25.01.2004 - 00:00 | Son Güncellenme:
İÇİMİZDEN BİRİ / SENİYE KORALTAN 1920de Giritte doğar Seniye Koraltan. Ailece büyük mübadelenin ikinci yılında, 1924te Tarsusa gelip yerleşirler. Küçük yaşta annesini kaybeder. Giritteki işini sürdürmeye çalışan, zeytincilikle uğraşan babası Sadık beyin peşinden İzmire gider. Terzilik yapan ağabeyinin yanında ilgilenmeye başladığı terzilik mesleğini, evliliğinin ilk yıllarında biçki-dikiş kursuna devam ederek ilerletir. Daha sonra pek çok ilde biçki-dikiş kursları açar, öğretmenlik yapar. Eşi Mehmet Koraltanı kaybetmesinin ardından, 1953 yılında ikinci evliliğini yapar, Kazım bey ile evlenir Seniye hanım. Tarsustan Hataya, Giresundan İstanbula pek çok yerde yaşar Seniye Koraltan. Son olarak eğitimlerine devam etmek üzere başkente gitmek isteyen çocuklarıyla birlikte Ankaraya taşınır. 1982 yılından beri birlikte yaşadığı kızı Melek hanımın evinde Ankarada görüştük kendisiyle... Geçen hafta Koraltanın yaşam anlatısının ilk bölümünde, çocukluk ve gençlik yıllarına yer verdik. Bu haftayı ise Hatay Cumhuriyetinin ilan edilmesine tanıklık ettiği yıllara ve sonrasına ayırdık... Biz Anamurdayken bir emir çıkıyor, Hatay davası zamanında, Türkiyede ne kadar kişi varsa, orda doğmuş olanlar oy vermek için hepsi Hatayda toplanacak. Ben ve eşim de oraya kayıtlı olduğumuz için gitmemiz gerekiyordu." Ailesi ilk günlerde kızları Seniyeyi Hataya göndermek istemez. "Hatayda bıçak kemiğe dayanmış, tehlikeli bir zaman bu, nasıl yollarız, göndermeyiz falan dediler. Ben ikna olmadım. Ben gidecem, kocam nereye giderse, ben de oraya gidecem dedim, yani çok ısrar ettim... Payasa doğru yola çıktık. Payasa geldik, tren değiştiriyoruz, Hataya çalışan Fransız trenine binecez. Pasaportla geçiyoruz. Katar hareket etmeden bando İstiklal Marşı çalıyor, ben ağlamaya başladım. Yola devam ettik. İskenderuna geldik. İskenderunda görümcem vardı. İşte orada görümcemin annesinin evini verdiler bize. Orda kalmaya başladık." Ortak avluya açılan, birkaç ailenin bir arada yaşadığı bu eve yerleşirler: "Birinci kat yan yana iki oda, odadan bahçeye çıkılıyor. Ortada mutfak. Onun bitişiğinde yine başka bir bitişik iki oda vardı, orda da başka bir kiracı, Ahmet bey isminde biri oturuyor, eşi de Rumdan dönme, Bedia hanım... Müslüman olmuştu. Aynı avludayız. Şöyle yüksek yerde de başka gayrimüslimler, Ermeniler falan oturuyor... Herkes ordunun gelmesini bekliyor o günlerde... Asker gelecek, derken Atatürk hastalandı, 38 senesinde işte. Türklerin elinde bir çakı dahi yok, onların en ufak çocuklarına varıncaya kadar hepsi baştan başa silahlı, her şeyleri var. O kadar baskı vardı ki. Rahmetli eşimin bir tabancası vardı, hatırlıyorum . Gece alıyordu yastığımızın altına, sabah olunca götürüp çiçek saksılarının içine saklıyordu yeniden. O günlerde kimin üzerinde silah bulurlarsa, döve döve, yürüterek Halepe kadar götürüyorlar. Öyle cezalandırıyorlardı Türkleri işte. Atatürk de haber yolluyor o günlerde, Beni kızdırmasınlar, eğer çizmemi ayağıma takarsam soluğu Halepte alacam diyordu... Her akşam, kapıların arkasında balta, sopa, yani, kendilerini koruyacak şekilde hazırlık yapıyorlar, dışardan gayrimüslimler kesim