SurelerMücadele Suresi Oku: Mücadele Suresi Okunuşu, Türkçe Anlamı, Arapça Yazılışı, Fazileti ve Diyanet Meali

Mücadele Suresi Oku: Mücadele Suresi Okunuşu, Türkçe Anlamı, Arapça Yazılışı, Fazileti ve Diyanet Meali

Okuyan kişinin niyetine göre fazilet gösteren Mücadele Suresi, Kur'an-ı Kerim'in 58. suresidir. Toplamda 22 ayetten oluşmaktadır. İslam alemi için oldukça özel bir yeri bulunmaktadır. Mücadale Suresi’nin Medine’de indiğine inanılmaktadır. Kendisinden önce ve sonra inen sureler ise Münafikun Suresi ile Hucurat Suresi olarak sıralanmaktadır. Sure adını ilk ayette geçen ''tucadilu'' kelimesinden alır. Mücadele Suresi okunuşu, Türkçe anlamı, Arapça yazılışı, fazileti ve diyanet meali ile ilgili detaylı bilgilere içeriğimizden ulaşabilirsiniz.

Mücadele Suresi Oku: Mücadele Suresi Okunuşu, Türkçe Anlamı, Arapça Yazılışı, Fazileti ve Diyanet Meali

 Mücadele Suresi’nin anlamı ilk ayette bulunan “tucadilu” teriminden gelmektedir. Bu terim ile “hakkını arayan ve bunu almak için mücadele eden kadın” anlamı işaret edilmektedir.

Haberin Devamı


Öneri:
Ayetel Kürsi

Mücadele Suresi’nin içerisinde çok sayıda dini konuya yer verilmektedir. Bu konulardan başlıcaları; Allah’ın kullarının yaptığı her işi bildiği ve O’na iman edenlerin sonsuza kadar cennette yaşayacağıdır. Bunun dışında sure içerisinde zıhar olarak isimlendirilen bir geleneğin yanlış olduğu ve toplumda fısıldanmaması gerektiği belirtilmektedir. Ayrıca Müslümanlara meclise biri geldiğinde, kendisine yer açmaları gerektiği de öğüt edilmektedir. Mücadele Suresi faziletleri bakımından oldukça kıymetli bir duadır. Bunun için de okunuşu ve açıklamaları oldukça sık araştırılmaktadır. İşte, Mücadele Suresi’nin okunuşunu ve bununla ilgili yararlı olabilecek diğer bilgiler.

