24.11.2019 - 07:50 | Son Güncellenme:
Ceyda Ulukaya
Yarın 25 Kasım. Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü. Türkiye’de kadına yönelik şiddetin her türlüsünün ama özellikle şiddetin en uç örneği olan kadın cinayetlerinin hemen her gün yaşandığını biliyoruz. İçişleri Bakanlığı’nın kayıtlarına göre, 2016-2019 Ağustos döneminde 1162 kadın erkekler tarafından öldürüldü. Faillerin yüzde 63’ü eş veya partner, yüzde 32’si ise akrabaydı. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’na göreyse, 2019’un ilk 10 ayında öldürülen kadın sayısı 383. Daha iki ay önce eski eşi tarafından öldürülen Emine Bulut’un “Ölmek istemiyorum” çığlığı kulaklarımızdan silinmemişti ki, bu hafta Isparta’dan başka bir haber geldi: Henüz 19 yaşındaki Güleda Cankel, ayrılmak istediği erkek arkadaşı tarafından, kabus gibi geçen 17 saatin sonunda öldürülmüştü. Geriye, çıkarmamız gereken derslerle dolu bir “Sever mi her kalp katilini” mesajı bırakarak.
Peki erkekleri kadınları öldürmeye sürükleyen şey ne? Erkek şiddeti nereden doğuyor? Erkeklik dediğimiz şeyi insanlar nasıl algılıyor? Türkiye’de görece yeni bir alan olan Eleştirel Erkeklik İncelemeleri İnisiyatifi (EEİİ), tam da bu sorular etrafında erkekliği sorguluyor. İnisiyatifin üyelerinden psikolog Dr. Beril Türkoğlu, “Kadına yönelik şiddeti anlamak için erkekliğin inşasını anlamak önemli” diyor ve ekliyor: “Erkekliğe dair tek kabul edilebilir ve gösterilebilir duygu var, o da öfke ve saldırganlığın dışavurumu. Duygusal ilişkilerde de kadınlar, erkeğin iktidarını tam da erkeğin gözünde garantileyen kişiler olarak görülüyor maalesef. Şiddet, iktidar performansı sergileyebileceği alanı erkeğin elinden aldığınız zaman ortaya çıkıyor.” Türkoğlu’yla erkeklik ve şiddet arasındaki ilişkiyi konuştuk.
Kadına yönelik şiddeti anlamak için erkekliğin inşasını anlamak önemli diyorsunuz. Neden önemli?
Gelişim psikolojisindeki çalışmalar bize erkekliği nasıl inşa ettiğimize dair şunu söylüyor: Erkek çocuklarına öğretilen ilk kural, feminenlikten uzak durmak. Kız gibi olmamayı öğreniyor çocuk. Sonrasında da oynadıkları oyuncaklardan bilgisayar oyunlarına tüm sosyalizasyon araçları, erkeği şiddete ya da öfke ifadesine yönlendiriyor. Dolayısıyla feminenlikten uzak durma meselesinden sonra en önemli şey, erkeklerin duygu ifadesinin kısıtlanıyor olması. Erkekliğe dair kabul edilebilir ve gösterilebilir tek duygu var, o da öfke ve saldırganlığın dışavurumu. Çünkü diğer türlüsü kadınsı bulunuyor ve kabul edilmiyor. Geleneksel erkeklik ideolojisi, erkekliğe dair bu beklentileri teşvik ettiği için, bir erkek üzüldüğünde ya da depresyona girdiğinde bu duyguyu ifade edemiyor.
Nedir geleneksel erkeklik ideolojisini tanımlayan özellikler?
