21.02.2010 - 01:00 | Son Güncellenme:
Asu Maro
Dört kadın bir araya gelip bir masaya oturunca ne konuşurlar? Birisi detoksa gidip müthiş kilo vermişti, acaba şimdi bir profiterolü bölüşmenin zamanı mıydı? Kahve fincanını kapatsak biri bakıp “İki yalan söyleyiverir miydi?” Peki öteki saçını fönletse miydi, doğal mı bıraksaydı?
Birden bu eğlenceli gidişe bir dur demem gerektiğini fark ettim, ekibin soru sorucusu olarak. Büyükten küçüğe Dolunay Soysert, Ezgi Mola, Özge Özpirinçci, Zülfü Livaneli’nin 26 Şubat’ta gösterime girecek “Veda” filminin üç oyuncusu, Mustafa Kemal Atatürk’ün hayatının üç kadınıydılar. Dolayısıyla konumuz filmdi, Atatürk’tü ve tabii ki Zübeyde (Dolunay Soysert), Latife (Ezgi Mola), Fikriye (Özge Özpirinççi)... Üç oyuncu, kâh kendileri, kâh oynadıkları karakter oldular konuşurken. Galiba biz o gün orada dört de değil, yedi kadındık aslında.
Ekibin en küçüğüyle başlayalım, Fikriye ile ilgili bir düşünceniz var mıydı bu filme kadar?
Özge Özpirinçci: Fikriye Hanım açıkçası çok bildiğim bir karakter değildi tarihte. Oynayacağımı öğrendikten sonra daha çok üzerine gittim konunun. Beni en çok etkileyen kaynak, Melike İlgün’ün “Kemal’e Eren Kadınlar” kitabı oldu. Latife Hanım ile Fikriye Hanım’ın öldükten sonra hesaplaşmalarını anlatıyor. İnanılmaz güzel bir romandı, çok ağladım okurken. Ve yorum açısından çok şey kattı bana. Çok az bilgi var Fikriye’yle ilgili. Fikriye Hanım’ın Atatürk’ün akrabası olduğunu çok az kişi biliyor mesela. Zübeyde Hanım’ın ikinci eşinin yeğeni. Ve Fikriye Zübeyde Hanım’ların evinde Atatürk’ün fotoğrafını görüyor ve fotoğraftan âşık oluyor ona. Sonra karşısında görünce zaten el ayak gidiyor.
Zübeyde Hanım onu istemiyor ama...
Dolunay Soysert: Bence biraz aile ilişkilerinden dolayı da istemiyor. Üvey babanın akrabası olması, evin içinde büyümüş bir kız olması, o zamanlar “Yakışık almaz” durumu da daha hakim. Zaten tutucu bir kadın Zübeyde Hanım. Katı prensipleri var, o yüzden bu tip bir şeye çok kolay evet diyebileceğini zannetmiyorum.
Özge Ö.: Bildiğim kadarıyla ilk başta Fikriye’yi çok seviyor Zübeyde Hanım. Selanik’ten gelme o da, kendi kızı gibi seviyor ve bir ara “İyi bakar benim Mustafa’ma” diyor. Ama daha sonra Enver Paşa saraydan bir sultanla evleniyor. Zübeyde Hanım da tabii oğlunu çok yükseklerde görmek istediği için “Benim oğlum da sultanlara layık” diyor. Çünkü Fikriye’nin onun gözünde evindeki hizmetliden pek farkı yok aslında.
Daha önce Latife Hanım’ı oynayan Dolunay Soysert şimdi Zübeyde Hanım
Latife Hanım için sizin seçilmeniz nasıl oldu? Fizik olarak pek benzemiyorsunuz, hatta siz fazla güzelsiniz...
Ezgi Mola: Böyle şeyler olunca mutlu oluyorum çünkü o resimden ziyade oyuncu yapar mı yapamaz mı diye değerlendirilmiş oluyor. Bu benim için gerçekten çok önemli. Zülfü bey (Livaneli) çağırdı beni, fazla bir alternatif olmadığını, beni istediklerini söyledi. Ben çok heyecanlandım. Zaten bir dönem filminde oynamak istiyordum, Zülfü bey gibi Türk tarihine hakim, sağlam bir Atatürk sempatizanı yönetmenle çalışacağım için de heyecanlandım.
Nasıl bir kadın sizin Latife’niz?
Ezgi M.: Ben Latife Hanım’a çok hayran kaldım. Duruşuna, hayata bakışına... 4-5 yaşında bu kadın altı-yedi tane mürebbiyeden altı-yedi dilin dersini alıyormuş. Çok donanımlı, vizyonu geniş, çok iyi, varlıklı bir ailenin kızı olduğu için de gayet rahat koşullarda dönemine göre yaşamış ve hiçbir imkandan kaçınılmadan büyümüş bir hanımdan bahsediyoruz. Zaten Atatürk de sanıyorum bu duruşuna âşık olmuş.
Âşık olmuş mu sizce?
