Hastaydı. Sona yaklaşıyordu. Ve kimsenin “Yeni başkan kim olacak?” diye sormaya dili varamazken Türkan Saylan, kendisini ziyarete gelen hukuk profesörü, yakın arkadaşı Aysel Çelikel’e bizzat rica etti: “Benden sonra başkan olun.”
Çelikel, itiraz etmedi, görevi devraldı ve başkan sıfatıyla ilk konuşmasını Saylan’ın cenazesinde yaptı. Tüyleri diken diken eden konuşmasında Çelikel, “Kızların okutulması... Bu mu darbecilik? O zaman hepimiz darbeciyiz” sözleriyle dakikalarca alkışlandı.
Çelikel’in, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı ve Adalet Bakanı olduğu günleri hatırlıyoruz, bir de YÖK’ü eleştirdiği dönemde YÖK üyeliğine seçilmesini...
O artık Türkan Saylan ile özdeşleşen ÇYDD Başkanlığı koltuğunda oturacak.
İstanbul Boğazı’nı en güzel gören sırtlardan, Hisarüstü’nde, çocukları ve torunlarıyla birlikte yaşadığı evinde buluşuyoruz. Ev yapımı kek, açma börek eşliğinde, eski günleri, Saylan’ın son anlarını, derneği, Ergenekon’u, kızların eğitim sorununu konuşacağız.
Karşımızda çok dinç, çok yumuşak, çok şeffaf, çok esprili ve hükümet gibi bir kadın var...
Türkan Saylan’ın vasiyeti sizin başkan olmanızdı. Nasıl öğrendiniz bu isteği?
Son zamanlarında derneğe girmemi istemişti zaten. “2. başkanlık” dedi, daha doğrusu tam olarak böyle ifade etmedi, bana hakaret olmasın diye düşünmüştür, benim yenilemem gereken kitaplarım vardı, “Sonra yine beraber oluruz” dedim. Daha sonra, Ergenekon araması sırasında İspanya’da kültür gezisindeydim, dönüşte evine gittim, ilk orada sordu. “Olabilir, bana düşen bir görev varsa her zaman yardımcı olacağım” dedim. 3 Mayıs’taki genel kurula başkan yardımcıları Ayşe Yüksel ve Filiz Meriçli tarafından davet edildim.
Siz uzun zamandır dernekte aktif değildiniz, Türkan Saylan neden sizi tercih etmiş olabilir?
Herkesin kafasında “Türkan Saylan’dan sonra dernek dağılacak mı?” korkusu vardı. Onun için ben kamuoyunun bildiği bir isimdim. Hem karakterim, hem deneyimlerim icabı en uygun kişiydim aslında. Kamuoyu derneğe yine destek verecekse güvendiği, bildiği, saygı duyduğu bir isim olmalıydı, o yüzden beni çağırdılar. Ben olmasam yine olurdu ama bir süre için bana ihtiyaçları vardı.
“Kadınların bu topluma borcu daha fazla”
Aslında siz derneğin kurucularındansınız. ÇYDD hikayeniz nasıl başladı?
1989’du, Atatürk devrimlerinin yavaş yavaş elimizden kaydığı endişesi taşıyorduk. Bir grup, çoğunluğu kadın, 17 kişi ÇYDD’yi kurduk. Önce Aysel Ekşi başkandı, sonra Türkan Saylan devraldı. Başta ikinci başkandım. Asıl amacımız laiklikti, Atatürkçülüğün bir slogan olmadığını, ama içeriğinin bir yaşam biçimi oluşturduğunu vurgulamak istiyorduk. 10 yıl önce de çağdaşlaşmanın ancak eğitimle olabileceği kararına varıldı. İlk beş yılında dernekte aktif çalıştım.
Sonrasında?
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanlığı’na seçildim. Bu sırada Türkan Hanım deprem bölgesinde çalıştı ve projeler üretti, derneği bugünkü durumuna getirdi. Ve 60 bin öğrencinin eğitimine katkıda bulunuldu. Kızların eğitimi için çalıştı.
Aslında laiklik, demokratikleşme mücadelesi gibi amaçlarla kurulmuş bir dernekte kızların eğitimi nasıl ön plana çıktı?