yapacaklar diye korkuyorlardı. Erkekler nöbet bekliyordu, yani o vaziyetteydik."1938 yılında Fransa ile Türkiye arasında imzalanan askeri anlaşmayı takip eden günlerde, 4 Temmuz 1938de Ankarada iki ülke arasında dostluk antlaşması da imzalanır. Ertesi gün Türk askerleri Hataya girer:"Emir geldi, Türk askeri geleceği zaman, işte ben daha önce krapon kağıtlarıyla çiçekler, zincirler yaptım. Bütün kapımızı hep böyle süsledim aşağı kadar. İşte bu rahmetli eşimin teyzesinin evi vardı, ona da oğlu İstanbuldan toplarla kırmızı bayrak bezi getirmişti. Bayrak kestim bir sürü. Okulda öğrendiğim gibi, o stile göre ay yıldız yaptım. Oturduk üç tane makineyle bayrak diktik. Kapıya çıktık sırtımızda bayraklar. En nihayet 5 Temmuzda askerler geliyor, Payasın bütün zeytinliklerinin altındaki o askerler saklanıyor. Komutan önde, askerler arkada, kadanalar. Fakat o gece bir yağmur, bir yağmur, nasıl bir yağmur yağdı, bütün sel aldı her tarafı, 5 Temmuzda sel aldı. Kadanalar, o askerin şeyini taşıyan şeyler, atların iki tanesini zayi etmişler, İki tanesi ölmüş dediler daha sonra." 30 Ekim 1918 de imzalanan Mondoros Mütarekesinin ardından Fransızlar tarafından işgal edilen Hatay (Sancak) (*), Türkiye Cumhuriyetinin ilanından sonra da Türkiye, Fransa ve Fransız mandası Suriye arasında yıllarca sürecek bağımsızlık tartışmalarına sahne olacaktır. 1920li yıllarda başlayan diplomatik görüşmeler ve antlaşmaların ardından 1937de Milletler Cemiyetinin müdahalesi ile Hataya özerk bir statü tanınır. İç işlerinde bağımsız olan Hatay , dış işlerinde kısmen Suriyeye bağlanır ve bölge halen Fransız mandasındadır. Nisan 1938de kabul edilen seçim kanunundan sonra pek çok anlaşmazlık ortaya çıkar. Çünkü Hatayın siyasi geleceğinin ne olacağını, senaryolardan hangisinin hayata geçeceğini bu seçim sonuçları belirleyecektir. Bir yandan pek çok kişi Hataya oy kullanmaya giderken, Türkiye de özellikle Türk olarak yazılmak istenenlere karşı baskı yapıldığını iddia eder. İşte bu tarihlerde Mehmet ve Seniye Koraltan çifti de seçimlere katılmak üzere Hataya giderler... Temmuz 1938de yapılan seçimlerde Hataydaki Türk topluluğu 40 milletvekilliliğinden 22 tanesini alır. 2 Eylülde toplanan meclis Hatay Devletini ilan eder. Cumhurbaşkanlığına Tayfan Sökmen seçilir. "Ondan sonra karar geldi, Türk geçici Hatay Devleti kurulacak diye. Tayfur Sökmen reisicumhur oluyor, Başbakan Abdurrahman Melek, Adalet Bakanı Muhsin Bereket, Sağlık Bakanı da Arif Koyaş vardı, çok iyi insanlardı, yakın görüştüğümüz kişilerdi. Biz de o zaman Antakyaya taşınıyoruz, çünkü adalet bakanı rahmetli Muhsin Bereket, rahmetli eşimi yanına alıyor, onu özel kalem, daktilo olarak alıyor, devamlı yanında. Hatay devleti olarak değiştirilmiş resmi yazılar yazıyordu. Daktiloyu eve getirdi, onu evde yazıyordu, ben okuyordum, kendisi yazıyordu." 29 Haziran 1939da Hatay Meclisi oybirliğiyle Türkiyeye katılma kararı alır. 30 Haziran günü TBMMde karar onaylandı. 