Efe Işıldaksoy diye bir adam çıkmış, resim yapıyor, sonra da gidip çöpe atıyor!
Biten her resmini sosyal medyadan o gün hangi civardaki çöplüklerden birine atacağını ilan ediyor. Eserini bulup, alanlarla işi yok, yalnız bir ricası var; kendi deyimiyle “çöp”ün nerede ve nasıl değerlendirildiğini bir fotoğrafla görmek istiyor. Bu kadar.
Sanat. Çöp. Bedava.
Kafanız mı karıştı?
Efe, kendi Facebook hesabında haklı ve çok da yerinde bir felsefi çıkarımla niyetini şöyle anlatıyor:
“Neden çöp? Üzerinde bulunduğumuz dünyada milyonlarca yıldır yaşıyoruz ve geldiğimiz noktada her şey satılık. Yeterince para öderseniz her şeyi alabilirsiniz. Para vermeden alabileceğiniz şeyler ise sokağınızdaki çöp tenekesinin içerisinde. Sanatın değeri, uğruna ödenen para ile ölçülüyor ve sanat gitgide insandan kopuyor. Uğruna para ödensin diye yapılıyor resimler, bilet satılsın diye oynanıyor oyunlar, çekiliyor filmler. Ben resimlerimi neden mi çöpe atıyorum? Çünkü onlar satılık değil. Onlara para verip evinizin duvarına süs yapamazsınız. Ya da girişi paralı bir sergiye, belirli bir kesimin görmesi için asamazsınız... Çöpten farksızlar, çünkü onlar için hiç para ödenmedi.”
Tam diyecek oluyorum ki;
- “Peki sanatçı ekmeğini nereden çıkaracak?”
Diyor ki;
- “Ekmeğini çöplerin içinden çıkaran insan, “sanat” demeye başladığında uygarlaşacağız ya da kimse çöplerin arasında ekmek aramadığında.
Efe’ninki bir düş müdür?
Belki şimdilik öyledir. Çünkü böyle güzel bir düşün gerçekleşmesi için, birbirine bağlı peşi sıra birçok düşün de hakikate dönüşmesi gerekir.
Fakat tüm bu düşler, güzelim dünyamızda vücut bulduğunda, yani mesela:
- “Ben kim oluyorum da kendime ait bir fikrim olacakmış” demeyi bıraktığımızda,
- Politikacıların ardından “yaşa! varol!” diye haykırmaya son verip, kendi hayatımızın iplerini elimize aldığımızda,
- Sevgiyi paradan, özgürlüğü komşunun fikrinden üstün tuttuğumuzda,
- Büyük savaşçıların ve diktatörlerin sözlerini değil de, gerçekten büyük adamların sözlerini içimizde hissedebildiğimizde,
- Çocuklarımızın öğretmenlerine ödediğimiz maaşlar, siyasetçilere ödediğimizden fazla olduğunda,
- Bir kadın ve bir erkek arasındaki sevgiye, evlilik cüzdanından çok daha fazla saygı gösterdiğimizde,
- Ve kadınlar ve erkekler sadece aşk için seviştiklerinde,
- Neşe içinde kuyruk sallayan bir sokak köpeği ya da mutlulukla şarkılar söyleyen bir çocuk sesi bizi rahatsız etmediğinde,
- Kız çocuğumuz bize bir oğlana aşık olduğunu söyleyebildiğinde ve bunu duyduğumuzda öfkelenmek yerine ona sevgiyle sarılabildiğimizde,
- Sokaklarımızda acı ve sefalet yerine mutluluk, okullarımızda dayak ve küfür yerine adına yaraşır eğitim kol gezdiğinde,
- Toplum, çocuğuna ve yaşlısına bakabildiğinde.
- Babasız çocuklar kaygıyla değil güvenle büyüdüğünde,
- Yazgımızı kendi avuçlarımıza alarak, iç sesimizi dinlediğimizde,
- “Devlet”, “sosyalizm”, “tanrı” ya da “ulusal onur” adına yaşamı öldürmeyi bıraktığımız anda...
Sanat da artık özgürleşir. Kıymetlenir. Tekelden çıkıp çeşitlenir; “rölativite” hakkını işte o zaman bileğiyle kazanır. Çünkü ekmeğini refahla kazanabilen, kendi fikrine güvenen, sevdiği işlerle meşgul olabilen, sevdiği insanlarla bir arada olmayı, sevmeyi, sevişmeyi, üretmeyi bilen insanlar sanatın da tam olarak ne demek olduğunu çok iyi bilirler.
O zaman sanatını çöpe atan Efe Işıldaksoy’un da kızgın ve küskün bir nükteyle dediği gibi sanat, “sanatçılar”ın elinden kurtulur. Çünkü Picasso’nun da dediği gibi aslında her çocuk sanatçı doğar... Ta ki ekmek kavgasına girene kadar...
Bu keskin sarmalı kırmak elimizde mi?
Elimizde.
Bu ilginç adamı ve felsefesini kendi Facebook ve Instagram sayfalarından takip edebilirsiniz.
Memleketimde kafalar değişiyor...
Ve düşlerin gerçek olabileceğini hepimiz biliyoruz.
Geriye sadece istemek kalıyor...
Fotoğraf: Efe Işıldak'ın Facebook sayfasından alıntıdır.
@Vhilosopher
vuslaterkmen.com