07.01.2018 - 01:30 | Son Güncellenme:
BUKET AYDIN - PAZARDAN PAZARA - buket.aydin@milliyet.com.tr
Prof. Dr İskender Pala, bu isim benim için çok şey ifade ediyor. Çünkü o benim hocam. Üniversitede Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde okurken onun Divan Edebiyatı derslerini iple çekerdim. Bu hafta onunla yeni romanı “Abum Rabum” dan yola çıkarak ABD Başkanı Donald Trump’ın Kudüs kararı ayrıca İslam dünyası ve Ortadoğu’daki son gelişmeleri konuşmak için buluştuk. Onu dinlerken yaşadığım heyecanda en ufak bir eksilme olmamış söyleşimizi yaptığımız Topkapı Sarayı’nda fark ettim. Osmanlı’nın bir dönem dünyaya yön verdiği bu sarayda Kutsal Emanetleri birlikte ziyaret edip, Birleşik Arap Emirlikleri Dışışleri Bakanı Abdullah Bin Zayed hırsızlık suçlaması nedeni ile son dönemde ismini sıkça duyduğumuz Çöl Kaplanı Fahrettin Paşa’yı saygı ile andık. İskender Pala’ya göre Hıristiyanlar için Kudüs’ün bir önemi yok. Trump’ın amacı siyonistlere destek vermek. Bu arada “Abum Rabum”u okuduğunuzda İskender Pala için “Müslümanların Dan Brown”ı diye düşüneceksiniz. Bu hissedilmeye başlanmış belli ki zira dünyaca ünlü yayın platformu Netflix kitabı 5 bölümlük bir dizi yapmaya hazırlanıyor.
ABD Başkanı Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak ilan etmesiyle Kudüs meselesi yeniden dünya gündemine oturdu. Trump’ın bu hamlesiyle ilgili ne düşünüyorsunuz?
Bugün Kudüs dediğimizde aslında yalnızca bir şehirden değil bir bölgeden, bir anlayıştan, bir iman meselesinden bahsetmiş oluyoruz. Kudüs adı, bütün zihinlerde bütün bir Ortadoğu, Mezopotamya, Bereketli Hilal ve Müslüman dünyayı da tanımlar. Şehir olarak Kudüs her üç din için önemli ve kutsaldır. Yahut öyle idi… Hristiyanlar için Kudüs’ün fazla bir önemi olduğunu düşünmüyorum. Bugün Amerika ve Avrupa başta olmak üzere Hristiyan dünya için Kudüs Hz. İsa’nın doğduğu şehirdir, o kadar. Hatta zihin gerisinde “Keşke Parisli olsaydı veya New York’ta doğsaydı!” gibi bir algı bile vardır. Vatikan’la bütünleştirilmeye çalışılması da bunun bir sonucu. Onlara göre Kudüs, İsrail devletinin meşrulaştırılması için kullanılan bir vasıtadır. Nitekim Trump’ın başkent atağı bu maksada yöneliktir. Bunu siyonizm adına yaptı diye düşünüyorum.
- O halde Musevilere göre Kudüs nerede duruyor?
Musevilere göre Kudüs’ün kutsallığı Müslümanlara göre olduğu kadardır. Lakin bugünkü İsrail’in siyonist emelleri açısından Kudüs vazgeçemeyecekleri bir iman konusudur. Biliyorsunuz siyonistlerin Kudüs’te Sanhedrin merkezli olarak Davut Krallığı’nı yeniden kurma amacı vardır. Bunun için güya Mescid’i Aksa’nın orada olmaması gerekiyor. Davut Krallığı’nın ikinci hamlesi Arz-ı Mev’ud (Vadedilmiş Topraklar) meselesidir. Bu adımda bütün bir Mezopotamya ve Ortadoğu devreye girer ve bu bölgede neden bu kadar çok çatışma, savaş, sancı ve trajedi olduğunu anlamaya başlarsınız. Urfa’ya kadar uzanan bu toprakların elde edilmesi için siyonistler sayısız insan öldürmeye hazırdır. Hele de Müslüman olunca ölenlerin hiçbir değeri kalmamaktadır.
- Müslümanlara göre Kudüs?
Müslümanlara göre Kudüs diğer din mensuplarıyla ortak yaşanabilecek kadar mübarektir. Biz Hz. Musa’yı da, Hz. İsa’yı da mübarek kabul ettiğimiz için Kudüs’e bakış açımız bir kutsal emanet gibidir. Şu sarayın hazine dairesindeki kutsal emanetler neyse, Kudüs de bizim için odur. Değil mi ki orada peygamberlerin ayak izleri birbirine karışmıştır, değil mi ki orada Rasul-i Kibriya Efendimiz Mi’rac’ı yaşamıştır, oradan asla vazgeçemeyiz. Kudüs bu bakımdan bizim için de iman meselesidir; uluslararası ilişkiler veya dış politika, insan hakları değil.
- Bu durumda çözüm nedir hocam?