7 Temmuz 1939 günü Hatay ili oluşturulur." Tüm bu gelişmeler yaşanırken ilk çocuğunu doğuran Seniye hanım henüz 17 yaşındadır. Bir süre sonra 11 aylık iken oğlunu kaybeder. Bu arada Mehmet beyin askerliği nedeniyle İstanbula gitmesi gündeme gelir. "Tekrar hamile kalınca bu sefer, kayınpederim, Sen İstanbulda doğum yaparsın, Mehmet de askerliğini orda yapsın dedi." Seniye hanım da bu ara İstanbulda bir yurda yerleşir. Ancak Mehmet bey kilosu nedeniyle askere alınmaz. Ama bir biçki-dikiş kursuna devam eden Seniye hanım kursu bitirmek ister İstanbulda. Kursun sonunda eşi ve ailesinin ısrarlarına dayanamaz ve Tarsusa döner. Burada bir biçki-dikiş kursu açmaya karar verir. Yaklaşık 9 seneye yakın yaşarlar bu kentte. Oğlu Ali 5 yaşlarındayken 1950 senesinde Mehmet bey birden hastalanır, kansere yakalanır. Tedavi olmak üzere tekrar İstanbula düşer yolları. Kızı Meleke hamile olan Seniye hanım eşinin hızla ilerleyen hastalığının karşısında çaresiz evine geri döner. Bu olağanüstü günlerde eşinin çok yakın arkadaşı Kazım bey hep yanlarındadır. Seniye anıma destek olur. "Kazım bey yedikleri ayrı gitmeyen, çok samimi, kardeşten daha yakın bir arkadaşıydı eşimin. Hatta, evliliğimizde de sağdıcıydı rahmetlinin, çok severlerdi birbirlerini. O da Kapıkulede gümrük müdürüydü. Melek doğar. Bu yıllarını biçki-dikiş kurslarında öğretmenlik yaparak geçirir Seniye hanım. 1950de kansere yenik düşen Mehmet bey ölür. 1953 yılında Kazım bey Seniye hanıma evlenme teklif eder: "Çocuklarınıza baba lazım, ben hazırım. Eşinize nasıl baktığınızı, nasıl şey bir insan olduğunuzu anladım, gördüm, evlenmek istiyorum, evlenmeye hazırım" dedi diye anlatıyor Seniye hanım. Evlenirler. Karadeniz Ereğlisi, ardından Giresun ve İstanbula tayin olurlar sırasıyla. İstanbul Samatyaya yerleşirler. 1970 yılında Kazım bey de vefat eder. Çocukları büyümüştür. Üniversite eğitimlerini tamamlamak üzere Ankaraya taşınırlar. Seniye Koraltan 1982 yılından bu yana kızı Melek hanımın yanında oturuyor, torunlarıyla ilgileniyor...(*) İskenderun, Antakya ve havalisine Atarükün talimatıyla TBMMde 1936 yılında alınan bir kararla Hatay adı verilir ancak o tarihe kadar bu bölgenin adı Sancak olarak geçer. Hatay Cumhuriyeti "Hatayda zaten Süryaniler, Araplar, o fellah falan dediklerimiz, bunların hepsi, karışıktı o zaman. Türkiyeye geçtikten sonra bunlar yavaş yavaş birbirlerine intibak etmeye başladılar. Anlaştılar. Ama adetlerini, yiyeceklerini, yemeklerini sürdürdüler. Kene, kene, kene, her kelimede kene, nereye gitti kene, ne yaptın kene, hep böyle konuşmaları vardı. Yemekleri de, örf ve adetleri, alışkanlıkları da bambaşkaydı...Yalnız Türk hanımlarına, yani bize, Hataylı diyorlardı. Ermeniler, onlar tam lüks bir hayat yaşıyorlar. Bizimkiler hep çarşafla geziyor, peçe takıyorlardı...Meşhur Biremar gazinosu vardı. Güzel bir gazino, tam deniz kenarındaydı. Çok lüks güzel bir gazino, oraya gidiyorlardı Ermeniler, Fransızlar... Hep oraya gidip eğleniyorlar, yemek yiyorlar, güzel vakit geçiriyorlardı. Bizim Türklerin hiçbiri gitmezdi. Ben bunları ayarladım, diğer hanımları, dedim Hadi sen kocanı kandır, ben de kocamı kandırıyım, sen de kanır, sen de kandır, gidelim oraya bir açılış yapalım. Niye bunlar girsin biz girmeyelim? Ben oraya gittiğimde sıfır kolla gittim. Açış törenini yaptık. Ondan sonra başladılar oradaki Türk hanımlar da gelmeye." Hatayda yaşam "İstanbula gelince ben de dikişimi