Mücadele Suresi Türkçe Okunuşu 

Haberin Devamı

1.Kad semi'allahu kavlelletiy tucadiluke fiy zevciha ve teştekiy ilellahi vallahu yesme'u tehavurekuma innallahe semiy'un basıyrun.
2.Elleziyne yuzahirune minkum min nisaihim ma hunne ummehatihim in ummehatuhum ilellaiy velednehum ve innehum leyekulune munkeren minelkavli ve zuren ve innallahe le'afuvvun ğafurun.
3.Velleziyne yuzahirune min nisaihim summe ye'udune lima kalu fetahriyru rekabetin min kabli en yetemassa zalikum tu'azune bihi vallahu bima ta'melune habiyrun.
4.Femen lem yecid fesıyamu şehreyni mutetabi'ayni min kabli en yetemassa femen lem yestetı' feıt'amu sittiyne miskiynen zalike litu'minu billahi ve resulihi ve tilke hududullahi ve lilkafiriyne 'azabun eliymun.
5.İnnelleziyne yuhaddunallahe ve resulehu kubitu kema kubitelleziyne min kablihim ve kad enzelna ayatin beyyinatin v uhumullahu cemiy'an feyunebbiuhum bima 'amilu ahsahullahu ve nesuhu e lilkafiriyne 'azabun muhiynun.
6.Yevme yeb'as vallahu 'ala kulli şey'in şehiydun.
7.Elem tere ennallahe ya'lemu ma fiyssemavati ve ma fiyl'ardı ma yekunu min necva selasetin illa huve rabi'uhum ve la hamsetin illa huve sadisuhum ve la edna min zalike ve la eksere illa huve me'ahum iyne ma kanu summe yunebbiuhum bima 'amilu yevmelkıyameti innallahe bikulli şey'in 'aliymun.
8.Elem tere ilelleziyne nuhu 'aninnecva summe ye'udune lima nuhu 'anhu ve yetenacevne bil'ismi vel'udvani ve ma'sıyetirresuli ve iza cauke hayyevke bima lem yuhayyike bilillahu ve yekulune fiy enfusihim lev la yu'azzibunallahu bima nekulu hasbuhum cehennemu yaslevneha febi;'selmasıyru.
9.Ya eyyuhelleziyne amenu iza tenaceytum fela tetenacev bil'ismi vel'udvani ve ma'sıyetirresuli ve tenacev bilbirri vettakva vettekullahelleziy ileyhi tuhşerune.
10.İnnemennecva mineşşeytani liyahzunelleziyne amenu ve leyse bidarrihim şey'en illa biiznillahi ve 'alellahi felyetevekkelilmu'minune.
11.Ya eyyuhelleziyne amenu iza kıyle lekum tefessehu fiylmecalisi fefsehu yefsehıllahu lekum ve iza kıylenşuzu fenşuzu yerfe'ıllahulleziyne amenu minkum velleziyne utul'ılme derecatin vallahu bima ta'melune habiyrun.'
12.Ya eyyuhelleziyne amenu iza naceytumurresule fekaddimu beyne yedey necvakum sadekaten zalike hayrun lekum ve atheru fein lem tecidu feinnallahe ğafurun rahıymun.
13.Eeşfaktum en tukaddimu beyne yedey necvakum sadekatin feiz lem tef'alu ve taballahu 'aleykum feekıymussalate ve atuzzekate ve etıy'allahe ve resulehu vallahu habiyrun bima ta'melune.
14.Elem tere ilelleziyne tevellev kavmen ğadıballahu 'aleyhim ma hum minkum ve la minhum ve yahlifune 'alelkezibi ve hum ya'lemune.
15.E'addallahu lehum 'azaben şediyden innehum sae ma lanu ya'melune.
16.İttehazu eymanehum cunneten fesaddu 'an sebiylillahi felehum 'azabun muhiynun.
17.Len tuğniye 'anhum emvaluhum ve la evladuhum minallahi şey'en ulaik ashabunnari hum fiyha halidune.
18.Yevme yeb'asuhumullahu cemiy'an feyahlifune lehu kema yahlifune lekum ve yahsebune ennehum 'ala şey'in ela innehum humulkazibune.
19.İstahvese 'aleyhimuşşeytanu feensahum zikrallahi ulaike hızbuşşeytani ela inne hızbeşşeytani humulhasirune.
20.İnnelleziyne yuhaddunallahe ve resulehu ulaike fiyl'ezelliyne.
21.Ketaballahu leağlibenne ene ve rusuliy innallahe kaviyyun 'aziyzun.
22.La tecidu kavmen yu'minune billahi velyevmil'ahıri yuvaddune men haddallahe ve resulehu ve lev kanu abaehum ev ebnaehum ev ıhvanehum ev 'aşiyretehum ulaike ketebe fiy kulubihimul'iymane ve eyyedehum biruhın minhu ve yudhıluhum cennatin tecriy min tahtihel'enharu halidiyne fiyha radıyallahu 'anhum ve radu 'anhu ulaike hızbullahi ela inne hızballahi humulmuflihune.