Aslında çözülecek problem nedir diye sormamız lazım. Çünkü atalarımız yüzyıllarca burada problemsiz yaşadılar ve yaşattılar. Osmanlı döneminde Kudüs’ün statüsü her üç din mensuplarının kutsal mekanı olarak ziyarete ve ibadete müsaitti ve Osmanlı bunu devam ettirmekle çözümü zaten insanlığa göstermişti. Lakin Theodor Herzl’dan itibaren siyonist emeller bu şehri ve o şehirle birlikte bütün bir bölgeyi hedefe koyunca toprağa da, yüreklere de ateşler düşmeye başladı. Dünyanın pek çok yerindeki Musevi’nin de karşı çıktığı bu amaç, güya dinamiğini Tevrat’ın emirlerinden alıyordu? Peki, hangi Tevrat? Hangi Tevrat olduğunu merak edenler “Yasanın Tekrarı” bölümünün ilk iki emrini okusunlar. Tanrının seçilmiş ırkına vaat ettiği toprakları nasıl işgal edeceklerini, bunun için nasıl öldüreceklerini, soluk alan hiçbir canlıyı yaşatmama konusunda nasıl bileneceklerini görsünler. Öldürmeyin diyen semavi din nerede peki? Kudüs veya Ortadoğu’yu iyi tahlil edebilmek için bizim işe kutsal kitap incelemelerinden başlamamız lazım. Böylece siyonizmin iman meselesi olarak gördüğü ve uğrunda mücadeleyi cihat saydığı bir davaları varsa onu ancak ekseninden oynatarak yenmek mümkündür.
“Medine’yi çekirge yiyerek savundular”
- İslam dünyasında birbiriyle düşmanlık baş gösterdi. Birleşik Arap Emirlikleri’nden bir bakan kutsal emanetleri canı pahasına savunan Fahrettin Paşa’ya hırsız diyor. Kutsal emanetlerin çalındığını ima ediyor
İngiliz sömürgesi artığı bir zihniyetten ancak bu beklenebilirdi. Tarihi veya kimliği olmayan milletler veya kişiler başkalarına bulaşarak tarih edinmeye, kimlik edinmeye çalışırlar. Kıskandığı şöhretli birine çamur atarak şöhret olmaya çalışan adamlar vardır hani, bu kişinin durumu da onlara benziyor. O hırsız dedi diye Fahrettin Paşa hırsız mı olacak yani?
- Fahrettin Paşa’yı biraz anlatın o halde hocam.
Öncelikle bir iman abidesi, bir peygamber sevdalısı, nadir yaratılışta bir cengaver, çok üstün bir komutan… Açlığa, yoksulluğa, çaresizliğe rağmen bir dava adamı olarak hareket edip, kutsal emanetleri İstanbul’a naklediyor. Biz onu Medine Müdafaası dolayısıyla bir kahraman biliriz. Mekke emiri Şerif Hüseyin’in İngilizlerle anlaşıp da isyan ederek kutsal mekanları peşkeş çekeceği anlaşılınca Fahreddin Paşa dördüncü ordu komutanı olarak 1916’da Medine’ye gitti. Medine’yi müdafaa için üniformasını çıkarıp kefenini giyen bir sevdalı adamdan bahsediyoruz.
- Kutsal emanetleri nasıl savundu?
Düşünün İngiliz uçakları Hicaz Demiryolu’nu bombalıyor, kıtlık ve açlık gelip çatmış. Asker bitkin ve aç. O sırada bir çekirge sürüsü karargahı kaplıyor, fırtına gibi. Askerin haline bakan Fahrettin Paşa o toz duman arasında bir nutuk irat ediyor ve diyor ki; “Çekirgenin serçeden farkı yoktur, helaldir, temizdir yiyiniz. Bu size Allah’ın bir lütfü, ikramıdır!” Güçlü kalması gereken bir ordu, bir komutan tarafından ancak böyle motive edilir. Ve o Fahrettin Paşa’dır.
“Fatih’in Müslümanlığı tartışılmaz”
-Prof. Dr. Celal Şengör’ün “Fatih Sultan Mehmet hristiyandı” iddiası ortalığı karıştırdı. Bu iddia neden ve nasıl ortalığa atılıyor, tarihsel olarak bir kaynağı var mı?
Bu mesele abesle iştigal gibi geliyor bana. Pek çok tarihi kaynak, pek çok kayıt onun kelime-i şehadetini dile getirip dururken Giovan Angiolello adlı Fatih’in hışmına uğramış birinin garezkarane yazdığı saçma sapan bir cümleye itibar etmek gereksizdir. Ben size Fatih’in bir beytini okuyayım, şöyle der:
İmtisâl-i câhidû fillah oluptur niyyetüm
Mülk-i İslam’ın mücerret gayretidür gayretüm
Aşağı yukarı şöyle demek: “Niyetim Allah yolunda cihattan ibarettir, gayretim de İslam yurtlarının gayreti…”
Bu beyit Fatih’in ağzından çıktığına ve şehadeti kendi dilinden söylendiğine göre gerisi boş…
- Topkapı Sarayı’nda devlet erkanının bütün kararları aldığı yerin önündeyiz. O dönem burada dünyaya yön veriliyordu diyebilir miyiz?