Tek bir kategoriye sokmamak gerekiyor tabii ama insanlara genel olarak erkeklerden ne bekliyorsunuz diye sorulduğunda, pek çok ülkede temel olarak şu bağlamda birleşiliyor: Erkekler statü sahibi olmalı, feminen olmamalı, güçlü görünmeli, başkalarının yanında ağlamamalı, aile reisi olabilmeli, sorumluluk taşıyabilmeli, gerektiği zaman sert olmalı, her zaman her yerde kendine güvenmeli... Bütün bunlar her zaman mümkün olamayacağı için kırılma da o zaman başlıyor. Çalışmalar şunu gösteriyor: Ne zaman ki erkekler bu beklentileri karşılayamamaya başlıyor, o zaman aşırı strese giriyorlar, kendilerine güvenleri azalıyor ve bunu toparlamak için, başkalarının gözünde daha iyi erkek olabilmek için kabul edilen tek duygu dışavurumu olan öfkeyi, şiddeti, saldırganlığı seçiyorlar.
Geleneksel erkeklik ideolojisi şiddete de onay veriyor yani?
Bunu net olarak söyleyebiliyoruz. Psikoloji alanında bunu ölçebilmek de mümkün oluyor. Bu çalışmalar diyor ki, erkeklik ideolojisini daha fazla benimseyenler (yani erkek sert olmalı, feminen olmamalı gibi erkekliğe dair beklentileri içselleştiriyorsa), örneğin kadınlara ya da cinsel azınlık gruplarına karşı cinsiyetçi davranmaktan ya da şiddet göstermekten çekinmiyor. Çalışmalar gösteriyor ki, bu insanlar öfkeye daha yatkın ve belli koşullarda kadına yönelik şiddete başvurmakta sorun görmüyorlar.
Kadın cinayetlerinin çok önemli bir bölümü kadının ayrılma-boşanma aşamasında yaşanıyor. Son olarak Güleda Cankel cinayetinde olduğu gibi. Erkeklerin bu aşamada şiddete yönelmesi ne anlama geliyor?
Erkeklik statüsü kazanılan bir şeydir. Sosyal performans ve edimlere bağlıdır, bunları yapar ve onay alırsınız. Ne zaman ki bunları yapmayı reddeder ya da beklentiyi karşılayamazsanız, size bahşedilen iktidar elden gider. Duygusal ilişkilerde de kadınlar, erkeğin iktidarını tam da erkeğin gözünde garantileyen kişiler olarak görülüyor maalesef. İlişkide duygusal olarak o kadar sahiplenici ya da takıntılı olma durumu aslında bir iktidar arayışıdır. Erkeklik perspektifinden kadın, hiçbir zaman onu bırakmaması gereken; ilişkide onun gücünü, sayılma isteğini karşılayan bir kişi oluyor. Güleda özelinde baktığımızda, ortada saplantı düzeyinde bir şey var. Çoğu zaman aşk cinayeti olarak geçiyor ki en çok karşı çıkmamız gereken nokta burası. Arka planda çok sistematik ve toplumsal bir yapı var çünkü. Şiddet, iktidar performansı sergileyebileceği alanı erkeğin elinden aldığınız zaman ortaya çıkıyor. “Sen beni nasıl bırakırsın?” Bu şu demek: Çünkü sen bir birey değilsin, kadın olarak özgürlük alanın yok, tamamen bana tabisin ve benim kontrolüm dışına çıkıyorsun. Ve erkeklik ciddi bir yara alıyor.
Ayrılma ya da boşanma bu iktidarı reddediş olarak algılandığı için şiddete sebep oluyor denebilir mi?
Demek mümkün. Bu, bir itibar meselesine dönüşüyor. Erkekliğin itibarı, başkalarının gözündeki değeri yitirildiği için, başkaları ne der meselesi o kırılganlık halini daha da şiddetlendiriyor ve bu erkekliği tehdit eder hale geliyor. Bu yüzden de öfkeyi, şiddeti açığa çıkarıyor. Ama şunu unutmamak lazım, o öfke ve şiddet ehliyeti bir erkeğe toplumsal değerlerle veriliyor. Yani geleneksel erkeklik ideolojisi dediğimiz şey, kurumlarda ya da gündelik ilişkilerdeki kabullerde erkeğe “Zamanı geldiğinde bunu kullanabilirsin” garantisi veriyor. Elbette her erkek sürekli saldırgan tavırlar göstermiyor ama onu cebinde tutuyor. Gerektiğinde kullanabileceğini ve kullandığında da yadırganmayacağını biliyor. Bu da erkeğe bir ayrıcalık statüsü getiriyor.