Haberin Devamı

Mücadele Suresi Türkçe Anlamı 

Haberin Devamı

1.Allah, kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikayette bulunan kadının sözünü işitmiştir. Allah, sizin sürdürdüğünüz konuşmayı (zaten) işitmekteydi. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
2.İçinizden kadınlarına zıhar1 yapanlar bilsinler ki, o kadınlar onların anaları değildir. Onların anaları ancak, kendilerini doğuran kadınlardır. Şüphesiz onlar (zıhar yaparlarken) hoş karşılanmayan ve yalan bir söz söylüyorlar. Şüphesiz Allah çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır.
3.Kadınlarından zıhar yaparak ayrılıp sonra da söylediklerinden dönecek olanlar, eşleriyle birbirlerine dokunmadan önce, bir köle azat etmelidirler. İşte bu hüküm ile size öğüt veriliyor. Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
4.Kim (köle azat etme imkanı) bulamazsa, eşine dokunmadan önce ardarda iki ay oruç tutmalıdır. Kimin de buna gücü yetmezse altmış fakiri doyurmalıdır. Bunlar Allah'a ve Resülüne hakkıyla iman edesiniz diyedir. İşte bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Kafirler için elem dolu bir azap vardır.
5.Allah'a ve Resülüne düşmanlık edenler, kendilerinden öncekilerin alçaltıldığı gibi alçaltılacaklardır. Oysa biz apaçık âyetler indirdik. Kafirler için alçaltıcı bir azap vardır.
6.Allah'ın onları hep birden diriltip yaptıklarını kendilerine haber vereceği günü hatırla. Allah onları sayıp zaptetmiş, onlarsa bunları unutmuşlardır. Allah her şeye şahittir.
7.Göklerdeki ve yerdeki her şeyi Allah'ın bildiğini görmüyor musun? Üç kişi gizlice konuşmaz ki, dördüncüleri O olmasın. Beş kişi gizlice konuşmaz ki altıncıları O olmasın. Bundan daha az, yahut daha çok da olsalar, nerede olurlarsa olsunlar, O mutlaka onlarla beraberdir. Sonra onlara yaptıklarını Kıyamet günü haber verecektir. Allah her şeyi hakkıyla bilir.
8.Gizlice konuşmaktan menedilip de, menedildikleri şeyi işleyen ve günah, düşmanlık ve peygambere isyanı konuşanları görmedin mi? Sana geldiklerinde Allah'ın seni selamlamadığı selamla selamlıyorlar. İçlerinden de, "Söylediklerimizden dolayı Allah bize azap etse ya!" diyorlar. Cehennem onlara yeter! Oraya girecekler. Ne kötü varış yeridir orası!2
9.Ey iman edenler! Siz başbaşa gizlice konuştuğunuz zaman, günah, düşmanlık ve peygambere isyanı konuşmayın. İyilik ve takvayı konuşun ve huzuruna toplanacağınız Allah'a karşı gelmekten sakının.
10.O kötü fısıltılar iman edenleri üzmek için ancak şeytandan kaynaklanmaktadır. Oysa şeytan, Allah'ın izni olmadıkça, mü'minlere hiçbir zarar verebilecek değildir. Öyle ise mü'minler ancak Allah'a tevekkül etsinler.
11.Ey iman edenler! Size, "Meclislerde yer açın" denildiği zaman açın ki, Allah da size genişlik versin. Size, "Kalkın", denildiği zaman da kalkın ki, Allah içinizden inananların ve kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltsin. Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
12.Ey iman edenler! Peygamber ile başbaşa konuşacağınız zaman, başbaşa konuşmanızdan önce bir sadaka verin. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Şâyet (sadaka verecek bir şey) bulamazsanız, bilin ki Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
13.Başbaşa konuşmanızdan önce sadakalar vermekten çekindiniz mi? Bunu yapmadığınıza ve Allah da, sizi affettiğine göre artık namazı kılın, zekatı verin, Allah'a ve Resülüne itaat edin. Allah bütün yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
14.Allah'ın kendilerine gazap ettiği bir topluluğu dost edinenleri görmez misin? Onlar ne sizdendirler, ne de onlardan. Onlar bile bile yalan yere yemin ederler.
15.Allah onlara çetin bir azap hazırlamıştır. Gerçekten onların yaptıkları şey ne kötüdür!
16.Onlar yeminlerini kalkan yapıp (insanları) Allah'ın dininden alıkoydular. Bunun için onlara alçaltıcı bir azap vardır.
17.Onların malları da, evlatları da Allah'a karşı kendilerine bir yarar sağlamayacaktır. Onlar, cehennemliklerdir. Onlar orada ebedi kalacaklardır.
18.Allah'ın onları hep birden dirilteceği, onların da (kendilerini kurtaracak) bir iş üzerinde olduklarını sanarak size yemin ettikleri gibi Allah'a da yemin edecekleri günü düşün! İyi bilin ki, onlar yalancıların ta kendileridir.
19.Şeytan onları hakimiyeti altına alıp kendilerine Allah'ı anmayı unutturmuştur. İşte onlar şeytanın tarafında olanlardır. İyi bilin ki, şeytanın tarafında olanlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.
20.Allah'a ve peygamberine düşman olanlar var ya, işte onlar en aşağı kimselerin arasındadırlar.
21.Allah, "Şüphesiz ben ve peygamberlerim galip geleceğiz" diye yazmıştır. Şüphe yok ki Allah çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.
22.Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiçbir topluluğun, babaları, oğulları, kardeşleri yahut kendi soy-sopları olsalar bile, Allah'a ve peygamberine düşman olan kimselere sevgi beslediğini göremezsin. İşte Allah onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendi katından bir ruh ile desteklemiştir. Onları, içlerinden ırmaklar akan ve içlerinde ebedi kalacakları cennetlere sokacaktır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah'ın tarafında olanlardır. İyi bilin ki, Allah'ın tarafında olanlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.