Çünkü kızı eğitmek, aileyi eğitmek demektir. Kızların ortalama evlilik yaşı 13. Çocuk anneler oluşuyor. İrade dışı evlilikler. Eğer buna karşı çıkarsa namus olayı devreye giriyor ve cinayetlere kurban gidiyorlar. Oysa okurlarsa, ailelerine destek oluyorlar ve kalkınmayı sağlıyorlar. Bütün insanların topluma ödemesi gereken bir borç var. Ama biz kadınların borcu biraz daha fazla. Çünkü Atatürk devrimlerinden biz yararlandık. Fırsat eşitliğinden, kurumlardan yararlandık, belli mevkilere geldik. Şimdi belli mevkilere gelenlerin, gelemeyenlere destek olması lazım.
Saylan olağanüstü bir iş başardıDerneğin adı da, çalışmaları da Türkan Saylan ile özdeşleşmişti. Bu durum sizin üzerinizde bir baskı oluşturuyor mu?Hayır, Türkan hanım bu derneği Türkiye çapında saygı gören bir dernek yapmıştır. Bu derneğin anılması Türkan hanım ile birlikte olabilir. Bu beni hiç rahatsız etmez. Ben kendime bir unvan sağlamak için bulunmuyorum, bu onurlu bir mevkidir ancak sahip olduğum onurdan daha fazlasını katmaz. Ben zaten belli mevkilerde bulunmuş, saygı gören bir insanım. Ben topluma hizmet için buradayım. Bu beni rahatsız etmez, mutlu eder, biz yapılmış eserlere saygı gösteririz.
Türkan Saylan’ın burs verilen öğrenci sayısını 100 bine çıkarma hayali vardı. Siz bu hayali gerçekleştirebilecek misiniz?Saylan insan ve toplum sevgisiyle olağanüstü bir iş başardı. Ama ben yurtları da çok önemsiyorum. Siz 100 bin çocuğu ilkokuldan mezun edin ama liseye gönderemiyorsanız, yerini ne kadar bulur, tartışmalı. Bu yüzden önce köydeki kızların lise eğitimine devam edebilmeleri için yurt da yapmak lazım.
Başkan oldunuz. Derneğe gittiniz. İlk icraatınız ne oldu?
Dernekte kurumsallaştırma çalışmasını yaptırdık. Zaten başlamıştı. Derneğin 41 projesi var, hesaplar, şubeler, organizasyonlar, sürekli bir iş var. Bunlar için bir iş bölümü var ama bu biraz el yordamıyla yürüyor. Bunu profesyonel hale getiriyoruz. Bilimsel kurallarla yürüyecek, başkana değil, sisteme bağlı olacağız. Şimdi biri okul yapmak istiyor, soruyorum “Nasıl yapıyordunuz?” diye, “Türkan hocaya sorardık” diyorlar. Çünkü hocanın tavrı çok özveriliydi. Telefonu alırdı eline “Ben doktor Türkan” diye başlar, işi söyler, kapardı. Karakteri böyleydi. Ben yapamam, hiç tanımadığım birini arayıp iş söyleyemem. Benim yöntemlerim farklı. Ama dernek mutlaka kurumsallaşacak, şeffaflaşacak.
Yöntem değişirken, çalışmalarınız değişecek mi?
Hayır, ÇYDD’den anladığınız değişmeyecek. Atatürk’ten, devrimlerden, demokrasiden şaşmayacağız.
ÇYDD’nin başörtülü kızlara burs vermediği konusu çok tartışıldı. Sizin tavrınız ne olacak?
Biz Anayasa’daki ilkeler çerçevesinde çalışma azmindeyiz. Türbanlılara burs veriliyor mu, verilmiyor mu, ben o aşamada dernekte değildim. Bize gelen öğrenci çocuktur, zaten başını örtemez. Ailelerin çoğu başörtülü zaten. Bizim annelerimiz de öyleydi, benim de annemin başı örtülüydü, geleneksel eşarp kullanırdı, annelerle ilgili bir sorun yok. Gerçekten ihtiyacı varsa ve çalışkan bir öğrenciyse, dışarıda takar takmaz ben onu bilemem, burs veririm. Okulda zaten takmıyor, dışarı çıkarken takıyorsa ben onunla ilgili değilim. Benim şu anki bakış açım budur.
“Burs, çalışkan bir öğrenciyse verilir”
Türbanlı üniversite öğrencilerine burs verilecek mi?