ilerleteyim diye, gidip Noemi Asadoryana kaydoluyorum. Orda devam ederken, hamileyim ikinci çocuğuma, sene sonu imtihana gireceğiz. Orda bir Ermeni kız var, Anahit isminde, tam benim tipimde… İmtihanda birbirimize dikiyoruz, prova yaparken, Eş olarak imtihanda seni seçecem dedi, benim hamile olduğumdan haberi yok. Bak dedim ilerde sakın sözünü geri alma. İmkan var mı, senin gibi manken bulacam da, sözümü geri alacam dedi o da. E sen bilirsin dedim. Bir gün kayınvaldem gelmiş Kapalıçarşıdan bana malzeme getiriyordu. Gelince bizim madamlan kahve içiyorlar. Genç kızlar arasında ben evli olmama rağmen, en gençleri de yine bendim. Ufaktı yaşım falan, birbirleriyle şakalaşıyorlar, arkadan falan birbirlerinin vururlardı. Madam, nolur Seniyeye böyle bir şaka yapmasınlar dedi kayınvalidem. Madam da Niye? diye sordu. Kayınvalidem de halime olduğumu söyledi. Tabii kız duydu bunu, Vay seni kafir seni, demek onun için beni bırakacaksın, eş kabul etmeyeceksin diye söyleniyorsun değil mi? dedi bana. Ondan sonra, hakikaten imtihan zamanı geldi, ben manken üzerinde çalıştım, dikişimi diktim, diplomamı aldım... Aldığım diplomayla müracaatımı yapıp, bakanlıkta ruhsat alıp yurt açmak istiyordum. Tarsusta yurt diye bir şey yok. Tarsusta yurt açayım dedim ben de." Bu arada hastalanır ve bu istediğini gerçekleştiremez. Ancak hayatının daha sonraki dönemlerinde eşiyle birlikte gittiği illerdeki biçki-dikiş kurslarında öğretmenlik yapmayı başarır Seniye hanım... "Hangi aileden olursa olsun, 10 liraydı kurslarda o zaman aylık. 10 lirayı veren, yalnız ilkokul mezunu olması şarttı, katılırdı kurslara... Yani okuması, yazması, diploması olmayan, yaşı ufak olan okul talebeleri geldiği zaman almıyorduk. Okula gitmeye mecburdu herkes. Gelirler, öğrencimiz olurlardı, onlara biçki-dikişle ilgili metotları verirdik. Böyle böyle pek çok öğrenci yetiştirdim ben." Biçki-dikiş kursları Gelecek hafta: Abdülkadir Köylü, ilk gezici kütüphaneleri anlatıyor. TARİH VAKFI Faks : 0212 227 37 32 e-posta: tbct@tarihvakfi.org.tr Tarih Vakfı sözlü tarih arşivi oluşturmak için tanıklıklarınızı kaydediyor. 70 yaş üzeri 1000 kaynak kişiye ulaşmayı hedefliyor. Ünlülerle değil, içimizden birileriyle... Sizin önereceğiniz kişilerle, dedelerimiz, ninelerimizle... Köylerde, kasabalarda, fabrikalarda geçen hayatlar... Hasatlar, vardiyalar, düğünler, seçimler, yemekler, camiler, kadın matineleri... Tarihe Bin Canlı Tanık Projesi, sözlü tarih görüşmeleri ile, günlük yaşamın, toplumsal geçmişin belleklerde kalmış ayrıntılarını içeren yaşam öykülerini kaydetmeyi hedefliyor. Bugüne kadar projeye destek olan Türk Tabipler Birliğine, İnşaat Mühendisleri Odasına ve Kayseri Ticaret Odasına maddi desteklerinden dolayı teşekkür ederiz. Siz de projeye destek olun, tarihe katkı da bulunun: Telefon: 0212 327 86 58 Danışmanlar: Doç. Dr. Aynur İlyasoğlu-Doç. Dr. Esra Danacıoğlu Proje koordinatörü: Gülay Kayacan Görüşmeyi yapan: Hakan Koçak Deşifre ve redaksiyon: Sevil Üzrek Görüntü kaydı: Tamer Üstel Yayına hazırlayan: Tuba Çameli Projeye katkılarınızı bekliyoruz: Faks: (0212) 227 37 32 e-posta: mailto:tbct@tarihvakfi.org.tr www.tarihvakfi.org.tr Telefon: (0212) 327 86 58