Ezgi M.: Aşk demek birazcık riskli olabilir, hayranlık daha ağır basıyor sanırım. Çünkü karşınızda çok dik duran, kendinden emin ve sorabileceğiniz her türlü soruya derinlemesine, sağlam cevaplar verebilecek bir kadın duruyor. Ve öyle bir dönemde, savaş sırasında tanışıyorlar, kadın o kadar cesur ki bir yerlerden sıyrılıp Atatürk’ün yanına gelerek “Buyurun, benim evim sizin karargahınız olsun” diyebiliyor.
Dolunay S.: O dönemde görülen kadın tiplemesinin dışında bir kadın. Hayran olması ve etkilenmesi çok normal. Ben eski Latife’yim bir yandan, “Cumhuriyet” filminde Latife’yi oynadım. Çok garip bir şekilde bu üç kadın birbirini çok tamamlar durumdalar. Üçünü bir kalıba dökseniz mucize bir kadın yaratabilirsiniz. Bir tarafta görenekçi, dini bütün bir kadın, anne, biri çılgın bir aşk, tutkulu bir kadın, öbür tarafta çağdaş, düşlediği, “Türkiye’nin bir gün bu kadınlarla dolmasını istiyorum” dediği bir kadın. Latife - Zübeyde ve Fikriye karması aslında bir erkek olarak ihtiyacı olan bütün kadınları karşılıyor.
“Son sahneden sonra bütün ekip alkışladı, tiyatronun tadını aldım”
Bir de bütün ekibin alkışladığı sahne varmış, Fikriye’nin son sahnesi. Onu anlatır mısınız?
Özge Ö.: Evet ya. Benim son sahnem, köşkten çıkıp faytona bineceğim. Ağlaya ağlaya çıktım ve etrafımdaki her şeyi unuttum o an, tam binmek üzereyken ayağım takıldı, düşme oyunu yaptım, içimden öyle geldi. Ağlayan bir kadın mesela tırnağı kırılır, daha çok ağlamaya başlar ya, ben de düştüm, daha fazla ağlamaya başladım. Kestik demediler bana, birden tek bir alkış duydum, sonra bütün set, 100 kişi alkışlamaya başladı. Nefes alamadım bir süre, çok güzeldi benim için. Çünkü ben hiç tiyatro yapmadım, yapmayı da şu an düşünemem. Ama o öyle bir his herhalde, tiyatro yapan arkadaşlarım söylüyor, “Alkış insana başka bir şey veriyor” diye. Ben onu ucundan da olsa tattım bu filmde.
Neden düşünmüyorsunuz tiyatroyu?
Özge Ö.: Tiyatronun elimi kolumu sallaya sallaya yapabileceğim bir şey olduğunu sanmıyorum. Kendime saygımdan ötürü ben öyle bir şey yapamam. Televizyon ve sinemada bile bazen eğitimsiz oyunculuk yapmak benim içimi burkarken, tiyatro sahnesine çıkmak imkansız. Ben eğitimci bir aileden geliyorum, babam şu anda benim eğitimsiz bu işi yapıyor olmama tahammül edemiyor. Sürekli “Git şunun eğitimini al, kursa git, okula git” diyor.
“Lütfen yüzünde Zübeyde Hanım makyajıyla pop kültürden bahsetme!”
Eşiniz Sinan Tuzcu hem Atatürk’ü, hem babası Ali Rıza Bey’i oynuyor filmde...
Dolunay S.: Evet, ben yurtdışındaydım, Sinan’a Ali Rıza Bey teklifi geldiğinde çok sevindim. Heyecanlı telefon konuşmalarımız oluyordu, bir seferinde dedi ki “Zübeyde Hanım için de seni düşünüyorlarmış.” İki-üç gün sonra döndüm, yapımcılarla görüşme yaptık, “Nereden nereye kadar götüreceğim bu kadını?” dedim. Atatürk için dört ayrı yaşta oyuncuyla çalışıyorlar çünkü. “Biz 20’sinden 68’ine kadar seninle çalışmak istiyoruz” dediklerinde ben bir korktum. Fakat çok rahatlattılar beni. Sonra da Sinan, Mustafa Kemal oldu işte. Karı-koca oynayacağız diye sevinirken birdenbire anne-oğul da olduk.
Özge Özpirinçci bu konuda Sinan Tuzcu’ya “Rahatlıkla anam avradım olsun” diye yemin edebilirsin diye espri yapmış...
Dolunay S.: Evet muhteşem, çok zekiceydi bence.
Zübeyde nasıl bir kadın sizin yorumunuzla?