Haberin Devamı

Mücadele Suresi Arapça Yazılışı

Mücadele Suresi Oku: Mücadele Suresi Okunuşu, Türkçe Anlamı, Arapça Yazılışı, Fazileti ve Diyanet Meali

Mücadele Suresi Oku: Mücadele Suresi Okunuşu, Türkçe Anlamı, Arapça Yazılışı, Fazileti ve Diyanet Meali

Mücadele Suresi Oku: Mücadele Suresi Okunuşu, Türkçe Anlamı, Arapça Yazılışı, Fazileti ve Diyanet Meali

Mücadele Suresi Oku: Mücadele Suresi Okunuşu, Türkçe Anlamı, Arapça Yazılışı, Fazileti ve Diyanet Meali

Mücadele Suresi Konusu 

Câhiliye döneminde kadın açısından büyük haksızlıklara yol açan bir boşama türü olan “zıhâr”ın yanlış bir telakkiye dayandığı ortaya konmakta; gizli görüşme ve topluluk içinde birkaç kişinin baş başa verip fısıltıyla konuşması, selâmlama, toplantılarda uyulması gereken nezaket kuralları ve Resûlullah’la özel görüşmelerin belirli âdâb çerçevesinde yürütülmesi konularında uyarılar yapılmakta; münafıkların bazı karakteristik özelliklerine değinilmekte, müminlerin –en yakınları bile olsalar– Allah ve resulüne düşmanlık edenlerle ilişkilerinde daha dikkatli davranmaları istenmektedir.

Mücadele Suresi Fazileti

Sûrenin faziletiyle ilgili olarak bazı kaynaklarda yer alan, “Mücâdile sûresini okuyan kimse kıyamet gününde Allah’ın taraftarları arasında kaydedilir” meâlindeki hadisin (meselâ bk. Zemahşerî, IV, 79) sahih olmadığı anlaşılmaktadır (Muhammed et-Trablusî, II, 723). Mücâdile sûresi hakkında yapılan çalışmalar arasında Abdülmün‘im en-Nimr’in el-Ḳurʾân ve’l-ḥayât: fî tefsîri sûreti’l-Mücâdile’si (Kahire 1407/1987) ve Fülve bint Nâsır’ın Sûretü’l-Mücâdile: Dirâse mevżûʿiyye taḥlîliyye’si (1409/1989, yüksek lisans tezi, Külliyyetü’t-terbiye li’l-benât [Riyad]) sayılabilir.

