Esrarın da Esrarı; Kara Kitap'ın Sırları

Uzun koridorda, gözleri tam karşıdaki çıkış kapısına mıhlı yürürken çıplak ayakları üşüdü.

Kış bu sefer gerçekten geldi demek ki . . .

Sola seğirip, loş odaya girdi. Kendisinden boşta kalan yastığı tek bacağının altına sıkıştırmış, henüz onbeş dakika önce üstlerini örten pikeyi bir dürüm gibi dolayıp beline sarmış sevgilisi, uyuyordu.

Yatağın yanına gelip, ellerini dizlerine yaslayarak eğildi sevgilisinin yüzünün üstüne. Dudaklarını değdirmeden ve nefesini tutarak, alnından aşağıya dek havada kayıp, burnunun kemikli yerine gelince durdu. Soğumuş kuru dudaklarıyla öptü oracığından çok çok çok uzun yıllık sevgili oyun arkadaşının.

Haberin Devamı

Belli belirsiz burnunu oynattı adam, kısacık bir süre için kaşları bir şeye kızmış gibi alnının ortasında “V” oldular ve hemen sonra eski çocuksu hallerini aldılar.

Sessizlik . . .

Kapının arkasındaki sandalyenin üzerinde duran kadife pantolonunu çekip, üzerine giydi. Dolabın altındaki çekmeceden kendine gelişi güzel bir çorap seçti. Yan odaya geçti. Anneler, babalar geldiğinde yatar diye bir türlü atmadıkları, o nefret ettiği gece mavisi, kalın kumaşlı kanepenin duvara yaslanmış sol yanına geçip, araya sıkıştırdığı minik bavulu aldı. Odadan çıkarken, bir an duraksayıp, yazı masasına yöneldi. Yanında üst üste bir yığın halinde kitapları . . .

Ne çok zamanı geçmişti bu masada. Ne şiirler, ne öyküler, eskiler, uykusu bölünen geceler, kimsenin ona yakıştırmadığı yalnızlık üstüne karalanmış binlerce dize ve kimselere al da bir bak diye okutulmayan defterler.

Halbuki hepsi gün gibi ortada. Hiç biri ne yorgan, ne yastık altında. Görebilene hepsi ayan beyan ortada . . .

Masanın sağ yanına gelişi güzel bırakılmış, bir aralar ıvır zıvır için ortak kullandıkları not defterine uzandı, yaprakları bir bir, usulca açtı. En son üstüne yazılmış sayfada, yine kendisinin sevgilisine yazdığı fakat sevgilisinin hiç bir zaman (ne hikmetse) rast gelip de okumadığı notlardan biri vardı. Eline kalemi alıp, hiç duraksamadan on, onbeş saniye boyunca kağıdın üzerinde götürdü, getirdi, çizdi, bıraktı . . .

Haberin Devamı

Ondokuz kelime yazdı . . .

Yalnız ve yapayalnız ondokuz kelime . . .

Ben, Rüya’nın Galip’i terk edişini buna benzer bir hüzün ve sadelikte hayal ettim hep . . .

Zira, "Kara Kitap"ında Orhan Pamuk, kitabının baş kahramanı Galip'in, ev kadını olan karısı Rüya'nın kendisini terk edişini anlatmaya şöyle başlar:

“Ondokuz kelimelik terk mektubunu Rüya, Galip’in her zaman telefonun yanıbaşında durmasını istediği yeşil tükenmez kalemle yazmıştı. Kalemi ortalıkta göremediği, sonraki araştırmalarında evde de bulamadığı için Galip, Rüya’nın, mektubu kapıdan çıkmadan son anda yazdığına karar verdi.”

Bir kadın, kocasını daha ne kadar sessiz terk edebilirdi?

Son anda bıraktığı ondokuz kelimeden başka?

Galip çaresizdi, Galip perişan . . .

Elinde ondokuz kelimelik veda mektubu, koca İstanbul’u tek başına ve karış karış aramaya çıktı Galip. Kimselere birşey diyemedi, soramadı, kaybını anlatamadı da. En az karısının gidişi kadar sessizdi şimdi . . .

Oysa, evde bütün gün polisiye romanlar okuyan çocukluk aşkı ve karısı Rüya’nın esrarengiz kayboluşu, sevdiği kadının günlük hayatından çok daha esrarengiz değildi. Asla. Bunu biliyordu Galip.