Güleda’yı öldüren erkek de henüz 19 yaşında. Erkekliğin inşası diyoruz ama bir yandan da tüm bu inşa süreci için oldukça erken bir yaş değil mi?
19 yaşına dek eminim birçok şeyin yapıtaşları konmuş. Şöyle bir örnek vereyim, üniversite öğrencileriyle yaptığım bir çalışma kapsamında “Nasıl bir erkek olmak istiyorsunuz?” diye sorduğumda, bazı kalıpların dışında bir erkeklik tarif eden olmadı. Hatta bazılarından şu cevabı almak çok şaşırttı beni: Eşim çalışsın istemem ya da eşim benden daha fazla kazanmasa iyi olur. Bu fikirleri veren, içinde yetiştikleri aile, okul, çevrelerinde gördükleri. Kendi benliklerinin gelişim aşamasında onaylandıkları belli başlı yerler var. Onaylanmak da insan psikolojisinde bir ihtiyaç. Ve o genç erkek ancak ve ancak belli başlı şeyleri yaptığında onaylanacağını biliyorsa yöneldiği tek yer orası oluyor. Dolayısıyla 19 yaş aslında pek çok tuğlanın döşendiği ama çatının konmadığı bir yaş. Bunun dışına çıkmak elbette mümkün ama göstermek gerekiyor, sadece erkeklik üzerine değil, iyi insan olmak üzerine söylemler geliştirmek, cinsiyet eşitliğinin sağlayacağı faydaları anlatmak gerekiyor.
Şiddet içermeyen bir erkeklik inşası mümkün müdür, nasıl inşa edilir?
Elbette mümkün, bunun için yapabileceğimiz pek çok şey var. Öncelikle, erkeklerin kendini sorgulamaya başlaması gerekiyor. Bunu da çeşitli inisiyatiflerin teşvikiyle, kurumların şiddet önleme politikalarıyla, şiddete karşı üretilecek politikalarla başlatmak mümkün. Bununla beraber, cinsiyet eşitliğinin yani tüm cinsiyetlerden bireylerin her yerde aynı haklara ve erişime sahip olmalarının aslında ilişkileri, çocukları, geleceği ve üretimi nasıl olumlu etkileyeceğine dair sonuçların gösterilmesi gerekiyor. İnsanlar eşitlendikçe, üstünlük kurmak için şiddete ihtiyaç kalmayacak. Yine çok önemli bir nokta olarak erkek çocuklarına gelecekte olması “gereken” erkeği çizmemek gerek. Çünkü toplumsal cinsiyetin, bu arada şiddetin inşası da çocuklukta başlıyor.
“O katil erkekleri de anneler yetiştiriyor” diyerek sorumluluğu yine kadınlara yükleyen bir anlayış da var...
Çocuk yetiştirme meselesi sadece kadınların sorunuymuş gibi ele alındığı için bu böyle. Bu çok tehlikeli bir söylem. Neden? Erkeklik ideolojisi dediğimiz şey, belli bir kültürde kabul edilen erkeklik biçimi. Erkekler tarafından da benimseniyor, kadınlar tarafından da benimsenebilir. Bir kadın da öyle bir erkeği daha çok onaylayabilir ve bunun için onu suçlayamazsınız. Çünkü kadını da tanımlıyorsunuz aynı zamanda. Bu söylemden uzaklaşmanın en önemli yolu, kadını sadece ev içi rollerle eşleştirmemek. Bu nedenle babaların çocuk bakımına eşit bir şekilde dahil olması, sorumluluğu paylaşması çok önemli.
Fotoğraflar: YAVUZ ÖZDEN