Mücadele Suresi Tefsir 

Bu âyetlerde, Câhiliye dönemi âdetine göre eşlerin, tekrar birleşmelerine imkân vermeyecek biçimde ayrılmaları sonucunu doğuran ve kadına zarar veren bir boşama türü olan zıhâr uygulaması âyetlerin inmesinden kısa bir süre önce meydana gelen bir olayla ilintilendirilerek yerilmiş ve bu konuda yeni bir düzenleme getirilmiştir. Bir erkek karısından kesin olarak ayrılmak istediği zaman ona “Sen bana anamın sırtı gibisin” der ve artık karısı ona yasak sayılırdı. İşte bu sözde, annesinin mahrem bir yerini belirtmek üzere “sırt” anlamına gelen zahr kelimesi kullanıldığından, hukukî sonucu olan bu işleme de belirtilen kelimeden türetilerek “zıhâr, zıhâr yapma” deniyordu. Câhiliye toplumunda erkekle karısı veya onun akrabaları arasında bir husumet ortaya çıktığında zıhâr yeminine baş vurulurdu, bu o topluma özgü yemin türlerinden biriydi (Cevâd Ali, el-Mufassal fî târîhi’l-‘Arab kable’l-İslâm, V, 550-551). İbn Âşûr bu konuda şöyle bir açıklama yapar: Öyle sanıyorum ki bu tarz boşama, yahudilerle sıkı sosyal ilişkiler içinde bulunan Yesrib (Medine) çevresindeki Araplar’ın âdetiydi ve bunu eşlerini kendilerine kesin biçimde yasaklama ifadesi olarak kullanırlarken yahudi geleneğinden etkilenmişlerdi. Zira yahudilerde kadına arkadan yaklaşmak yasaktı; böylece bu anlayışla (“arka” anlamına gelen zahr kelimesi) erkeğin en yakın mahremi olan “anne” unsuru bir araya getirilerek mübalağalı ve kesin bir ayrılık formülü oluşturuldu. Yine sanıyoruz ki zıhâr sözünü ilk söyleyen kişiyi buna yönelten âmil, öfke dolu bir halde bulunması ve bir küfür ifadesi kullanmak istemesi olmalıdır; nitekim âyette bu söz “çirkin ve asılsız” olarak nitelenmiştir. Bu usul Mekke, Tihâme, Necid gibi bölgelerde bilinen bir Arap âdeti değildi; bu bölge insanlarının sözlerinde buna dair bir ize rastlamadık. Kur’an’da sadece Medine döneminde inen iki sûrede (Ahzâb ve Mücâdele) zikredilmesi de bu tesbiti doğrular niteliktedir (XXVIII, 11, 13). Âyetlerin iniş sebebi olarak gösterilen olay özetle şöyledir: Ensardan Evs b. Sâmit bir sebeple kızıp hanımı Havle (veya Huveyle) bint Sa‘lebe’ye zıhâr yapmıştı (“Sırtın anamın sırtıdır” demişti). Çok geçmeden söylediğine pişman oldu ve evliliğe dönüş yapmak istedi. Bu, müslüman toplumun karşılaştığı ilk zıhâr uygulamasıydı. Kadın geleneğe göre yasak olan bu ilişkiyi bu halde sürdürmeyi kabul etmedi. Sonunda duruma bir çare bulması için Resûlullah’a başvurdu. Gençliğini kocası uğruna tükettiğini, ona çocuklar verdiğini ama şimdi yaşlanınca kapı dışarı edildiğini dertli dertli anlattı. Hz. Peygamber bu konuda ilâhî bir bildirim almadığını ve bilinen hükümden (haramlık) başka bir çözüm söyleyemeyeceğini belirtti. Kadın durumun çok vahim olduğunu tekrar tekrar ifade ettiyse de farklı bir cevap alamadı. Daha sonra kadın Allah’a yalvarmaya ve halinden yakınmaya başladı. “Allah’ım! Çok yalnızım. Bu ayrılık bana çok acı verecek. Küçük çocuklarım var; onları babalarına bıraksam perişan olurlar, kendime alsam aç kalırlar. Halimi sana arzediyorum, beni bu sıkıntıdan kurtar; resulünün dilinden bir vahiy inzâl buyur!” diye dua ediyordu. Kısa bir süre sonra bu âyetler indi. Hz. Peygamber onu müjdeledi ve âyetleri okudu. Ardından kocasını çağırtıp onun durumunu öğrendi; köle âzat edemeyeceğini, iki ay peş peşe oruç tutamayacağını ve altmış fakiri doyuracak kadar malî imkânının da bulunmadığını anlayınca ona bir miktar yardımda bulundu ve bereketlenmesi için dua etti. Olaya tanık olan Hz. Âişe, “Bütün sesleri işiten Allah ne kadar yüce! O kadın durumunu anlatırken ve Allah’a yalvarırken öylesine yavaş ve fısıltıyla konuşuyordu ki dediklerinin bir kısmını işitemiyordum” diyerek âdeta ilk âyetin, “Çünkü