Bugün hangi takım taraftarı olursa olsun herkesin hemfikir olduğu bir gerçek var: Türk Futbolu çok kötü durumda.
Fakat tarafların ayrıldığı nokta işleri bu noktaya getirenlerin kim olduğu.
Fenerbahçeli olmayanların büyük çoğunluğu sarı lacivertlileri Türk Futbolu’nun içine düştüğü kaosun en büyük müsebbibi olarak görüyor. Fenerbahçeliler ise son derece büyük bir haksızlıkla karşı karşıya kaldıkları iddiasında.
Şike yapıldı mı yapılmadı mı henüz bilinmiyor ve görünen o ki uzunca bir süre daha bilinmeyecek fakat şike olayından bağımsız olarak futbolumuzu iflas noktasına getiren Fenerbahçe değil, Fenerbahçe’ye hak ettiği cezayı vermeyen veya onu hak ettiği şekilde aklanmayanlardır.
Bir an için en kötü senaryoyu düşünelim. Farz edelim ki Fenerbahçe gerçekten süte su karıştırdı. Bu durumda şayet yetkili merciler Fenerbahçe’ye sezon başında gerekli cezayı verse şu an Fenerbahçe 1.Lig’de mücadele ediyor ve muhtemelen Süper Lig’e tekrar dönme hazırlıkları yapıyor olacaktı. Bu durum Fenerbahçe camiasını elbette üzerdi fakat hem kulüp hem de taraftarlar nihayetinde bir kez acı çekerdi.
Temmuz ayından beri TFF, şike olayını sürüncemede bırakarak Fenerbahçe’yi tabiri caizse Prometeus misali her gün ölüme mahkûm etti ve onun sezona “lekeli” bir şekilde devam etmesine neden oldu. Bununla birlikte Fenerbahçe, şike yapma ithamından daha büyük bir töhmet altına da sokuldu ki o da “şike yapıp affedilmiş olmak”.
Fenerbahçe’nin şike yapmamış olma olasılığından sonra ortaya çıkacak manzaradan bahsetmiyorum bile.
Tüm bu olanlardan sonra Fenerbahçe’ye “kendin ettin kendin buldun” demek mümkün değil çünkü eğer Fenerbahçe suçlu dahi olsa edilen ile bulunan arasında sarı lacivertli camianın aleyhine çok büyük bir orantısızlık var.
Olaya bu açıdan bakınca Trabzonsporlunun ve Galatasaraylının cephe alması gereken taraf Fenerbahçe değil, Fenerbahçe ile birlikte TFF’dir ki o TFF olayları bu raddeye getirirken hiçbir takımı değil sadece yayıncı kuruluşun gelirlerini, ligimizin sözüm ona marka değerini ve kokuşmuş futbol çarkını bir şekilde dönürmeyi düşündü.
Peki bu durumda Trabzonspor’un Fenerbahçe’ye karşı, maçı defalarca durduracak kadar fazla olan kini, Galatasaray’ın da hoşgörüsüzlüğü gerçekten gerekli ve haklı mı?
Şampiyonluk Yarışı
Liderden başlamak gerekirse Galatasaray, sezonun otuz dört maçlık bölümünü açık ara önde kapatarak büyük bir başarı gösterdi. Ancak sarı kırmızılılar Süper Final maçlarında kendi sahasındaki üç maçta da galibiyet göremedi ve form grafikleri sezonun geneline kıyasla düşüş eğiliminde. Son hafta öncesi Galatasaray’ın avantajı ise her şeye karşın son maçta beraberliğin kendilerine yetiyor olması.
Fakat sarı kırmızıların artık, motivasyonlarını Süper Final’in gereksizliği üzerine kurmamaları gerekiyor. Çünkü bu yaklaşım takım üzerindeki baskıyı arttırdığı gibi gerçeklerle de örtüşmüyor. Galatasaray için en sağlıklı yaklaşım, sezonun ilk bölümünü lider kapatmanın sevincini yaşamakla birlikte şampiyonluk için Süper Final’in sonunda lider olmak gerektiğini kabul etmek ve maçlara bu şekilde hazırlanmak olacaktır.
Fenerbahçe ise gerçekten tarihi bir sezon geçiriyor. Galatasaray’a kıyasla daha çok zorlukla karşı karşıya kaldığı ve daha mütevazı bir takımla mücadele ettiği sezonda şampiyonluk şansını son haftaya hem de kendi sahasında oynayacağı maça taşımış olması bile sarı lacivertliler adına başlı başına büyük bir başarı. Bununla birlikte gerek futbolcuların gerekse taraftarların istisnai özverisi sonucunda sezonun son maçı öncesi Galatasaray ile aradaki puan farkı bire indirildi ve son maçın Kadıköy’de olması onlar adına oldukça önemli bir avantaj.
Sonuç olarak Galatasaray da Fenerbahçe de bugüne kadar sergiledikleri performansla şampiyonluğu sonuna kadar hak ettiklerini kanıtladı; son maç sadece seri penaltı atışlarının biraz hallicesi.
Bu doğrultuda sadece kazananın değil kaybedenin de en az kazanan kadar takdir edilmesi, başarılı sayılması ve taraftarlarının takımlarıyla gurur duymaları gerekir.