PazarÜniversitelerimizin durumu

Üniversitelerimizin durumu

26.09.2004 - 00:00 | Son Güncellenme:

Akademik dünyamızın problemi hiç eser verilmemesinden çok, az verenle çok verenin ve hiç çalışmayanın aynı çadırda barındırılması. İlim ve alimin verimliliğini ölçecek kriterlerimiz yok

Üniversitelerimizin durumu

Bazı şeyleri itiraf etmemiz gerekir. Taşra üniversiteleri taşra gençliğini taşrada kapatmak gibi safdil ama haksızca bir talebe dayanır. Ulusal aydın sınıfımızın genç üyelerinin büyük şehirlerde okuyup hayatı ve yeni Türkiyeyi tanıma gerekliliğini kimse düşünmemiştir. 1980lerin bu projesi maalesef İTÜnün, Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesinin bir grup üyesinin iyi niyetle de olsa yanlış başlangıcıdır. Yanlışın neresinden dönsek kârdır. Yeni hükümetin, yeni planlanan üniversiteleri büyük şehirlere kurması gerekir. Yeni ders yılı başlıyor; Türkiyede üniversitelerin akademik yıl açılışı pek tantanalıdır. Hatta bütün dünyada açılışın siyasi bir tiyatroya, mesajlara konu edildiği tek yer Türkiye üniversiteleridir. Bakanlar seçim bölgelerindeki üniversitelerin açılışını tercih ederler, cumhurbaşkanı ve başbakanın açılış nutku her zaman için bir mesajdır. Bu açılış törenlerinin ardından üniversiteler unutulur; ne yaptıkları, ne halde oldukları geniş toplum katmanlarını bırakın, basının ve aydın zümrenin dahi takibi altında değildir. Basında üniversite ile ilgili yazıların bu kurumun dünyada ve Türkiyedeki yerini bilenlerce ele alındığı da pek söylenemez. Maalesef Türkiyede basın taşra üniversitelerinin yayılışını garip ve bilgisiz bir popülizmle desteklemiş, ondan sonra bu üniversitelerin halini dikkat ve ilgi alanı dışında bırakmıştır. Dikkatimizden kaçan bazı olumlu kurum ve gelişmelerden de bahsetmek gerekir. Tanzimattan beri başlayan tıp ve mühendislik alanındaki atılımlar ve cumhuriyet dönemindeki gayretlerle Türkiye üniversiteleri inanılmaz başarılar sergilemiştir. Büyük Petro Rusyasının 18inci yüzyıldaki atılımlarını bir asır geriden takip etsek de devşirdiklerimiz hemen hemen ona yakındır. Nitekim, tıp ve mühendislik alanındaki başarılarımız hem akademik hem de ticari alanda kayda değerdir. Rusyanın aksine mühendisliği akademik duvarlardan iş hayatına da geçirmeyi başarmışız. Boğaziçi, İstanbul Teknik, Bilkent, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Hacettepe Tıp Fakültesi, Galatasaray ve yenilerde Koç Üniversitesi son 40 yılın devasa patlamalarıdır. Başarılı üniversiteyi devletin veya sadece vakıfların kuracağı gibi bir slogan pek yaygındır. Oysa iyi üniversite kurmak için inançlı, sebatlı ve idealist olmak gerekir. O zaman para da bulunur. Yukarıdaki listeden de görüldüğü gibi bu gibi kadroların ve kişilerin öncülük ettiği üniversiteler hem vakıf hem de devlet sektöründe vardır. Bizdeki tip gelişmelerin örneğine ancak ABD, Japonya ve İsrailde rastlanır.Son birkaç yıldır devlet ve vakıf üniversitelerinde az sayıda öğrenci eğitilen nitelikli hukuk fakültelerinin kuruluşuna ağırlık verildi. Bu geç kalmış ama kaçınılmaz bir gelişmedir. Hukuk devrimimizi yapalı 80 yıl oldu ve bu alandaki eğitim eksiğimizi henüz tamamlıyoruz. Umutlu bir gelişmedir. İngiltereye kadar kıta Avrupasında rastlanmayan bir akademik bünye ortaya çıkmıştır. Bunu yakından inceleyip öyle tartışmak gerekir. İnanılmaz başarılar sergiledik Milletlerarası yayınlarda bizim hocalara