Kuaföre gitmeyi sevmem; saçlarımı kendim keserim, fön ihtiyacım yok, boyasını da kendim yapardım . . .
Neden?
Çünkü çok konuşuyorlar! Soruyorlar; incik, cıncık, iş görüşmesinden beter. Ellerinden gelse insanda “kişisel alan” diye bir şey bırakmayacaklar. Biliyorsunuz, çok az meslek grubunda müşteriyle bu denli yakın çalışılır. Ve elbette dengeyi tutturmak hassas usta işidir; insana rahatsızlık vermemek. Mesela yine ben, kafamla oynanmasını hiç sevmem; hele o saçlarımın birbirinden iddialı kafa masajlarıyla yıkanma aşaması benim için tam bir eziyet. Her defasında, kuaförde işim bittiğinde, başım ağrıyarak, yorulmuş, sanki zorla konuşturulmuş, kişisel alanım istila edilmiş gibi hissederim; bir çeşit 'tükenerek' çıkarım o kapıdan.
Fakat . . . Son iki senedir bir kuaförüm var ki, ‘başıma’ gelen en güzel şey. Ayda bir görüşüyoruz, çünkü yalnız dip boyasına gidiyorum. – Erkek okuyucular yazıyı okumayı sakın burada kesmesin, başka bir yere bağlayacağım.
Bu işinin ehli, meslek sahibi beyefendi, insanı ağdalı selamlardan uzak, sade bir saygı ve sevgiyle karşılar, müşterisi konuşmadıkça konuşmaz, ne istediğini dinler, kendi önerisini söyler, ve yapar; gerçekten de hakkıyla yapar, çünkü çok da yeteneklidir.
Tanıdığım herkese anlatıyorum; kuaförümü çok seviyorum! Kuaförümü çok seviyorum!
Elbette yukarda saydığım üzere sevgimin çok sebebi var . . . Fakat aralarında bir tanesidir asıl kıymetli olan.
Dedim ya iki yıl oldu. Ve günler geçtikçe tüm bu avantajların arasında beni en mutlu eden şeyin o koltukta oturduğum süre boyunca, kişisel alanıma duyulan saygı olduğunu keşfettim.
Bilirsiniz, birinin kişisel alanınıza girmesi için illa sizinle konuşuyor olması, ısrarlı sorular sorması, size yanaşması, dokunması gerekmez, insanlar susarken bile birbirlerini rahatsız edebilirler.
Gel zaman git zaman, kuaförümü sapsarı, tatlı mı tatlı bir veletle yakaladım! Oğluymuş. Merhabalaştık, gülüştük, sarı kafa coşkuyla okşandı. Ve elbette bir sonraki görüşmemizde, bu sevimli oğlanın halini hatrını sordum. İşte o zaman öğrendim ki, kuaförümün oğlu otizmliymiş.
Henüz bir fikri olmayanlar için çok kısaca ve en belirgin özellikleriyle otizmli çocuklar; kendi kişisel alanlarına fazlasıyla düşkün bireyler; bu çocuklar dokunulmaktan haz etmezler, genelde ne zaman isterlerse o zaman konuşurlar, belli hareketleri ve kelimeleri tekrarlarlar, empati kuramazlar, göz temasını sevmezler, takıntılıdırlar, normal bir insana göre günlük olaylar için konsantrasyonları çok düşük ve kendi seçtikleri alanlar içinse inanılmaz yüksektir. Benim içinse topluma ayak uyduramayan, özel yeteneklerin sahibi insanlardır; tıpkı dahiler gibi . . . -Belki de biz onların dünyalarına ayak uydurmalıydık?
Konunun uzmanları ve birebir muhatapları benden çok daha iyi bilirler; otizmli bir çocukla yaşamak zordur; bununla beraber her gün yepyeni şeyler öğretir insana, dünyaya yeni baştan ve bazen tepetaklak bakmayı lüzumlu kılar. Ve insan, aslında empati kuramayan bir çocuğa yaklaşabilmek, onunla aynı dili konuşabilmek için kendi ‘empati’ kavramını sil baştan, yeniden sorgular, kendine belki her yeni günde bambaşka çıkar yollar bulur, bulamadığında yaratır. Dişini tırnağına takar. Çocuğu için!
Ve günün sonunda o anneyle baba, insana, canlıya, hayatın ta kendisine dair ‘bin milyon’ tecrübe kazanır. Sabır, sabır, sabır - özveri, özveri, özveri - sevgi, sevgi, çok sevgi ister bu iş!
Kuaförümün oğlunun otizmli olduğunu öğrendikten sonra onu bana sevdiren bu usul zarafetinin kaynağını, neden gözleriyle de gülebildiğini ve neden insanları asla yormayan, rahatsız etmeyen, kimi meslektaşları gibi sorgu sualle insanı boğmayan bir mizacı olduğunu çok iyi anladım . . .
Çünkü biliyor. Çünkü kişisel alanın önemini çok iyi biliyor. Çünkü üstüne hakikaten emek sarf ettiği, onun için gecesini gündüzüne kattığı bir çocuğu var. Bir baba. Duyarlı bir baba. Çocuğuyla, sabırla, ona saygı ve sevgi duyarak 'büyüyen' bir insan . . .
Aslında, tüm bunların hatırıma gelmesi, San Francisco’lu fotoğrafçı Timothy Archibald’ın bir fotoğraf albümüne rastlamama denk düşüyor. Archibald, otizmli oğlu Elijah’ı, hiç müdahelesiz, kendi dünyasında öyle duru bir halde fotoğraflamış ki, insanın o karelere tekrar tekrar bakası, Elijah ile beraber vakit geçiresi, sesli, sessiz zamanların içine dalıp gidesi geliyor . . .
‘Çocuk işi’ zor; başlı başına bir iş. Hele otizmli bir çocukla yaşamak çok daha zor. Ama öyle güzel anneler, babalar var ki etrafta, bu çocukların da güzel olmamalarının imkanı yok!
Bu toplum, mutlu olmayı hak ediyor. Birbirimize sahip çıkarak becereceğiz . . .
Timothy Archibald'ın fotoğrafları için .
@Vhilosopher
vuslaterkmen.com