Dolunay S.: Çokça Zülfü beyin kaleminden çıkmış bir Zübeyde var. Tabii ki anlatılanlara da dayandırılan şeyler var ama Zübeyde’nin 20’li 30’lu yaşlarındaki hali, duyguları, bunlar yazılmış şeyler değil. Bu bir anlamda bana diğer oyunculara göre bir esneklik sağladı, biraz bana ait kaldı Zübeyde. En yaşlı halimle Latife köşküne geldiğim, gelin adayı Ezgi ile tanıştığım sahnede bir anda geçmişe döndüm. Kendi 23 yaşıma. Ben “Cumhuriyet” filminde oynarken o köşke Latife olarak gelmiştim, bu merdivenlerden Ezgi gibi inmiştim ve eğilip Zübeyde Hanım’ın, yani Macide Tanır’ın elini öpmüştüm. Şimdi ben Zübeyde Hanım olarak oradayım. Tabii ki Macide hanımın eline su dökemem, muazzam bir Zübeyde Hanım’dı, ben hâlâ her lafını hatırlarım. Umarım kıyısından köşesinden yaklaşmışımdır role, o kadar söyleyebiliyorum.
“Kostümleri giydiğimiz andan itibaren Sinan’la aramıza tuhaf bir uzaklık giriyordu, yaklaşamıyorduk”
Karşınızdaki kocanız gibi geldi mi Sinan Tuzcu ile oynarken?
Dolunay S.: Hiç gelmedi. Sette eşofmanını çıkarıp da o kostümü giydiği anda tuhaf bir uzaklık giriyordu aramıza. Ben karavandan hep onu izliyordum, yaklaşamıyordum, insan kendi eşine yaklaşamaz mı? O da beni görmek istemiyordu, o makyajlı halime çok dayanamıyordu. Karavana girmiyordu resmen. Serhat (Kılıç) defalarca çağırdı çünkü ben de bozuluyorum bir süre sonra. Normal konuşuyorum mesela, “Lütfen o suratla hayat meselelerinden, pop kültürden filan bahsetme” diyor. O sırada televizyon açık, “Bu klibi seyrettiniz mi?” diyorum, Sinan çıkıyor dışarı.
Ezgi M.: Düşünsene, Zübeyde Hanım Lerzan Mutlu klibini eleştiriyor, olacak iş mi?
Ne kadar sürüyordu makyajınız?
Dolunay S.: 6,5 saat sürüyordu yaşlılık, 1,5 saatte de çıkıyordu. Gençliğim de 3,5 saat sürüyordu. O da çok ağır geldi,
genç oynamak için makyaja ihtiyaç duyar hale geldim diye. Ama sonra bu durum kendimle de çok önemli bir barışın imzalanmasına sebep oldu. Yaşlı halimi de çok sevdim ve 30’lar sendromunu aşmamda yardımcı oldu bana Zübeyde.
“Bu büyük karakterleri oynamak Sinan’ı da beni de korkuttu”
Evde birlikte çalıştınız mı eşinizle?
Dolunay S.: Aslında hiç öyle bir huyumuz yoktu, ilk kez bu projede karşılıklı birbirimize okuduk ve “Acaba şunu nasıl yapmalıyım?” diye sorduk. Çünkü ikimiz de çok korkuyorduk ve endişeliydik. İş böyle büyük, kahraman karakterler olunca insan tedirgin oluyor. O zaman yanında, ötende berinde birilerinin seni “Haydi, yaparsın sen” diye kaldırmasına ihtiyaç duyuyorsun. Zaman zaman düşen ben oldum, zaman zaman o oldu, birbirimize destek verdik.
Size destek var mıydı erkek arkadaşınız Umut Kurt’tan?
Ezgi M.: Yok, ben o dönem birazcık daha içime kapandım sanırım. Kendi içimde konsantre olmaya çalıştım çünkü bu kadının farklı bir duruşu olduğunu düşünüyordum. Benimle hiç alakası olmayacak da bir şey, hem fiziki olarak hem düşünce olarak. Dolayısıyla ben elimden geldiğince yalnız kalmaya çalıştım. Umut’la da o süre zarfında çok fazla konuşmadık. Sadece o da Dolunay’ın dediği gibi motivasyon ve destek amaçlı hep yanımda olan biri zaten. Filmin her aşamasında da öyleydi.
Sizin de oyuncu bir erkek arkadaşınız var, Engin Altan Düzyatan...
Özge Ö.: Evet ben Altan’ın eğitiminden faydalanmak istedim. O çok yoğundu o ara, ben de bazen çok ısrarcı oluyorum, kendimden nefret ediyorum. Neyse o bakmadı, ben de “Ne hali varsa görsün” dedim. Bir gün evdeyim, o da bizde. Masanın üstünde senaryo duruyordu. Ben de kendime kıyafet beğenmeye çalışıyordum içeride. Bir geldim, Altan’ın senaryo elinde, gözünden yaşlar akıyor. Fragmanı ilk izlediğinde de bana “Senin o ‘Paşam!’ diye bağırışına gözüm doldu, çok yabancılaştım, aferin, çok güzel iş çıkarmışsın” dedi. O öyle deyince ben ödül kurabiyesi verilmiş köpek yavrusu gibi oluyorum, seviniyorum.
“Bir adamın eski ve yeni sevgilisi ne zaman karşılaşsa gerginlik olur”