Bugün Amerika’nın yerinde bir zamanlar İstanbul ve Osmanlı devleti, Kanuni yahut Fatih, Yavuz veya Selim vardı. İki dudaklarının arasında ülkelerin kaderleri olan insanlardan söz ediyoruz. Onlara kıyasla bugün Trump’ın dünya politikalarında ortalığı karıştırmaya çalışan söylemleri kuru bir dedikodu gibi geliyor. Mesela Kanuni’nin söylediği bir sözün yaptırımı farklıydı, Trump’ın Kudüs’ü ‘Ben başkent ilan ettim’ demesi çok basit ve zavallıca bir şey, çünkü arkasında o güçte durup o yaptırımı herkese gönüllü kabul ettirecek bir itimat lazım, bir güven lazım. Bugün Amerika’ya kimsenin güvendiği yok güvenmedikleri de zaten Birleşmiş Milletler oylamasında ortaya çıktı.
- İran’daki karışıklık için ne diyorsunuz?
Ortadoğu’nun her tarafı karışırken İran’da bir şey olmaması beklenemezdi. Suudi Arabistan’ın bile bu kadar kenarda durduğu, iplerini tamamen Amerika’ya teslim edip, dolarla petrolünü sattığı bir çağda İran gibi biraz daha Pers İmparatorluğu’nun bütün gücünü arkasına aldığını düşünen ve o büyük devlet olmanın gerektirdiği şekilde davranmayı kendisine politika edinen bir devletin karışmaması mümkün değildi. Türk tarihinde İran hiçbir zaman bize dost değildir, İran’la hiçbir zaman iyi ilişkilerimiz olmamıştır. Olamaz da zaten Pers geleneğindeki o kibirden tut, doğunun hantallığına varasıya kadar sadece sanatına yansıtabildiği kadarıyla bize gösterdiği yüzü hiçbir zaman şiddetten uzak durmamıştır. İran bu bakımdan hakikaten komşuluk açısından bile insanı tedirgin eden tehlikeli bir ülkedir. .
- Yeni romanınız “Abum Rabum” Müslüman dünyasına bir mesaj niteliğinde mi?
Ortadoğu’da bir kurşun namludan fırladığında o kurşunun parası birilerinin cebine gider. Mesela en basitinden bir su kavgası, arkasından petrol kavgası, arkasından bir tarih kavgası, 30 bin yıllık bir tarih şu anda karışan yerler. Orada bir bomba bir metre derine gittiği zaman bir kültürü yok ediyor, 2 metre derinliğinde bir çukur açtığında 2. Kültürü yok ediyor. 30 bin yıllık bir tarihle 3 bin yıllık batı yahut da sadece 600 yıllık Amerika savaşıyor. Orada PKK, Daeş, Haşdi, Şabi savaşıyor görünürde ama topyekûn bir Müslümanlık heder ediliyor, Müslümanlık tırpanlanıyor biraz.
- Neden buradaki Müslümanlar uyanmıyor?
Ben bir entelektüel olarak, entelektüel kelimesinin anlamını uyanmak olarak anlıyorum. Oynanan oyunlara böyle cevap veremeyiz. Sapanlarla İsrail’in ya da çocukların hazırladığı ilkel silahlarla Amerika’nın füzeleriyle başa çıkamayız. Bir tek uyanış söz konusu, insanlar topyekûn uyanacaklar. Ve o uyanış içerisinde kendi kimlikleriyle, kendi benlikleriyle, kendilerine ait olan medeniyetin arkasında duracaklar. Petrolü dolarla satmamayı o zaman öğrenecekler.
- Yeni kitabınız “Abum Rabum”u okurken aklıma Dan Brown ve kitapları geldi. Sizin kitabınız da sanki Müslüman dünyasının polisiyesi gibi, biraz daha mistik hatta.
Aslında bu kitap bir CIA, MOSSAD ve MİT hikayesi olduğunu görüyorsunuz. Bunlar birbiriyle mücadele ettiğinde burada kazanan MİT oluyor. Sizin söylediğiniz bu bakımdan Müslüman aleminin polisiyesi ya da DanBrown’ı gibi olabilir. Eğer öyle düşünürsek bu kitap bütün onların hepsine bir cevap gibi olabilir. Bunu da inkar etmem, lakin bu maksatla yazmadım. Netflix bunu 5 bölümlük bir dizi yapmak üzere. Bakalım hayırlısı olsun.
- Türkler mi oynayacak, kim oynayacak onu biliyor musunuz?
Onu bilmiyorum, uluslararası bir gösterim ağında yer alacağına göre illaki Tom Cruise oynatmak gerekmeyebilir. Kendi sanatçınızla da bunu yapabilirler. Ben kitabıma güveniyorum. İzlenir, izlenecektir.
- Devamı gelecek mi?
Ben kitabın sonunu açık bıraktım. Hikaye bitti ama ondan sonraki sezonlar için her şey hazır. Çünkü bu kavga hiç bitmez. Dünyanın hiçbir yerinde dinler savaşı bitmez, petrol savaşı bitmez, ticaret yollarının kimin elinde olacağı tartışmaları hiç bitmez.