yapılan atıflar genellikle tıp ve mühendislik alanında oluyor. Atıfların sayıldığı "Social Science Index" gibi kaynaklar maalesef sosyal bilimler dalında önemli Avrupa mecmualarını bile hesaba katmıyor. Çok fazla Anglosakson kalıyorlar. Kaldı ki ilahiyat ve hukuk gibi dallarda Türk akademik dünyasının kimler tarafından ne kadar zikredileceğini düşünmek bile gereksizdir. Dolayısıyla buradaki sayımlara bakarak liste çıkarmak pek hakça bir bilgilendirme sayılmaz. YÖK üyelerinden İlhan Tekelinin boyunca kitap yazdığını herkes bilir. Sadece iki eserinin zikredilmesini anlamadım. Verilen rakam zaten "Social Science Index"teki atıflara dayanıyor olmalıdır. Hiç şüphesiz ki Türk akademik dünyasının problemi; hiç eser verilmemesinden çok, az eser verenle çok eser verenin ve hiç çalışmayanın aynı çadırda barındırılması, aynı çorbayı beklemesidir. Bilim adamlarını değerlendirmede kıstas olarak müracaat edilen akademik kuruluşlarda da bazı zaaflar vardır. 1983te Tarih Kurumu yeniden düzenlendiğinde Ekrem Akurgal ve Halil İnalcık hoca dahi liste dışıydı. Sonradan Halil hoca konusunda tashih yapıldı ama Ekrem hoca için kimse oralı olmadı. Meşhur arkeolog Halet Çambel, Tarih Kurumuna hiç seçilmemişti. Abdülbaki Gölpınarlının da böyle bir yerlere "layık görüldüğünü" işitmedim. En son tutarsızlık ise TÜBAnın (Türkiye Bilimler Akademisi) birkaç yıl önceki seçimlerinde Şerif Mardinin üyeliğini reddetmesidir. Yanlış bilgi veriyorsam düzeltmeye hazırım... Dolayısıyla ilim ve alimin verimliliğini ölçecek kriterlerimiz yok. Gençlere başarılı yıllar diliyorum. Kendilerini yetiştirme disiplini ve alışkanlığını edinmezlerse üniversite diplomasından hiçbir hayır beklemesinler. Bazı zaaflarımız var Bu hafta kaybettiğimiz Bülent Oranı birkaç yıldır tanıyordum. Nüktedandı. Ama insanın dikkatini çekecek kadar mahriyetkar ve terbiyeliydi. Bu özelliklerinin yanında bir zeki çocuğun temizliği de vardı. 1923 doğumluydu. Hukuk Fakültesi ve sanat tarihi eğitimini yarıda bırakmıştı. Hiç kuşkusuz kendi neslinin içinde okumuşlardan sayılırdı. İbrahim Türkün "Senaryo Bülent Oran" adlı kitabında derin bilgi ve ilginç tahliller yer alıyor. Bülent Oran, Nazım Hikmet ve Oktay Rifat gibi ünlülerimizle aynı soydan gelir. 1849 ihtilal yılının Polonyalı devrimcisi ve Osmanlının müşfik kollarına sığındıktan sonra Mustafa Celaleddin Paşa adını alan Kont Borzecskynin soyundandır. Babası Cevat Rıfat Atilhandı. Ailesiyle erkenden ihtilafa düşüp Sümerbank dokuma fabrikasında işçi olarak çalışmaya başlamıştı. İbrahim Türkten öğreniyoruz, bana hiç bahsetmemişti, bu işini sinema oyunculuğuna ve senaristliğine rağmen uzun yıllar da muhafaza etmiş. Bir ara fabrika çevresindeki gecekondularda yaşaması ona senaryolarındaki halkın hayatını bir cephesiyle tanıtmıştı. 500-600 adet senaryoyla bu alanda rekoru elinde tutuyor. Ve eşi Ayşe Şasa dahil Türk senaristlerinin bir yerde piri sayılıyor. İnsana huzur veren kişilik ve tevazu ne onun kitleleleri hayran bırakan jönlüğü ne senaristliğinin getirdiği kazanç tarafından gölgelenmişti. Genç yaşlarda başladığı resim merakı son zamanda cam altı resimlerden oluşan bir sergi ile doruğa ulaştı. Renkli fakat dingin bir fırçası vardı. Bülent Oranın kişiliğini asıl oluşturan mizah yazarlığıdır. "Kapatma" ve "Üç Bacaklı Kedi" gibi eserleriyle tanınırdı. Bu onun senaristliğini de oluşturmuştur. Senaryo yazma rekortmeniydi