Münih Notları ve Şu ‘Toplum Mühendisliği’ Mevzusu

Aralık ortası.

Sıcak şarap ve tarçın kokulu şehir.

Münih . . .

4 günlük kısa bir gezi oldu bizimki. Kuzenim ve eşine ziyaret, hep beraber (şansımıza) güneşli sabahlar ve ışıklı geceler, iyi yemek, tabi ki biranın hası, insanın göğsünü ve bacaklarını ılıtan sıcak şarap ve elbette ‘Christmas’ alışverişi!

Yaklaşık 1.5 milyon nüfuslu Münih, yılbaşı dolayısıyla iki katı kalabalıktı. Fakat bana öyle geldi ki, insanlar hem dış görünüşleriyle, hem de hal ve tavır açısından görünmez gibiydiler; diğer bir deyişle ilk bakışta gözümüze çılgın gelen kalabalık bizi sıkboğaz etmedi hiç. İstanbul’un kaotik doluluğuna alıştığımızdan mıdır nedir, kalabalığın içinde keyifle salındık.

Haberin Devamı

Almanlar soğuk millet canım!

Toplumun birbirine sahip çıkması durumu, ne yazık ki Avrupa ülkelerinde su götürmez biçimde bizim diyardan çok daha kuvvetli.

Bizim kadar sıcak insanlar olup olmadıklarını sorgularız ya hep . . .

Kesin kararımı verdim:

Almanlar soğuk millet! Yavaşlar, sıralarını biliyorlar, dedim ya sokakta ve kalabalıkta bile görünmez gibiler, hepsi bisikletle geziyor ve bisikletler kilitlenmediginde bile çalınmıyor! Hele o bisiklet yolları . . .

Hiç hoşuma gitmedi.

Oysa biz hamam gibi milletiz. Kapı deliğinden komşuyu gözetlemek, işyerinde işle arkadaşlığı karıştırmak, toplu taşımada taciz, her türlü sıraya kaynak, sabırsızlık, acele ve dolayısıyla kabalık ve fırsatçılık ısıtıyor bizi, sıcacık bir milletiz biz.

Can Kurtaran İncelikler

Kuzenim anlatıyor, ben dinliyorum . . .

Almanya’da demans hastalarına özel merkezlerin yanına yamacına “sahte” otobüs durakları koymuşlar. Çünkü “kaçaklar” çok büyük olasılıkla gidip bir otobüs durağında bekliyormuş. Eve veya kimbilir canlarının çektiği o yerlere gitmek üzere . . .

Halk biliyor ki bu duraklar sahte, o yüzden demans hastalarını bulmak çok daha kolay. Böylelikle polis veya merkezden yetkili kişi, durakta bekleyen hastayı bulup, ona elini uzatıyor; otobüsün bugün gelmeyeceğini söyleyip, üşümemesi veya yorulmaması için geri dönmeyi teklif ediyor. Sağ salim dönüyorlar . . .

Haberin Devamı

Üstüne kafa yorulmuş, empatiyle yoğrulmuş incelikler . . .

İnsanların birbirlerini güvende tutmak için buldukları ufak detaylar . . .

Bu kadarcık uğraş bile bir birey olarak beni derinden etkiledi.

Ufak ve can kurtaran . . .

Toplum Mühendisliği

“Toplum mühendisliği” diye bir kavramdan, bu işi yapan bir takım insanlardan bahsedip duruyoruz.

Son zamanlarda bizim için pek tanıdık. Ve, nedense hep kötü yönde!

Eskiden fark edemiyorduk belki fakat nicedir memlekette apaçık şekillerde vücut bulan bir durum bu.

Bir nevi “başımıza ekşimiş kötü niyetli taktikler silsilesi” olarak hayatımızın tam ortasında.

Nerede ve ne zaman geleceğini bilmediğimiz ve bizi hep tetikle kılan:

Halkı başka bir gündemle oyalayıp, bambaşka bir yasayı yürürlüğe koymak gibi.

