımla.
Fakat…
Geride kalan on yıllarda bilincimi kaybetmemeye çalıştım. Yeryüzünde galip gelmesini ve genel anlamda daima başarılı olmasını istediğim tek takım Fenerbahçe olsa da önceliğimi her zaman futbol olarak belirledim. Fenerbahçe’nin “ne olursa olsun” değil, diğerlerinden daha iyi, daha güçlü olarak kazanmasını istedim ve rakipleri Fenerbahçe’den daha iyi olduğu zaman onlara da en az Fenerbahçe kadar saygı gösterdim; gerektiğinde onların da Fenerbahçe’ye saygı göstermesini istediğim için.
Futbolun son derece duygusal ve soyut olduğunu hiçbir zaman aklımdan çıkarmadım. Hatta şu anda bazıları için sahip oldukları en üst kimlik ve adeta onları yaşama bağlayan en büyük mefhum olan taraftarlığın çok büyük oranda babaların, amcaların veya eniştelerin uğraşları sonucu belirlenen adeta bir tesadüf olduğunu düşündüm. Hem bu, hem de katılmadığım hatta anlamakta dahi zorlandığım fikirler olsa da onlara saygı duyduğum için futbol konusunda kimseye “düşman” sıfatını yakıştırmadım.
Sahi, siz nasıl Fenerbahçe dostu oldunuz?
Sayın ……, futbol konusunda artık tamamen bilincimizi yitirme noktasındayız. Bırakın empati kurmayı, işimize gelmeyene bakmıyor, baktığımızı göremiyoruz. Gözlerimizin önüne gönül verdiğimiz renklerden kalın perdeler çekilmiş adeta. Sadece tartışmaya açık konuları değil, son derece somut olayları dahi kendimizden geçerek, karşımızdakini umursamadan, kırarak, dökerek tartışıyoruz.
Medya, idareciler ve taraftarlar olarak elbirliği ile Türk Futbolu’nu, kazananın asla itibar görmediği, kaybedenin de üzülmediği, derinleşmenin değil sığlaşmanın alkışlandığı ve artık dönüşü neredeyse mümkün olmayan bir keşmekeş haline getirdik.
Rakip takım başkanının elini sıkan başkanı istenmeyen adam haline getirip, maçtan sonra rakip takım teknik direktörüyle kucaklaşan futbolcuyu kınıyoruz; aslında kucaklaşma en büyük eksikliğimizken.
Her ülkede futbolun hem saha hem de saha dışı olayları tartışılır ama biz saha içinden artık bahsetmez olup tüm benliğimizle saha dışına odaklandık. Derbileri iki takım taraftarının aynı tribünde izlediği karşılaşmalar noktasından, bir tek rakip takım taraftarının dahi stada alınmadığı keyifsiz maçlar haline getirdik ve sahip olduğumuz anlayışı değiştirmediğimiz sürece bu günleri dahi arar duruma geleceğiz zira ortada futboldan eser kalmayacak.
Taraftar olmak objektif olmaya engel değil. Hatta görüleni doğru yorumlamak, zorlama ve sahibini her an zor durumda bırakabilecek yorumlar yerine özgür iradeyle bir fikir sahibi olmak izlenen olaydan daha çok zevk almaya vesile olur. Bu nedenle takım veya renk ayrımı yapmadan eğriye eğri, doğruya da doğru diyebilmek bir eksiklik değil aksine hem desteklenen takımın hem de futbolun gelişimi için son derece önemli bir gereklilik.
Sonuç olarak benim naçizane fikirlerim bu yazının en başında belirttiğim duygular ve sonrasında açıklamaya çalıştığım yaklaşımlar ışığında oluşup değil Fenerbahçe hiçbir takıma düşmanlık içermediğine inandığım düşüncelerdir.
Umarım hem camialar hem de futbol kamuoyu olarak farklı düşüncedekilerden ziyade gerçek futbol düşmanları “düşman” olarak belirlenir. Aksi takdirde kulüpler seviyesinde de ülke olarak da başarılı olma mücadelesi hiçbir zaman amacına ulaşmayacaktır.
Saygılarımla.
https://twitter.com/_acn_