Mavinin güzelce, koyu bir tonu, yuvarlakça, kaba çizgiler, kollar, bacaklar, yüzü olmayan bir baş ve bir kadın . . .
“Blue Nude” . . . "Mavi Çıplaklık" . . .
59 yıl önce bugün aramızdan ayrılışının ardından, hala ve artan bir kıymetle varlığını sürdüren ressam Henri Matisse, modern çağın en önemli sanatçıları arasında gösterilir.
Ve Matisse, en çok da ölmeden iki sene önce yaptığı Mavi Çıplaklık (IV) eseri ile bilinir. Hayatının son yıllarında yaptığı en ünlü eseri ile ne de 'çabasız' görünür Matisse!
Halbuki, 'çabasızlık', işin özünde ne de çok çaba gerektirir!
Peki nasıl?
Matisse’in kaba ve gevşek görünen çizgilerinin, çok daha yakından bakılırsa, serbest ama sıkı çizgiler olduğunun anlaşılmasıyla anlatılabilir bu. Çizimleri ilk bakışta 'öylesine' bir hava verir bakana. “Ben de yaparım” dedirtir.
Matisse’in çizgi kullanımındaki tutumluluktur elbet bu cüretkar sözleri sarfettiren. Fazlasını değil, gerektiği kadarını kağıda dökmesindendir bakana ‘kolay’ gelişi.
Halbuki, ‘gerektiği kadarını verme’nin ince ayarını kim kaybetmiş de, cüretkar izleyici bulmuştur?
Her ayrıntıyı görüp, bilip ve sonrasında resmi en iyi hangi çizgilerin temsil edeceğinin keskin kararını vermek . . .
Hakikaten basit midir?
Değildir. Çünkü kararlılık tecrübe işidir. İşinde ehli olmayı gerektirir. Zaman ister. Belki bir kaç saniyeye sığdırılmış o çizimler, aslında onlarca yıl artı bir kaç saniyedir. Ardındaki sayısız uykusuz geceyi, güneşsiz günü göremez, “ben de yaparım” der, sazı eline alınca dağılır cüretkar izleyici. Nereden başlayacağını bile bilemez. Ve elbette, kendi kesik ve kararsız çizgileri işin sonunda hiç de sıkı ve serbest görünmez gözüne.
Bir iki basit çizgiyle kol ve bacak çıkarmak pek de kolay değil midir, nedir?
Belki de kolay olan ‘öylesine’ konuşmaktır. Bütünü göremeden. Eksik kalmaktır; eksik gedik devam etmektir; bir işe gönül koymuşları tek şüphe duymadan eleştirmeye, hiçbir şeyin üstüne adam akıllı, tastamam düşünmemeye?
Bütünü görebilmek kolay iş değildir . . .
Bütünü görebilmek, insanın bulunduğu yeri birden çok kereler değiştirmesini gerektirir. Bu iş, bazı ‘durumunu korumacılar’ için güvenli değildir elbet. Bu devinim onlarda olmayandır. Garanticidirler. Isıttıkları köşelerinden kalkıp da hayata başka bir taraftan bakmaya ürkerler. Yine de atıp tutmaktan vazgeçmezler:
“Çok kolay!”
“Hiç iyi olmamış!”
“Beğenmedim.”
“Bu ne?”
“Onun şartları bende olsa ben daha iyisini yapardım!”
“İyice dağıtmış!”
Kendi deyimleriyle; sağda solda, orda burda, maceradan maceraya dolaşanları sevmezler. Bunlar, asap bozucu, ortalığı karıştırıcı bir takım başıbozuklardır.
Oysa işin aslında, sıcak köşelerinden alaycı sözler sarf eden garanticiler, hareketten korkarlar. Çünkü resmin bütünü ‘çoktur’ ve bu durum hiç de tekin değildir. Çokluk, hareketten gelir. Her şeyi, her yanıyla görebilmeyi icap ettirir. Öyleyse çokluk, içinde bilinmezlikler, kim bilir ne ‘terslikler’, 'sakıncalı' coşkular barındırabilir! Hele o, aralarda derelerde, dar ve geniş açılarda, devinimin içinde ‘kaybolmak’ fikri bile tüyleri diken diken etmeye yeter.
İşte bu yüzden güvence arzuluları, ahkam kestikleri gibi, öyle bir çırpıda resmin bütününü görüverip de, neyin nereye, nasıl yakışacağını, hangi mavinin hangi beyaza karışacağını bilemezler.
Çünkü insan herhangi bir şeyi salt kendi penceresinden bakarak, en güzel hali ile yorumlayamaz. Güzeli tanımak, hareket etmeyi, mevcut yeri sıklıkla değiştirmeyi ve hatta kaybolup geri gelmeyi ister.
Ve çabasızlık hayali, işin özünde çokça çaba gerektirir:
Sıcak duvar diplerini bırakıp, renkleri, çizgileri, gölgeleri, tonları keşfe çıkmak, hayata alıcı gözüyle bakmak, alçaklarda ve yükseklerde uçmak, kuytularda, dümdüz ovalarda kaybolmak . . .
Ve elbet fedakarlık. Belki geceler sabahlara, sabahlar yorgunluklara karışacak ama sonunda, düşleyen herkesin kendine ait sımsıkı ve rahat çizgileri olacak. Bakana kolay görünecek hatta! Senin, benim, onun, yumuşak ve rahatça çizebileceğimiz yollarımız olacak, önümüzde uzayacak.
Bir süre sonra artık çabasızca . . .
Bir çırpıda ve kararlılıkla . . .
Kendi yorumlarımız . . .
Kendi renklerimiz . . .
Korkusuzca kayboluşlarımız . . .
Duymuşsunuzdur illa ki, insan ancak yolları biliyorsa, kaybolduğunu anlar. Böylelikle yeni bir yolu daha cebe atar.
Ve kaybolarak çoğalır insan. Her yuvaya dönüşte artarak gelir.
Ve işte bazen ‘basit’ bir Mavi Çıplaklık, insanı nerelere götürür, nerelerden getirir . . .