Allah her şeyi işitmekte ve görmektedir” meâlindeki kısmını tefsir etmiş oluyordu (Ebû Dâvûd, “Talâk”, 17; Nesâî, “Talâk”, 33; konuyla ilgili rivayetler için bk. Taberî, XXVIII, 1-6; Zemahşerî, IV, 70-71; İbn Atıyye, V, 272-273). İlk âyet Hz. Peygamber’in tatbikatında kadının toplumsal konumuyla ilgili önemli bir bilgi içermektedir: Kadın kuşkusuz içinde bulunduğu toplumun bir ferdidir ve o esnada mevcut kurallardan ve şartlardan bağımsız bir statüye sahip olması düşünülemez; ama asıl önemli olan, mensup olduğu dinin kendisine bakışını nasıl algıladığıdır. Âyetten açıkça anlaşıldığı üzere kadın, o güne kadar Kur’an’dan ve Hz. Peygamber’in uygulamalarından, “herkese problemini en yetkili merciler önünde uygun şekilde seslendirebilmesi ve hakkını arayabilmesi imkânının tanınması gerektiği” ilkesini çıkarabilmiş ve bunun teoride kalmayıp yaşanan bir gerçek olduğunu da görmüştür. Nitekim Havle’nin bu konudaki anlayışı Kur’an tarafından özel biçimde onaylanmış olduğundan Hz. Ömer ona hep ayrı bir saygı duymuş ve halifeliği döneminde etrafındakileri şaşırtacak derecede onunla ilgilenmiştir. 2. âyette zıhâr sözlerinin yakışıksız ve asılsız olduğu belirtilmesine rağmen âyetin sonunda Allah Teâlâ’nın bağışlayıcılığının hatırlatıldığına dikkat edilirse, Kur’an’ın üslûbunun eğitim konusuna da ışık tutan önemli incelikler taşıdığı kolayca anlaşılır. Verilmek istenen mesaj açısından bu âyetlerden çıkan anlamları iki ayrışıkta ele almak uygun olur: a) Zıhâr konusuna ilişkin değerlendirmeye ve hükmün bildirilmesine geçilmeden önce sûreye “... Kadının sözünü Allah işitmiştir” tarzında pekiştirilmiş bir ifadeyle başlanması, Kur’an’ın üzerinde önemle durduğu adalet ilkesinin uygulamaya taşınabilmesi için, öncelikle zayıfların seslerini duyurmalarına imkân sağlanması ve onların haklarının korunması gereğine özel bir vurgu anlamı içerir. Bu vurgu muhatapların zihnini, belirli bir olay veya konuyla sınırlı olmayan ilkesel bir düşünceye yöneltmekte; bu tür durumlara kayıtsız kalınmaması ve adalet ölçüleri içinde mutlaka bir çözüm bulunması zaruretini ihtar etmektedir. Bu mesajın tabii bir sonucu, bir kesimin veya cinsin (örnek olayda kadının) zayıf düşmüş ve horlanır hale gelmiş olması toplumsal bir realite olsa bile, bu realite başlı başına bir değer hükmü olarak kabul edilip onaylanamaz. b) Konuyla ilgili düzenlemeden ise şu anlaşılmaktadır: Zıhâr uygulamasında esas alınan düşüncenin sakatlığı ortaya konup ona karşı bir tavır alınmış, fakat buna yönelten âmiller varlığını korudukça bu yola başvurabilecekler için konunun tabiatına uygun bir yaptırımın konması tercih edilmiştir. Bu yaptırım da, birincisi o zamana kadar geleneğin sağladığı sonucu tanımama, diğeri bu yolu deneyenleri caydırıcı ama aynı zamanda toplumdaki zayıfların yüzünü güldürücü bir yükümlülük getirme şeklinde olmak üzere iki yönlüdür. İslâm âlimleri zıhârın dinî hükmünü “haram” şeklinde belirledikleri, yani bir müslümanın zıhâr yapmasının dinen yasak olduğu sonucuna ulaştıkları halde (bk. Abdülkerîm Zeydân, el-Mufassal fî ahkâmi’l-mer’e fî’ş-şerî‘ati’l-İslâmiyye, VIII, 284), muhtemelen, Kur’an’da ve Sünnet’te yer alması sebebiyle bu konunun teorisi üzerinde geniş biçimde ve –ortadan kalkması değil âdeta geliştirilmesi için çaba harcandığı izlenimi veren– yeni ayrıntılar üreterek durmuşlardır. Öyle ki ilmihal veya fıkıh kitaplarından, bu uygulamanın İslâm tarihi boyunca bütün müslüman toplumlarda yaygın olarak süregeldiği hatta Kur’an’da hükmü bulunduğuna göre bir ölçüde varlığını koruması gerektiği gibi bir kanaat edinilmektedir. Oysa bu konuya temas edilen yerlerde Kur’an ve Sünnet’in mesajına ağırlık verilip Kur’an tarafından ağır bir dille eleştirilen