Ben türbanlı, türbansız gibi bir ayrım kesinlikle yapmıyorum. Dernek içerisinde arkadaşlara da bunu söylüyorum. Demokratik bakış açısı içerisinde olmalıyız. Çalışkan bir öğrenciyse verilir, tüzüğümüzde böyle bir şey yok. Şöyle bir tavır olabiliyor, bağışcı türbanlı istemiyorsa, biz veremeyiz. İmam hatip talebelerine vermiyoruz, o doğrudur, çünkü biz klasik liselere burs veriyoruz, öbürü din okuludur.
“20 bin dosyamız emniyette”Siz bir hukukçu olarak, ÇYDD’ye yönelik Ergenekon kapsamında yapılan aramaları ve gözaltıları nasıl değerlendiriyorsunuz?Hukuksal olarak çok sakat yönleri vardı. Tüm şubelerimiz arandı. İstanbul’daki yöneticilerimizin evleri arandı. Hard diskler alındı, öğrenci dosyaları alınmış, 20 bin dosyamız emniyette duruyor. Bizim Ergenekon’la ilgimiz olamaz. Türkan Saylan’a ve derneğe haksızlık yapıldığını düşünüyorum. Türkan hanım da son gününe kadar bunun acısını çekti. Devletin yapmak zorunda olduğu işlere dernek katkıda bulunuyordu. Böyle bir aramanın yapılabileceğini hiç düşünmemiştik.
Hukuki bir mücadeleniz olacak mı?Şu anda bir tutukluluk yok. Türkiye’de pek çok hukuksuz iş yapılıyor. Biz de biraz bunun içine girdik. Sürekli kavga etme derdinde değiliz. Ama iddianamede yer alırsak hukuki mücadelemiz olur. Yargı rejimin güvencesidir. Ben her şeye rağmen yargının en doğru kararı vereceğine inanıyorum. ÇYDD’nin Ergenekon ile yakından uzaktan bir ilgisinin olmadığı anlaşılacaktır.
Burs için Karadeniz ve İç Anadolu’ya ağırlık vermek istiyorumDerneğe ve Türkan Saylan’a yönelik bazı ithamlar da söz konusuydu, misyonerlik, PKK’yı desteklemek gibi...Bağnaz bir kesimden Türkan hanımın Hıristiyanlık propagandası yaptığı söylendi. Buna inanamıyorum. Niye yapsın? Böyle bir amacımız yoktu. Biz Türkiye’de, kızlar için, insanca yaşam için uğraşıyorduk. Bunlar Türkan hanımı derinden yaraladı, insan haklarına aykırıydı. Sürekli annesinin Müslüman olduğunu anlatmaya çalıştı,
TV programlarına belge gönderdi. Geçen
gün İsmail Beşikçi yazmış, çalışmaları bir asimilasyon çalışması olarak değerlendiriyor. Peki biz bu çocukları bırakalım, 12 yaşında evlensinler, 16’sında iki çocukla tarlada çalışsınlar, köle olarak mı yaşasınlar istiyorlar? Milli Eğitim’in okullarına giden çocuklara asimilasyon yapıldığı söyleniyorsa bu Türkiye’yi görmemek, dünyayı izleyememektir. Demek ki Kürtlere de yaranılmamış. Aslında çalışmalar Türkiye’nin her yerini kapsıyor.
Sizce bu tür iddialar hasta Saylan’ı sona yaklaştırdı mı?Zaten hastalığı her geçen gün ağırlaşıyordu. Aramalardan yaklaşık bir ay sonra vefat etti. Hızlandırdı, diyebilirim.
Burslarda, okul yapımında öncelik vereceğiniz bölgeler değişecek mi?Şu an her ilde kaç öğrenciye burs verildiğini çıkarıyorum. Konya’nın bazı köyleri, Şırnak’ın köylerinden daha kötü durumda. Türkiye’de unutulmuş köyler var. Ben unutulmuş yerlere, Karadeniz’in doğu ve batısı ile İç Anadolu’ya ağırlık vermek istiyorum, bu bölgeler benim çalışma alanım. Güneydoğu’ya biraz fazla ağırlık verildi, terörle mücadele kapsamında bu bölgelere destek vermek insani bir projeydi ama görüyorum ki makbul olmamış. Demek ki biz asimilasyon yapmışız!
