Suçlama, bir insanın tekrarlı bir şekilde sorumluluğu kendisi dışındaki birisine ya da bir şeye yönlendirmesidir. Hem dikkat çekmek hem de dikkati üstünüzden uzaklaştırıp başkasına yönlendirmek için kullanılan durumlardan biridir. Bir tür drama dersek hiç de yanlış olmaz.
Suçlamanın bir de bazı yan etkileri olur. Bunlardan bazıları şunlardır;
Kişi başkalarını suçladığında bilinçsizce kendisini güçsüz duruma sokar. Bu durum kişinin kendi kendisine ihanet etmesi şeklinde de yorumlanabilir. Güçsüzlük durumu, suçluluk, pişmanlık ve utanç şeklinde gruplanmış kutsal üçlüyü de yanında getirir, tek başına dolaşmaz.
Kişi başkasını her suçladığında ruhunu da güçsüzleştirir. Kontrolü dışında yaşanan olayların kölesi haline gelir.
Hikayelere tutundukça an yerine geçmiş seçilmiş gibi olur. Gerçek şu ki geçmiş deneyimlerden bir şeyler öğrenmediysek onları bu ana getirmenin bir faydası yoktur.
Suçlama halindeyken hikayenize bir mahkeme salonunda savunabilecek kadar inanabilirsiniz. Halbuki gerçek değildirler, onlar sadece “Geçmiş Duygusal Yüklerinizin Zihinsel Algıları”dır.
Suçlamayla ilgili belki de en büyük hata yaşadığımız deneyimlere göre kendimizi
konumlandırmaktır. Deneyimler bizi temsil edemezler. Çünkü farkındalığımız arttığında, kendimizi geliştirdiğimizde deneyimler de değişirler. Dolayısıyla onlara sıkı sıkıya tutunmak yanlıştır. Deneyimlerin kalitesini arttırmak istiyorsak öz farkındalığımızı arttırmalıyız. Yaşanmışlıkları temcit pilavı gibi sürekli gündeme getirmek bizi korumaz hatta daha geriye götürür.
Peki, bu suçlama hali ne zaman sona erer?
Hayatımızdaki deneyimlerin kalitesini sağlama sorumluluğunu üstümüze almaya hazır olduğumuzda….
Her Daim Sevgi ve Işıkla
Sibel KAVUNOĞLU
Kaynak: Varoluş Süreci M.Brown