Ali Koç ve Fenerbahçe birlikteliği, beklenti ve sonuç kıyaslaması yapıldığında sadece futbol değil, hayatın tüm alanlarındaki en büyük hayal kırıklıklarından biri olabilir. Dağın değil fare, yabanarısı yarasası doğurması söz konusu. Durum o denli akılalmaz ki, işler ne kadar kötü gidebilecekse ondan da daha kötü gidiyor.
Koç’un göreve geldiği gün Fenerbahçe’ye sihirli bir değneğin dokunacağını düşünen romantikler dışında kimse ondan akşamdan sabaha bir başarı beklemiyordu ama bugün gelinen noktayı tahmin edebilen kimse olduğunu da hiç sanmıyorum.
Bu sözler bir eleştri gibi anlaşılabilir fakat amacım eleştirden ziyade bir durum tespiti yapmak. O kadar uzun bir süre sonra başkanını değiştiren bir kulübun sendelemesi kabul edilebilir fakat bugün Fenerbahçe neredeyse ayakta kalma savaşı veriyor.
Ali Koç’un şanssızlığı, ki bu aynı oranda bir tecrübesizlik, kendisi ile birlikte teknik direktörün, neredeyse futbolcuların tamamının ve hatta Samandıra personelinin de yenilenmesi oldu. Yenilenme gerekliydi ama takımdaki herkes ve her şey yeni olunca, tabiri caizse zor zamanlarda tutunacak bir dal kalmadı. Kötü gidişatta ne futbolcular teknik direktöre sığınabildi, ne de teknik direktör yönetime.
Bugün Fenerbahçe’nin içine düştüğü girdabı sadece kötü teknik direktör, sadece kadro yetersizliği veya sadece yönetim tecrübesizliğiyle açıklamak münkün değil. Sorunda tüm aktörlerin payı olduğu gibi bu aktörler çarpan etkisiyle durumun vahametini daha da artırdı ve artırıyor.
Batı felsefesi olaylar karşısında harekete geçmemeyi bir eksiklik olarak görür. Japon veya Çin’de ise hiçbir şey yapmadan işlerin nereye varacağını izlemek evladır. Fenerbahçe yönetimi önce Uzak Doğulu gibi davrandı ama sonunda bir batılı yaklaşımıyla, kısa vadede yapılabilecek en kolay ve mantıklı hamle olan, “teknik direktörün biletini kes” düğmesine basmayı uygun buldu. Olayların bundan sonra nasıl olacağını zaman gösterecek ama sanıyorum artık kimse “daha kötüsü olamaz” demiyor zira bu söz ilk defa söylendikten sonra işler üç beş kat geriye gitti.
Yıllardır bu işin içinde olan, iyi bir taraftarı olduğu kulübün başkanı olma şansını yakalayan, bunu tarihi bir şekilde ve büyük umutlarla başaran, taraftar tarafından da çok sevilen Koç, bu göreve soyunurken veya kendi tabiriyle taşın altına elini koyarken bugünkü manzarayı aklının ucundan dahi geçirmemişti. Fakat bu taş çok ağır bir taş, adeta osmiyum. Fakat Ali Koç bir şey deniyor. Bugüne kadar alışılagelmişin dışına çıkmak, sadece başarılı değil, doğru yoldan giderek başarılı olmak istiyor. Bu şekilde belki kendi işini kendisi zorlaştırıyor ama bu çok güzel bir zorlaştırma. Başarıya giden her yolu mübah kabul etmek değil sürekli doğrunun peşinde olmak… Anlayış bu olduğu sürece orada kaybetmek yoktur, sadece gecikme vardır. Ali Koç’u bu anlamda Yürgen Klopp’a benzetiyorum. Bu adamların başarılı olması diğerlerine göre daha zordur ama işler bir kez de rayına oturdu mu o başarının keyfi çok daha fazla olur. Fenerbahçe’nin toparlanmak için bir çıkış maçına ihtiyacı var; tıpkı Ocak 2011’deki Antalyaspor maçı gibi. Umarım o zamana kadar ne taraftarın sabrı tükenir ne de Ali Koç’un.