Babası okumasına karşı çıktı. Binbir güçlükle izin aldıBabası Rumeli göçmeni, annesi ise Egeli. Bir dönem Rumların yoğunlukla yaşadığı, şimdiki adı Kurtuluş olan, Tatavla mahallesinde dünyaya geldi. Babası müzisyendi, klarnetiyle hayran bırakırdı dinleyeni. Hayatını saatçilikten kazansa da aklı hep müzik aletlerindeydi. Mütevazı, kendi halinde bir aileydiler.
Çelikel de abisiyle birlikte bu Rum mahallesinde büyüdü, komşulardan da çok iyi derece Rumca öğrendi. Sabah saatleri pencereye çıkar, işe erkeklerle birlikte giden Rum kadınlarını izler, özenirdi. Annesinin de telkinleriyle “Mutlaka okuyacağım” diye aklına
küçük yaşta koydu, “Ben de Rum kadınları gibi her sabah kalkıp işe gideceğim” diye söz verdi kendine.
Yıllar sonra “Baba Beni Okula Gönder” gibi birçok projenin yürütücüsü olacağı derneğin başına geçeceğini bilmiyordu tabii, babası okumasına karşı çıktığında. O günleri “Kız çocuğuyum tabii, üzerimde aile baskısı her zaman vardı, eğitim görmem babamdan ancak izin alarak olabildi” diye anlatıyor. Babasından binbir güçlükle aldığı izinle okul hayatına devam edebildi. Ve sanki babasının tavrına inat, okumayı hiç bırakmadı, önce İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu, parlak bir öğrenciydi, hemen asistanlığa seçildi. Columbia Üniversitesi’nden yüksek lisans derecesini aldı, 1957’de Devletler Özel Hukuku asistanı, 1962’de doktor, 1970’te doçent, 1977’de profesör oldu.
Sadece üniversitede tam 42 yıl geçirdi. Türkiye’nin yetişmiş en iyi hukukçularından biri oldu.
Bu arada, fakülteden arkadaşı, Ecevit’in 52 yıllık dostu, DSP’nin kurucusu, işadamı-sanayici Murteza Çelikel ile evlendi, biri kız iki çocuğu oldu.
Kızı da dedesi gibi müziğe eğilimliydi, şahane piyano çalar, dinleyenleri hayran bırakırdı. Çocukları, annenin “hukuk eğitimi” isteğini ise “Kitaplara senin kadar yığılamayız, çok okuyorsun” diyerek reddetti ve iktisat fakültesini seçti.
Durmadan çalıştı, hayatına sayısız yasa, sivil toplum, dernek, kadın hakları, insan hakları projeleri, kitap sığdırdı. Milletlerarası Hukuk Araştırma Merkezi Müdürü, öğretim üyelerinin oylarıyla İÜ Hukuk Fakültesi’nin ilk kadın dekanı seçildi, ÇYDD, Türk Hukukçu Kadınlar Derneği, Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi gibi 15’e yakın dernek kurdu, YÖK üyeliği yaptı. DSP koalisyonu döneminde de geçici ve bağımsız olarak Adalet Bakanlığı koltuğuna oturdu.
Halen torunları ve çocuklarıyla Hisarüstü sırtlarında, Boğaz manzaralı
bir evde yaşıyor.
En sevdiği şey, Datça’daki yazlığına gitmek, torunlarıyla bahçede zaman geçirmek.
Akmerkez’den alışveriş yapıyor, büyük beden mağazaları ve Marks and Spencer müşterisi. “Pazara gidemiyorum çünkü bakanlığın hayat boyu tahsis ettiği koruma ile dolaşmak zorundayım, biraz komik oluyor” diyor. Eşiyle zaman geçirmeyi, İstanbul Üniversitesi’nin Baltalimanı Tesisleri’ne ve Yelken Restoran’a
balık yemeye gitmeye bayılıyor.
Bu arada, hayatta en çok sinir sistemine güveniyor. “Hiçbir şeyi kafama takmam, üzülmem, yıpranmam, panik olmam” diyor. Ne de olsa, dekanlığı döneminde fakülte binasını işgal eden öğrencilere karşı harekete geçmeye hazırlanan emniyet yetkililerine ve korkudan titreyen öğretim üyelerine rağmen, öğrencilerin burnu kanamadan binadan kaçmalarını sağlamıştı...