28.11.2021 - 03:00 | Son Güncellenme:
Gürkan Akgüneş - Küre ısınıyor, kuraklık artıyor, su kaynakları azalıyor, verim düşüyor... İklime bağlı gıda krizinin daha da derinleşmesinden endişe eden bilim insanları ise, bitkisel çözümlerle dünyanın ateşini düşürmenin peşinde.
Bir yanda artan nüfusun protein talebi, diğer yanda küresel ısınmayı tetikleyen besicilik faaliyetleri. İnsanlık zor bir denklemle karşı karşıya. Öyle görünüyor ki et, geleceğin en yakıcı sorunlarından biri olacak. Ya alternatif protein kaynakları sofralara gelecek ya da yapay et gibi fütüristik projeler uygulanabilir hale gelecek.
Yapay etin ticarileşmesi şu an için hâlâ uzak bir ihtimal. Hücre ve doku kültürü yoluyla laboratuvar ölçeğinde gerçekleştirilen denemeler, hem çok maliyetli hem de ciddi etik kaygılar söz konusu. Diğer taraftan bitki temelli yapay et üretiminde ise adımlar daha hızlı atılıyor. Geçen hafta İsrailli bir şirket, 3D yazıcıyla ürettiği “bitkisel eti” piyasaya sunduğunu duyurdu mesela. Tat ve dokusunun, sığır etine çok benzediğini iddia eden şirket, saatte 10 kilogram et üretebildiğini açıkladı. Benzer başka girişimlerin de olduğunu biliyoruz. Başta, Microsoft’un kurucusu Bill Gates olmak üzere birçok isim, iklim krizine karşı yapay etin çözüm olabileceğini savunuyor.
Tabii mesele salt protein ihtiyacı ise bitkisel seçenekleri öne çıkaranlar da yok değil. Mesela “spirulina”. Bir yosun çeşidi. “Süper besin”, “astronot gıdası” diye adlandırılıyor ve mükemmel bir protein kaynağı olarak görülüyor. Ülkemizde de toz ve hap halinde satışta. Ancak düzgün şartlarda üretilmeyen toz ve tabletlerde, zarar verici toksinlerin bulunma riski söz konusu. Neyse ki, yakın gelecekte yerli üretim spirulinaya erişmemiz muhtemel. Zira Boğaziçi Üniversitesi’nin Mikroyosun Biyoteknolojileri Merkezi, aşılanan yosunlardan spiriluna üretimini başarıyla gerçekleştirdi.
Dr. Berat Zeki Haznedaroğlu
Spiriluna ve diğerleri
Merkezi geçen hafta ziyaret ettiğimde, proje koordinatörü Çevre Bilimleri Enstitüsü öğretim üyesi Dr. Berat Zeki Haznedaroğlu, talep halinde yıllık 30 ton spirulina üretebileceklerini anlattı. Âdeta bir bilim kurgu film setini andıran merkezde, yosunlar aşılandıktan sonra cam tüplerde büyümeye bırakılıyor. Işıkla 2-3 hafta beslendikten sonra da biyorafineride işleniyor. O kadar çeşitli kullanım alanı var ki yosunların, âdeta her derde deva.
Spirulina benzeri bir diğer ürün mesela “chlorella”. O da yüksek B vitamini ve protein içeriğiyle öne çıkan, yararlı mineralleri ciddi oranda barındıran bir gıda. Ya da “phycocyanin”. “Yosun tabanlı C vitamini” diyor ona Dr. Haznedaroğlu. Ayrıca katıldığı gıdalara doğal mavi rengi veren tek gıda ürünüymüş. Bu nedenle de fonsiyonel içeceklerde çok tercih ediliyormuş. Ve “astakzantin”. Doğadaki en güçlü antioksidanlardan biri. Zaten birçok gıda takviyesinin de göz bebeği şu sıralar. Pandemi sonrası bu tip ürünlere yönelik ilginin arttığını da biliyoruz. Hammaddelerin başta Uzak Doğu olmak üzere farklı coğrafyalardan gelmesindense Türkiye’de üretilebilmesi iyi bir gelişme.
Boğaziçi Üniversitesi Mikroyosun Biyoteknolojileri Merkezi, adeta bilim kurgu film seti gibi.
Yosundan jet yakıtı
Sarıtepe Kampüsü’ndeki merkezde, yosun bazlı 8 ürün üretilebilir halde. Uluslararası projenin bir diğer önemli çıktısı da biyojet yakıtı. Sadece yosundan elde edilen yakıtla önümüzdeki yıl THY’nin bir iç hatlar uçuşu gerçekleştirilecek. Zaten havacılıkta karbon emisyonlarının azalma umudu da işte bu tip yakıtlar. Motorda hiçbir değişiklik yapılmadan yüzde 50 biyojet yakıtı kullanılabileceğine dikkati çeken Dr. Haznedaroğlu, “Yaptığımız analizlere göre yosundan ürettiğimiz yakıt, petrol tabanlı Jet A1’den daha yüksek standartta. Donma noktası daha düşük olduğu için uçaklar daha yüksek irtifada seyredebilecek. Bu de menzilin kısalması demek. Zaten iklim adaptasyonu nedeniyle uluslararası otorite, biyojet yakıtı kullanma zorunluluğu getirecek. Biz de üretimi litrede 1 dolar seviyesine getirmeye çalışıyoruz” diyor.
Merkezin en önemli özelliği karbon nötr olması. Neredeyse tüm üretim faaliyetleri karbon emisyonu yaratıp iklim değişikliğini artırırken, yosundan yapılan üretim atmosferden karbon emiyor. Çünkü yosun besin olarak dünyayı ısıtan karbondioksiti kullanıyor. Yani tam bir karbon avcısı. Merkez ve kampüsün enerjisinin rüzgâr türbininden sağlanmasının bu tabloda payı büyük. Projenin geleceğe dair bir diğer önemli vaadi de Türkiye’de büyük sıkıntı yaratan gübre sorununa çevreci bir çözüm barındırma potansiyeli. Bakın Dr. Haznedaroğlu, bunu nasıl açıklıyor: “Dünya gelecekte gübre anlamında büyük sıkıntıya girecek. Çünkü fosfor kaynakları tükenişte. Potasyumda da sıkıntı var. Yosunlar ise havadaki serbest azotu gübreye çeviriyor. O yüzden bu sistem gübre fabrikaları için yeni bir AR-GE alanı. Biz burada saksı denemelerinde verim artışını gördük. Yosun önemli bir alternatif. Fosil ekonomiden yosun ekonomiye geçilebilir.”