Haberin Devamı

Ve Pamuk şöyle anlatıyordu durumu:

“. . . Ya aşırı bir mutluluk anında (bir istisna) ya da bir kuşku anında, dün akşam yapmayı kurduğu gibi, Batılı filmlerdeki kocaları taklit ederek, karısına o gün evde ne yaptığını, ne yaptığını, açıkça soracak olsa, Batılı ya da Doğulu hiçbir filmde açıkça anlatılmayan belirsiz ve kaygan bir bölgeye girmenin huzursuzluğunu duyarlardı ikisi de. İstatistiklerin ve bürokratik sınıflamaların ‘ev kadını’ diye adlandırdığı o anonim kişinin, (Galip’in Rüya’ya hiç bir zaman benzetemediği o deterjanlı ve çocuklu kadının) hayatında böyle gizli, esrarlı ve kaygan bir bölge olduğunu Galip, evlendikten sonra keşfetmişti. . . .“

Daha fazlası da vardı:

“. . . Korkutucu olan şey, tıpkı yasaklanmış bir tarikatın sırları gibi, esrarın ‘ev kadını’ denen o kimliksiz kişilerin hepsine bulaşması, ama onların böyle bir sırları, gizli törenleri, paylaştıkları bir suçları, sevinçleri ve tarihleri yokmuş gibi davranmaları, üstelik de bunu, bir şey gizleme isteğiyle değil, bütün içtenlikleriyle yapmalarıydı. Hadım edilmiş harem ağalarının kilit üstüne kilit vurarak sakladıkları o sır gibi, hem çekici hem de iticiydi bu bölge: Varlığı herkes tarafından bilindiği için, bir kabus gibi dehşet verici değildi belki, ama hiç bir zaman tarif edilip adlandırılmadığı için esrarlı ve yüzyıllardır kuşaktan kuşağa geçmesine rağmen, hiçbir zaman bir gurur, güven ve zafer kaynağı olamadığı için de bu esrarı acıklıydı.”

Bir ev kadını, kocasını daha ne denli esrarda bırakıp gidebilirdi ki?

En basit görünen şey, yine mi en zoruydu? Galip, karlı bir kış gününde karış karış dolaşmaya başladığı İstanbul’da, karısından bir ize rastlayabilecek miydi?

“Kara Kitap’ın Sırları”

Orhan Pamuk’un, ilk baskısı 1990'da çıkan Kara Kitap'ı, yazarın, benim için unutulmayacak, ve hatta yukarda okuduğunuz kısa hikaye gibi, üstüne yazılar yazılacak kadar kıymetli kitaplarındandır. Kayıp Rüya’nın üzerinden Pamuk'un ev kadınlarının gizemli dünyasını anlattığı pasajlarsa, bana kalırsa, usul bir kayboluş ve derin bir esrarın peşindeki arayışla geçen ana öyküyü heyecanlı kılan, kitaptaki can alıcı pek çok vurgudan sadece biridir. [Kitabın diğer karakteri ve Galip’in kendinden geçecek kadar hayranlıkla takipçisi olduğu köşe yazarı Celal Salik’in hikayeleri ise ayrı bir deryadır örneğin . . . ]

Pamuk, hayranları ve edebiyat çevreleri arasında da başyapıtı sayılan bu esrarlı kitabı hayal ederken ve yazarken geçirdiği zamanları, topladığı notlarını, ilk göz ağrısı olan ressamlıktan miras çizimlerini ve romancılık sırlarını bir araya getirerek, hepimizi şimdi esrarın da esrarına davet ediyor.

Deyim yerindeyse, Kara Kitap’ın atölyesi olarak nitelendirilebilecek “Kara Kitap’ın Sırları”, Yapı Kredi Yayınları’ndan çıktı.

Henüz okumayanlar için elbette önce "Kara Kitap" ve sonra "Kara Kitap'ın Sırları" . . .

Hazır önümüz kışken, bugünler, bir esrarlı kitaptan diğerine geçmek için şahsen bana çok cazip geliyor . . .

“Rüya’lar en üst kata taşındıktan birbuçuk yıl sonra, yani ilkokul üçüncü sınıftayken, bir Cuma akşamıydı; hava kararırken Nişantaşı Meydanı’ndan kış akşamının araba ve tramvay gürültüleri gelirken, o günlerde birlikte keşfedip kurallarını saptadıkları ‘Sessiz Geçit’ ve ‘Ben Görmedim’ oyunlarını karıştırarak keşfettikleri yeni bir oyunu oynamaya başlamışlardı:

‘Yok Oldum!’ . . . “

@Vhilosopher

vuslaterkmen.com