Hakikaten tanıdıkmış değil mi?

Bakın, Vikipedi’de “Toplum Mühendisliği” nasıl anlatılmış:

“Toplum Mühendisliği, toplumun demografisinde, sosyal dokusunda, tarihten gelen yapısında değişiklik yapmak, tepkilerini, nefretlerini, isteklerini, sevgilerini, tutkularını ve kitlesel şekilde ifade ettiklerini duygularını yönlendirebilmek, kontrol altında tutabilmek, paralize edebilmek gibi yetileri içeren iştir. Böyle bir meslek dalı yoktur. Toplum mühendisliği, çeşitli meslek dallarından oluşan bir ekip tarafından, inansal destek, koruma, iletişim ve başka araçlar yardımı ile gerçekleştirilebilir. Daha çok askeri ve istihbari alanlarda kullanılan bir terimdir.”

Haberin Devamı

İyi olan ve sorunsuz yürüyen her yazılı ve yazısız kural ve anlayış görünmezdir. Varlıklarının kıymeti yokluklarında bilinir.

Çoğunlukla kötü niyetli kullanıldığında su yüzüne çıktığından ve ilginç bulunduğundan olsa gerek, toplum mühendisliği kavramı, bu tanımda da ‘kontrol’, ‘paralize’, ‘istihbari’ gibi kelimelerle bezenip, ürpertici bir casusluk işine benzetilmiş.

Tanımda aynı zamanda, yönlendirmek ve yönetmekten bahsediliyor. Yönetmek, işin özünde hep algı işi. Algılarını yönetebildiğin herkesi yönetebilirsin. Algılarla beraber hisler de devreye giriyor elbet.

Mesela, sen bir ülkede “burada demokrasi var!” diye bangır bangır da bağırsan, eğer ülkenin insanı bunu sokağında, işinde gücünde, hayatında hissetmiyorsa, uyduruyorsun demektir. Oysa ki demokrasi, çarşıda, pazarda, hastanede, okullarda hissediliyorsa, kelimeden bahsetmeye bile yoktur gerek.

Demek ki, algıları yönetmek kolay değil, emek istiyor. Aksiyon ve çaba gerektiriyor.

Toplum mühendisliği iyi niyetli yapıldığında, yani yönetmek kavramı, zorbalıktan bağımsız, yönlendirmek, liderlik etmekle bağdaştığında, bireyler ve toplumun tamamı için bir ülke cennete dönüşebilir.

İşin içine kişisel çıkarlar ve kandırmacalarla örülü kötü niyet girdiğindeyse, memleket çorbaya döner. (Ah, bu da mı tanıdık!)

Böyle bir işe gerek var mı, bireyler zaten empati sahibi ve sorumlu kişiler olsalar, toplum civcivli uğraşlara gerek duyulmaksızın güllük gülistanlığa dönüşür mü? Tartışılır. Keşke bol bol tartışılsa.

Korkaklar Dişçisi

Kuzenim devam ediyor . . .

“Ben burada” diyor, “korkaklar için olan dişçiye gidiyorum.”

“O da neymiş?” diyorum.

“Yani” diyor, “dişçiye gitmeye korkan insanlar için önce rahatlatıcı terapi uygulayan dişçiler var, ben de onlardan birine gidiyorum.”

Psikologlar ve sosyologların, işin uzmanlarıyla bir araya gelerek, konuyu üst düzeyde insani şartlara bürüdüğü ve tıkır tıkır yürüyen bunun gibi bir sürü örnekten bahsetti kuzenim.

Şaşırdım.

Dış mihraklarda ne menem toplum mühendisleri varmış meğer!

Her milletin mazisinde karanlık ve can acıtıcı yerler var. İnsan “bozulduğundan” bu yana, bütün toplumlar acı ve kahır çekti. Çekiyoruz . . .

Marifet, bunu elden gelenin en iyisiyle telafiye uğraşmakta.

Fotoğraf: Vuslat Erkmen