bu tür yanlış düşünce ve eylemlerden uzak durulması gerektiğinin hatırlatılması daha uygun olurdu. Zira böyle bir uygulama yok olup gitse de, bu düzenleme Kur’an’ın bir toplumu nereden alıp kısa bir sürede nereye yükselttiğini gösteren canlı bir örnek olarak her zaman misyonunu ifa edecek ve bu âyetlerdeki mesaj pek çok konuda müslümanların yolunu aydınlatacaktır. Fıkıh kitaplarındaki ayrıntılara girilmeden, âyetlerin getirdiği hükümler etrafındaki belli başlı yorumlar şöyle özetlenebilir: 1. Zıhâr esnasında söylenen sözlerin bir gerçekliği olmadığı gibi, bunların şer‘an geçerliliği de yoktur; bir başka anlatımla, bu yakışıksız sözlerle aile hukuku açısından dinî veya hukukî bir sonuç meydana getirme amacı Kur’an nazarında bir değer taşımamaktadır. 2. Bununla birlikte, eşler arasındaki sevgi ve saygıyı zedeleyen böyle bir beyanın yol açtığı tahribatı onarmak ve evliliği sürdürme iradesindeki kararlılığı açık biçimde ortaya koymak üzere, zıhâr yapanın kefâret ödemesi gerekir. Kefâret, “belli konularda dinen yapılması gerekeni yapmama veya yapılmaması gerekeni yapma sebebiyle, Allah’tan kusurunun bağışlanmasını dileyerek malî veya bedenî bir bedel ödemek” anlamına gelir. Bu, ceza özelliği de bulunan bir tür ibadettir; dolayısıyla, bir gayri müslim zıhâr yaptığında kefâret ödemesi gerekmez. 2. âyette “içinizden” kaydının bulunması da hitabın müslümanlara yönelik olduğunu göstermektedir. Hanefî, Mâlikî ve Zeydiyye mezheplerinde benimsenen hüküm budur. Şâfiî, Hanbelî ve Ca‘ferîler’e göre ise gayri müslimin zıhârına da hüküm bağlanır; o da oruç dışındaki kefâret yollarını uygular; 3. âyetteki ifade genel olup 2. âyetteki kayıt bu genelliği sınırlamaya yeterli değildir. İkinci görüşün izahında daha çok başka deliller ön plana çıkmış görünse de bunun temelinde, toplumdaki yoksulların lehine bir yorum yapma anlayışının bulunduğu söylenebilir. 3. 3. âyetin “Karılarına zıhâr yapıp da sonra dediklerinden dönenler” diye çevrilen kısmı lafzan “... yine dediklerine dönenler” mânasına gelmektedir. Bu ifade hakkında değişik yorumlar yapılmış olmakla birlikte sözün bağlamı ve Resûlullah’ın tatbikatı, burada, zıhâr sözünü söyledikten sonra bundan pişmanlık duyup normal olarak evlilik hayatını sürdürmek isteyenlerin kastedildiğini göstermektedir. 8. âyette aynı ifade kalıbından “menedildikleri işe dönenler yani bunu yine yapanlar” mânasının açıkça anlaşılması, buna da “dediklerini yine yapanlar yani tekrar zıhârda bulunanlar” anlamı verilebileceğini düşündürmekle beraber, âyetlerin iniş sebebi olan olayın cereyan tarzı bu yoruma imkân vermemektedir. Zira bu âyetler inince Hz. Peygamber kendisiyle tartışan kadının kocasına hemen kefâret hükmünü uygulatmış, kefâret hükmünü zıhârı tekrar etme durumuna bağlamamıştır. Taraflardan birinin ölümü veya evliliğe dönüş yapılmaması halinde kefâret gerekmez; fakat eşler boşanıp tekrar evlenecek olurlarsa –o arada kadın başkasıyla evlenip ayrılmış bile olsa– âlimlerin çoğunluğuna göre yine kefâret gerekir, çünkü âyette temastan önce kefâret şart koşulmuştur. Bazı âlimlere göre kefâret söylenen çirkin sözün yani zıhâr ifadesini kullanmanın hükmü olduğu için ölüm ve ayrılık halinde dahi kefâret gerekir. 