07.01.2024 - 02:00 | Son Güncellenme:
Her bebeğin bir mucize olduğunu hep söylerim. Her evlenen çift de bu yuvanın çocuk ile taçlanmasını, çocuk sesi ile şenlenmesini elbette ki isteyecektir. Üç yıl sonra, beş yıl sonra kısaca belli bir süre sonra tüm çiftlerde çocuk istemini elbette görmekteyiz. Normal yolla denemeler olur, yumurta takipleri ile denemeler olur, aşılama olur, tüp bebek tedavileri olur. Yani her çiftin çocuk istemi hikâyesi farklıdır. Kimi çok uzun bir yoldan geçerek yavrusuna kavuşurken, kimi bunu düşündüğü ilk anda hamileliği tadar. Süreç farklı olsa da yaşanan stres aslında aynıdır.
“Kötü bir arkadaş”
Sizleri öyle iyi anlıyorum ki... Ama şunu belirtmeden geçeme-yeceğim: Normal yolla gebe kalamayan ve doktora gittiğinde herhangi bir sıkıntı görülmeyip ön tedaviye başlanan birçok çift, ‘Nasılsa tüp bebek ile gebe kalacağım’ rahatlığı ile kendiliğinden gebeliği yakalıyor. Çünkü kadın-erkek birlikteliği sırf çocuk istemi için oluyorsa, çiftler bu amaçla ilişki içindelerse emin olun ikisi de bu stres ile birlikte oluyorlar. Söylemekten asla vazgeçmeyeceğim: Stres tüm durumumuzu etkileyen kötü bir arkadaştır.
Bu anlamda birinci kural şu olmalı: Çocuk istemi bir amaç olmamalı. Çocuk eve mutluluk getiren, çiftlerin mutluluğuna mutluluk katacak bir birey olarak düşünülmeli. Onu bir saplantı haline getirmek ve tüm amacınızı buna bağlamak sizi derinden etkileyecektir. Öncelikle bunu aklınızdan çıkarmamanız gerekiyor.
Araştırmalar gösteriyor ki; çocuk istemine engel en büyük faktörlerden birisi de stres faktörüdür. Tabii ki bu faktörlere kaygı, korku, endişe, güven eksikliği de eşlik eder. Bizler hekim olarak çoğu çiftlerle yola çıkarken mümkün olduğunca bu konuda çiftlerden rahat olmalarını ister ve hekimlerine de güvenmelerini bekleriz. Bu olumsuz duygularla en iyi kalite embriyo transferi yapılan, rahminde ve sperm anlamında hiçbir sıkıntı görülmeyen çiftlerde bile zaman zaman olumsuz sonuçlar alınmaktadır. Bunun en büyük kaynağı stres yönetiminin zihinde ve bedende kontrol edilememesi durumudur. Her ne kadar bilinç kendini rahatlatmaya çalışsa da bunu tüm organlar hisseder. En çok hisseden organlar da üreten organlardır. Vücuttaki üreten organlar beyin ve rahimdir. Rahim kadındaki stresi hissettiği an kasılır ve embriyoyu tutmaz. Ve her anlamda hiçbir sıkıntı görmediğimiz çiftlerde bile bazen tutunmayı göremeyiz.
Tüp bebek tedavisine başvuran birçok çiftin başvurmadan önceki 1. evreleri bunu kendilerine konduramama ve kabul etmeme durumudur. 2. evre ise suçlamadır. Yani birçok çiftin maalesef ki birbirini ve doktoru suçlama durumu vardır. Bu evrede çiftler sürekli olarak birbirini suçladığı gibi doktor doktor gezerek doktoru da suçlayabilir, etrafındakileri de stres kaynaklı suçlayabilirler. Kendilerini kaygıya düşürdükleri için 3. evre maalesef depresyon durumu olur ve çiftler kendilerini değersiz ve önemsiz hissederler. Son evrede de bu durumu kabullenip tüp bebek sürecine girerler. Bu çiftler, çoğunlukla hekimlere ilk kez başvuran çiftlerdir.
Sürekli sorgulama hali
Ancak bazen de çiftlerin bir kısmı ciddi anlamda son kez ‘Hadi deneyelim’ diyen, defalarca deneme yaşamış, umudu kalmamış ve neredeyse tükenmiş çiftler oluyor. Çoğu çift dediğim gibi son çare olarak geliyor ve hep “Ya olmazsa? Bu da tutmazsa? Bu da olmayacak ya hadi bir deneyelim...” kafası ile hekime başvuruyor. Hele defalarca bu süreci yaşayıp olumsuz sonuçlar alanlar yok mu? Tükenmiş ve hikâyesini anlatırken ağlayan, yumurta toplarken ağlayan, transfer esnasında ağlama krizlerine giren... Aslında stresin temeli şu: Geçmişle hâlâ savaş halinde ve geçmişin içinde kalmış, aynı zamanda şiddetli de bir gelecek kaygısı içinde sürekli bir sorgulama halinde bilinçaltı.
İlk kez gelen ya da son kez deneyen, dediğim gibi süreç ne olursa olsun kaygı ve stres faktörü her çifti maalesef ki aynı şekilde olumsuz etkiliyor. Böyle bir tedaviye başlayacaksanız sizler de stresinizi yönetip rafa kaldırmalısınız.