Çocuklar, neslimizi aktardığımız, geçmiş ile geleceği birbirine bağlayan yegane varlıklardır. Kendi kimliği ve özellikleri ile ailemizin ve toplumun önemli parçasıdır. Çocuk, yetişkinler ve toplumsal kurumlar tarafından da korunması, kollanması gereken en küçük bireydir. Çocukluk çağında, sosyalleşme ve iletişim kurma becerisinin arttığı, dilin kullanımının öğrenilip olgunlaştığı dönem yaşamın tamamı adına oldukça önem taşıyor.
Günümüzde teknoloji ve iletişim alanında yaşanan hızlı gelişmeler ve modernleşmenin yaşama getirdikleri, iletişimin çeşitliliğini ve karmaşıklığını her geçen gün artırıyor. Bu süreçte yetişkinler ve çocuklar arasında, aile ve sosyal çevre içindeki iletişimin seyri de değişiyor. Çocuğun aile ve okul içinde oyun kültürüyle başlayan sosyalleşme süreci; yaşının büyümesi, becerilerinin ve ihtiyaçlarının artmasıyla çeşitleniyor.
Teknolojinin geldiği noktada çağdaş anlatıcı televizyon, çocuklar için en etkili ve tercih edilen eğlence araçlarından biri olmaya devam etse de, gittikçe artan oranda evde, okulda ve sosyal yaşamda elektronik medyalar ile iletişim kuran, sanal dünyada var olan çocuk ve genç nesil ile karşı karşıyayız. Tabletleri ve cep telefonları bedenlerinin parçası olmuş, arama motorlarından hızla bilgi toplayan ve kullanan, sosyal medyanın diliyle; kısa, simgesel ve esprili konuşmaya çalışan, görsel kültürün hedefi ve tüketicisi konumundaki bir kitle oldu çocuklarımız ve gençlerimiz. Doğal olarak televizyon deneyimleri de çok çeşitli, hızlı ve hareket halinde. Yoğun olarak takip ettikleri şeyler kimliğinin simgesi, izledikleri yıldızlar rol modelleri haline gelebiliyor.
Her zaman her yerde kolayca ulaşılabilirlik sayesinde ekranlardan kopmayan çocuklar için en önemli sorun; gerçeklik algısının bozulması. Çocuklara kurmaca gerçeklikler içinde sunulan içerikler, onları somut yaşam pratiklerinden ve gerçekliklerinden uzaklaştırıyor. En önemlisi; her ne kadar materyaller farklı görülse de bu çoklu medya ortamlarında hazırlanan içerikler, birbirlerine çok benziyor ve çocukları aynılaştırıyor. Aynı zamanda günlük hayatta iletişim kurmaktansa oyunlarda sanal bağlantıda olmak aynı şekilde düşünen ve hareket eden modeller üretiyor.
Teknolojinin iyi niyetli kontrol mekanizmasını yönetemediğimiz için yerini yapay bir güç paranoyasına bıraktı. Yetişkin ve çocukların ‘her an izleme/izlenme, takip etme/edilme, gözetleme/gözetlenme pratikleri içinde kayboluyoruz.
Ekran bağımlılığı ile çocukluğu yok olmuş; sokakta oyun oynamayı unutmuş, aile içinde, sosyal yaşamda çok az konuşan, kendini ifade etmeyen, yaşam becerileri gelişemeyen, gerçeklik algısı sürekli kırılan çocuk ve gençlerimiz, gerçek yaşamda ne kadar ilerleyebilirler? Küçük ama etkili adımlar atarak bu tür çocuklar için bir şeyler yapabiliriz. Ebeveynler olarak önce ekranlarla olan ilişkimizi, bağımlılığımızı sorgulamalı, öz eleştiri yapmalıyız. TV ve elektronik medya ekranlarındaki çocuğa sunulan içerikler hakkında bilgi sahibi olmalıyız. Sizin veya çocuğunuzun takip ettiği içerikleri, onunla seyretmeniz, olumlu ve olumsuz özellikleriyle üzerinde konuşarak değerlendirmeniz oldukça önemli. Böylece aile içinde tartışma ve yorumlama kültürünü de geliştirebilirsiniz. Özellikle şehirlerde yaşayanların yaygın sorunu olan yeterince birlikte zaman geçirememe olgusunu hafifletmenin yollarına odaklanabilirsiniz. Bireyselleşme ile yalnızlaşma arasındaki farklar üzerine çocuklarınızla birlikte yorum yapabilirsiniz. Acaba çocuklarınız ekranda neyi arıyor? Günlük hayatta, ailesinde, arkadaşlarında bulamadığı ne var ki ekranda bulduğunu zannediyor? Bu sorulara dikkatinizi vererek ve çocuğunuzu tanımaya çalışarak onu anlamanın gerekliliğini fark etmeniz önemli.
Sınırlandırma ve dengeli kullanımdan başlayarak, çocuklarımızın ekran pratiklerini kontrol etmeli, edebilme bilgi ve becerisine sahip olmak için çaba göstermeliyiz. Sürekli tavır ve karar değiştirmek, yetişkinlerin kendi huzurları için bu sorunu görmezden gelmesi de sorunun hızlıca ilerlemesine destek veriyor. Çocuklarımızdan hareketle geleceğimiz adına ekran deneyimlerimizi daha sağlıklı hale getirebilmek için gün içinde ekrana ayırdığımız zamanı tespit etmeli ve neden ekrana bakarak vakit geçirdiğimizi, ne aradığımızı, ne hissettiğimizi, hangi duygularımızı tamamlamaya çalıştığımızı gözlemlemek faydalı olabilir.
Gerçek ile sanal arasındaki fark çocuklara olduğu kadar yetişkinlere de büyülü ve güzel görünüyor. Artık hayatlarımızı ekrandan ayıramayız. Karar vermemiz gereken şu ki, ekran mı hayatlarımızı yönetecek biz mi ekranda kalma zamanımızı yöneteceğiz? Boş zaman kavramını yeniden düşünmemiz ve yorumlamamız gerekiyor. Ekran tüm boş anları dolduruyor. Çocuklarımız ile dünyamız değişti, onlar ve sonrasındaki nesiller bizlerin çocukluğunu yaşamayacak. Onların bizi anlaması oldukça zor. Biz onların dünyasını keşfederek söz sahibi olabiliriz.
Ebru Demirhan