08.09.2019 - 07:50 | Son Güncellenme:
CEYDA ULUKAYA
Emine Bulut cinayeti, Türkiye’de sonu gelmeyen kadın cinayetlerine eklenen bir başka çığlık oldu. Onun “Ölmek istemiyorum” feryadı, tıpkı Özgecan Arslan, Münevver Karabulut cinayetlerindeki gibi geniş çaplı bir toplumsal infialin fitilini ateşledi. Milyonlarca insan, kadın cinayetlerinin önlenmesi için sesini yükseltti, yetkililere çağrıda bulundu. Bu çağrılardan biri de RTÜK’e oldu. Yerli dizilerdeki kadına yönelik şiddet sahnelerinden kesitler paylaşan sosyal medya kullanıcıları, bu sahnelerin yayınlanmasına şiddeti normalleştirdiği gerekçesiyle karşı çıktı. Bunun üzerine Limon Film, kadına yönelik şiddeti özendirecek hiçbir içerik ve kahramana projelerinde yer vermeyeceğini açıklayarak tüm sektörü birlikte hareket etmeye davet etti. Biz de Türkiye’nin önde gelen yapım şirketlerine sorduk: Dizilerde kadına yönelik şiddet sahnelerinin yer almasına nasıl yaklaşıyorlar? Emine Bulut cinayetine karşı oluşan kamuoyu tepkisi, bundan sonraki projelerini ne yönde etkileyecek?
Birol Güven (Mint Prodüksiyon)
Kadına yönelik şiddet yeni değil, sadece bazı insanlar bu sorunla yeni yüzleşmeye başladılar. Binlerce yıllık feodal geleneğin faturası 25 yaşındaki dizilere kesilemez. Şiddet dizilerde yok edilerek toplumda da yok edilemez. Bu deve kuşunun gizlenmek için başını kuma gömmesine benzer. Yapılacak şey dizileri sterilize etmek değil toplumdaki medya okur yazarlığını artırmaktır. Medya okur yazarı olmayan seyirci sevdiği karakter ölünce cenaze namazı kılar. Ben şahsen yazdığım hiçbir dizide zaten bu tarz hikayelere başvurmuyorum ama hikaye gerektiriyorsa şiddet de olabilir, başka şeyler de. Fakat şu önemlidir; hikayede şiddet uygulayan o filmin kahramanı oluyorsa, kahramanlaştırılıyorsa sorun büyük demektir. Yapımcıların senaristlerin yönetmenlerin bu konuya dikkat etmeleri gerekir. Benden bu konuda çözüm önerisi istiyorsanız; çözüm binlerce yıllık erkek egemenliğinin yıkılmasındadır. Siyasette, kültürde, ekonomide, sporda, sanatta, bilimde, teknolojide, evde, işte, okulda her yerde erkeğin saltanatının bitmesindedir.
Gül Oğuz (Most Production)
Dizilerde sadece kadına yönelik şiddet meselesi değil, toplumda kadının nasıl konumlandırıldığı da önemli. Kadınların erkek bakışıyla, daha aciz, çaresiz, erkeklerin korumasına muhtaç olarak konumlandırıldığı yapımlar var. Sırf bir tokata bağlanamayacak bir mesele bu. Ama aynı zamanda erkeğin kötülüğünü, yanlışlarını gösterip kadınlara mücadele edin, güçlü olun mesajını vermek de mümkün, ki böyle yapımlar da var. Ben, bir şiddet sahnesinin kadına yönelik şiddetin nedeni gibi gösterilmesini yanlış buluyorum. Çünkü dramatik yapı gereği, karakterin dönüşümünü tetikleyen bir kavga sahnesi olabilir. Bu sahneyi nasıl kurguladığınız, izleyicinin kiminle özdeşleşmesini sağladığınız önemli. Yoksa kadına yönelik şiddet sadece fiziksel şiddet değil, her alanda şiddet söz konusu. Ben bu konuya yıllardır dikkat ediyorum, güçlü kadın karakterler yaratmayı, kadın ve erkeğe eşitler arası ilişki kurdurmayı önemsiyorum. Son yıllarda bu konuda bir farkındalığın da oluştuğunu düşünüyorum. Kadın yapımcı olarak benim zaten bu konuda hassasiyetlerim var, bu görüşüme ters düşen bir senaryoya imza atmam.
Fatih Aksoy (Medyapım)
Dizi ya da filmlerde kadına yönelik şiddet sahnelerinin yer alıp almamasından çok nasıl yer aldığı önemli. Şiddeti herhangi bir şekilde haklı gösteriyorsanız bu elbette utanç verici. Ama bu sahneleri hiç göstermezsek kadına yönelik şiddet bitecek mi? Diziler bir anlamda toplumun aynasıdır. Örneğin uyuşturucu kullanan birini gösterip bunun onu ölüme götürdüğünü anlatıyorsanız bu başka bir şeydir. Bu yüzden şiddet sahnelerinin gösterilmemesinin çözüm olduğunu düşünmüyorum. Şiddeti dizilerde görüp öğrenmiyor insanlar, şiddet uygulamayı öğrenmenin yeri diziler değil. Ama tabii ki şiddet uygulayan karakteri mahkum ettiğinizi göstermeniz gerekiyor. Biz bugün dek bu konuda çok büyük hassasiyet gösterdik. Hiçbir dizimizde şiddeti haklı göstermedik ya da bir haz uyandıracak, estetize edecek şekilde sunmadık. Bundan sonra da buna izin vermeyeceğiz. Ki, tamamı kadın senaristlerden oluşan bir ekiple çalışıyoruz.