4. Zıhâr kefâreti, şu üç yoldan biriyle ve imkân bulunduğu sürece âyette belirtilen şu sıraya riayet edilerek yerine getirilir: a) Bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmak. b) Kesintisiz iki ay oruç tutmak. c) Altmış fakiri doyurmak. Başka bazı kefâretlerden farklı olarak burada kölenin mümin olması da şart koşulmamıştır. Atâ, İbrâhim en-Nehaî, Ebû Sevr, Süfyân es-Sevrî gibi müctehidlere, Ahmed b. Hanbel’den bir rivayete, yine Hanefî ve Zâhirî mezheplerine göre hüküm budur. Hanefîler dışındaki üç mezhepte ise, buradaki mutlak ifade Nisâ sûresinin 92. âyetinde kayıtlı ifadeye göre yorumlanarak kölenin mümin olması şartı aranmıştır. Öte yandan, bu kefâret ile bir müslümanı hata ile öldürme kefâreti arasındaki paralellik sebebiyle belirtilen çirkin ve asılsız sözün evlilik birliğinin temelindeki düşünceyi öldürme gibi kabul edildiği ve Allah katında bu beraberliğe yeniden can kazandırabilmenin ancak bu yolla olacağı anlamı çıkarılabilir (yoksulların doyurulması konusunda bilgi için bk. Mâide 5/89). 5. Zıhâr kefâretinin, cinsel temastan önce yerine getirilmiş olması gerekir. İlk iki şıkka gücü yetmeyen yani yoksulları doyurma şıkkını uygulayacak kişi bakımından da hüküm budur. Ancak bazı âlimler âyette üçüncü şıktan söz edilirken “temastan önce” kaydının tekrarlanmamış olması sebebiyle bu durumda kefâret yerine getirilmeden cinsel temasın câiz olduğu kanaatindedirler. Şayet kefâret ödenmeden cinsel temas yapılmışsa, –nikâh bağı sona ermiş olmadığından– bu, gayri meşrû bir ilişki sayılmaz; ama kişi –âdet gören hanımıyla temasta bulunma gibi– Allah’ın yasakladığı bir işi yapmış, günaha girmiş olur. Bu durumda tövbe etmesi ve kefâretini ödemesi gerekir; âlimlerin çoğunluğuna göre tek kefâret yeterlidir. Bazılarına göre bu fiil kefâreti düşürür yani kefâretle de telâfi edilemez bir günah haline gelir, bazılarına göre ise ikinci bir kefâret gerekir. 6. Zıhârın evlilik bağını sona erdirme etkisi Kur’an tarafından onaylanmamış, sadece kefâret gerektiren bir yemin gibi kabul edilmiştir. Buna göre zıhâr yapan erkek evliliğe son vermek istiyorsa normal boşama usulünü izlemek durumundadır. Hem bu yola başvurmama hem evlilik hayatına dönmeme, kadını zarara sokan ve zıhârın Câhiliye dönemindeki sonuçlarını doğuran bir tutum olacağından bu da Kur’an’ın getirdiği hükümle bağdaşmaz. Böyle bir durumda zıhâra, belli bir süre içinde karı koca hayatına dönülmemesi halinde evliliğin sona ermesi sonucunu doğuran özel yemin (“îlâ” = günümüz hukuk terimiyle bir tür “ayrılık”) hükmü uygulanır (bilgi için bk. Bakara 2/226-227). Nitekim bu âyetin nüzûlünden sonra zıhâr lafzının îlâ hükümleri kastedilerek kullanıldığını gösteren örnekler bulunmaktadır (daha fazla bilgi için bk. Zemahşerî, IV, 71-73; Râzî, XXIX, 250-261; İbn Âşûr, XXVIII, 15-19; Abdülkerîm Zeydân, a.g.e., VIII, 281-317). 4. âyetin “Bu, Allah’a ve resulüne imanınızı göstermeniz içindir” diye çevrilen kısmı lafzan “Bu, Allah’a ve resulüne iman etmeniz içindir veya iman etmenizden dolayıdır” anlamına gelmektedir. Bazı müfessirler bu mânayı esas alarak “Allah’ın bunu emrettiğini tasdik etmeniz için” tarzında açıklamalar yapmışlarsa da, “Allah ve resulünün buyruklarına uyup o çirkin ve yalan söze bir daha dönmeyeceğinizi ortaya koymanız için” veya “Allah ve resulüne imanınızın gereğini yerine getirmeniz için” şeklindeki yorum bağlama daha uygun düşmektedir. “Bu” işaret zamiriyle kefârette –imkân durumuna göre– seçenekler tanınması kolaylığının kastedildiği yorumu da yapılmıştır (Taberî, XXVIII, 11; İbn Atıyye, V, 275; Râzî, XXIX, 262; Şevkânî, V, 213). Daha önce inmiş bulunan Ahzâb sûresinin 4-5. âyetlerinde, “Allah bir kişinin göğüs boşluğunda iki kalp yaratmamıştır, analarınıza benzeterek haram olsun dediğiniz eşlerinizi analarınız kılmamıştır ... Bunlar sizin kendi iddianızdır, hak ve hakikati Allah söyler, doğru yolu da O gösterir” buyurularak zıhâr uygulaması eleştirilmiş, bu konuda yeni bir hüküm tesis etmeden önce bu davranışın fikrî temeli çürütülmüştür. Ahzâb sûresindeki bu âyetlerin daha sonra indiği görüşü esas alınacak olursa, buradaki ifadeleri Mücâdele sûresinde getirilen hükmü pekiştirme anlamında yorumlamak uygun olur.