Kerem Çatay (Ay Yapım)
Refleks olarak zaten kadına yönelik şiddeti özendiren işler yapmıyoruz. Sadece kadına değil, çocuğa, hayvana ya da herhangi bir canlıya şiddeti özendirmiyoruz. Bu konuda herkesin bir otokontrolü var ama bundan sonra da buna çok daha fazla dikkat edeceğimizi söyleyebilirim. Bununla birlikte drama dediğimiz türün belli kuralları vardır, kötü bir karakter ve bir çatışma gerekir. Bunu sadece kadına şiddet özelinde söylemiyorum ama çatışma her zaman olmalıdır. Ancak bunu nasıl anlattığınız, üslubunuz önemli. Örneğin biz, bundan üç yıl önce yayınlanan bir dizimizde şiddeti göstermeyip olaydan sonrasını, şiddetin kadın karakter üzerindeki etkisini, hakkını arayışını göstermiştik.
Şükrü Avşar (Avşar Film)
Şiddet meselesi sadece kadına değil, çocuğa olsun, canlıya olsun, her şekilde insani olmayan bir şey. Milyonlara ulaşan yapımlar olarak yerli dizilerin de eğitici bir rolü, misyonu olması gerektiğini düşünüyorum. Sadece reyting hesabıyla halkı olumsuz etkileyecek işler yapmaya hakkımız yok. Biz zaten bu konuda ciddi bir otokontrol içinde hareket ediyoruz. Şiddeti uygulayan karakteri hiçbir şekilde haklı göstermemeye, izleyicinin şiddet uygulayana tepki duymasını sağlamaya özen gösteriyoruz. Ben, şiddet sahnelerine hiç yer vermemenin şiddetin azalmasına katkı sağlayacağını düşünmüyorum. Tam tersi, bunun iyi bir şey olmadığını göstermenin katkı sağlayacağına inanıyorum. Elbette bundan sonra da bu konuda çok daha dikkatli olacağız. Ayrıca, sadece diziler değil, ekrana çıkan herkes bu konuda sorumluluk taşımalı.
“Dizilerdeki ilişki temsilleri toplumsal cinsiyet eşitliği zemininde sunulmalı”
Ekranda kadına yönelik şiddetin izleyici üzerinde ne tür etkileri olabileceğini, kadına yönelik şiddet anlatısı barındıran hikayeleri aktarırken nelerin göz önünde bulundurulması gerektiğini Türk Psikologlar Derneği İstanbul Şube Başkanı Klinik Psikolog Dr. Serap Altekin’e sorduk:
“Araştırmalar, sosyal ve klinik gözlemler, medyada, sosyal medyada ve TV dizilerindeki şiddetin, toplum genelindeki saldırganlık oranları üzerinde bir artışı tetiklediğine işaret ediyor. Çocuklar ve ergenler bu olumsuz rol modellerinden en fazla etkilenen yüksek risk grubu olmakla birlikte toplumun genelindeki tüm yetişkinler de bu etkinin kapsamındadır. Bu etki 4 temel boyutta tanımlanabilir:
Kalıplardan uzak durulmalı
Bu nedenle, kadına yönelik şiddet gibi Türkiye’de son derece yaygın bir problemin anlatısını barındıran dizilerdeki ilişki temsillerini toplumsal cinsiyet eşitliği zemininde kurgulamak ve sunmak çok önemli. Geçmişte ve güncel dizilerdeki temsillere dair çalışmalar, kadınların daha çok zayıf, edilgen, çalışmayan ve şiddete maruz kalan rollerde; erkeklerinse daha sıklıkla, bağıran, vuran kıran, silah taşıyan ve kullanan, duvarları yumruklayan, telefonu duvara fırlatan, kapıları camları kıran ve kadına şiddet uygulayan rollerde karşımıza çıktığını gösteriyor. İşte bu toplumsal cinsiyetçi kalıplardan uzak durmak çok önemli ve öncelikli. Şiddeti uygulayanı kahramanlaştırmak, mafyalığı, zorbalığı yüceltmek, şiddeti ve saldırganlığı etki ve sonuçlarından kopuk olarak sunmak, cezasız kaldığını göstermek, şiddeti bir haz unsuru olarak sunmak, şiddeti romantizmin veya tutkunun bir tezahürü olarak sunmak bunların hepsi şiddetin ve saldırganlığın toplumda yaygınlaşmasına hizmet eden şeyler. Artık toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ve şiddeti yeniden üreten bu temsilleri ortadan kaldırmak ve dönüştürmek gerek.Şiddet bir halk sağlığı sorunudur. Özellikle de kadına yönelik erkek şiddeti asla bireysel bir hastalıkla ya da münferit kriminal bir yaklaşımla açıklanabilecek bir olgu değildir! Şiddetin ardında toplumsal cinsiyet eşitsizliği vardır ve şiddet politiktir. Bu bilincin içselleşmesine ihtiyaç var, bu çok önemli. Şiddete maruz kalan insanların hakları, alabilecekleri tedbirler, başvurabilecekleri yerler hakkında bilgilendirici içeriklere ve mesajlara yer vermek faydalı olacaktır. Gerektiğinde hakkını arayan, sınırlarını bilen, kendini koruyan, şiddet sarmalından güçlü bir şekilde çıkan ve karşılıklı sağlıklı ilişkiler kuran temsiller kullanmak da anlamlı olacaktır.”