16.12.2018 - 08:15 | Son Güncellenme:
BUKET AYDIN
“Kelime Oyunu”yla tanıdığımız Ali İhsan Varol geçtiğimiz hafta 45.’si düzenlenen “Altın Kelebek” ödül töreninde aldığı ödülle, daha doğrusu tören sırasında yaptığı konuşmayla gündeme oturdu... Acun Ilıcalı “En İyi Erkek Sunucu” ödülünü eski haber müdürü İlker Yasin'den aldı ve Yasin'le yaşadığı anıları anlattı. İlker Yasin'in kendisini kovmak üzereyken elektriklerin kesildiğini ve kovulmaktan son anda kurtulduğunu söyledi. Varol ise Ilıcalı'nın bu hikayesine "Bizim öyle hikayelerimiz yok. Bizi direkt kovdular" diyerek gönderme yaptı. Dedi ki: “Biz sıradan insanlarız. Anlatabilecek çok şeyim yok. Yöneticilerimizin makam odalarında uyuyakalmadık. Kovulmak üzereyken elektrikler de sönmedi. Direkt kovdular. İlginç şeyler yaşadık ve neticesinde buradayız. Hepinize çok teşekkürler”. Varol’un bu sözleri için kimileri “İyi söyledi”, kimileri de “Ne gerek vardı laf koymaya!” dedi. Bu konuşmayı hangi duyguyla yaptığını çok merak ettim ve sordum. Ancak tabii sadece bu konuyu konuşmadık; çünkü kendisi uzun süredir başarısıyla merak ettiğim bir isimdi. Genel yorumumsa şu: Ali İhsan Varol çok özgüvenli ve aynı zamanda çok da mütevazı biri...
-Aslında ilk olarak metin yazarlığı yapacakken “Kelime Oyunu”nun sunucusu olarak bulmuşsunuz kendinizi? Hala soruları siz mi hazırlıyorsunuz?
Evet. İşimin zor kısmı o. Günde yetmiş soru, haftada bazen altı bazen yedi gün. Tekrara düşmemek için çok zorlanıyorum. Her zaman başaramadığımı da itiraf etmek zorundayım.
-Hayatı rüzgar hangi yönden eserse oraya felsefesiyle mi yaşıyorsunuz? Bunu sorma nedenim programın sunucusu olma şekliniz…
Bu bir felsefeden çok mecburiyettir aslında. Rüzgara karşı koyulamadığı için. Bazen şiddetine bazen ferahlığına... Ama belli bir yerçekimi de var. Hissedilir.
-“Kelime Oyunu” dışında yapmak istediğiniz başka projeler de var mı?
İşime dair, yaşamına dair yapmak istediğim, yapabileceğim türlü türlü fikirlerim var. Hepsinin gerçekleşmesine imkan yok. Şartlar ve olanaklar doğrultusunda farklı yönlere de gitmek isterim tabi ama enerjim hali hazırdaki tempoya ancak yetiyor.
-Kısa bir süre oyunculuk yaptınız. Peki devam etmeyi düşünüyor musunuz?
“Başladım” gibi bir düşüncem olmadığı için devam etmeye yönelik de bir fikrim yok. Çok zeki, çok yetenekli insanların yanında ve yardımıyla şahane bir deneyim edindim. Yenilerini edinmeyi de isterim. Ama kendinden emin olmak lazım, layıkıyla da odaklanmak lazım. Zor.
-Sahne deneyiminiz de oldu. Hala devam ediyor mu ya da edecek mi?
Etmiyor. Edecek mi bilmiyorum. Bakalım, rüzgâr eserse...
-Siz bir ara televizyon dizisinde de oynayan ve birçoğumuzun hayatında tatlı bir hatırası olan maymun Çarli’ye de bakmışsınız. Çarli şimdi nerede?
İngiltere’de özel bir bakım tesisinde… Esaret altında doğmuş ve insanlarla Çarli kadar haşır neşir olmuş hayvanların doğaya dönme, doğada hayatta kalma şansı olmuyor. O yüzden kendisi gibi maymunlarla doğal ortamına benzer bir yerde yaşıyor Çarli. Eskiden internet üzerinden tesiste geçirdiği zamana dair videolarını izliyordum. Bir iki senedir izlemiyorum. Özlüyor insan, üzülüyor.
-Geçtiğimiz hafta 45.’si düzenlenen “Altın Kelebek”te aldığınız ödülle gündeme geldiniz. Daha doğrusu ödül sırasında yaptığınız konuşmayla… Acun Ilıcalı’ya yaptığınız gönderme çok konuşuldu ve tartışıldı. Kimisi “İyi söyledi” derken, kimisi de “Ne gerek vardı laf koymaya!” dedi. Ama ben konuşmanızı sevenlerdenim. Acun Ilıcalı’ya laf mı koydunuz gerçekten?
Hayır. Konuşmayı Acun Bey’in konuşmasından yola çıkarak yaptım ama kendimden ve ekipten bahsettim. “Kelime Oyunu”na hali hazırda emek veren ve emek vermiş olan insanlar adına şakalı, esprili bir şeyler söylemek istedim. Fakat şakayı üzerine kurduğum platform çapımızı aşınca yorumlar coştu. Bizim memlekette adet böyle, yorum hadiseyi her daim geçiyor. Artık şaka mı biçimsiz oldu, içimiz mi fesat siz karar verin. Beni rahatlatan şey şudur; salondaki arkadaşlardan öğrendiğim kadarıyla Acun Bey gülmüş, eğlenmiş. Şükür. Kalp kırmayayım, can sıkmayayım, isteğim o...
-“Çalışmadan bir şey olmak bir bana mı zor” diye düşündüğünüz oluyor mu? Yani siz “Altın Kelebek” alma aşamasına gelene kadar neler yaşadınız? Ne gibi badireler atlattınız?
Bu ne kadar güzel bir soru... Bana ne kadar güzel bir pas attınız. Şimdi bunu buradan alıp ağlaya sızlaya, “Ben neler çektim” diye şahsi şovumu yapmak vardı ama adama gülerler... Çalıştım, halen de çalışıyorum. Ama bazı yönlerden de şanslıydım, halen de şanslıyım. Dert, tasa derseniz, onlar bitmiyor zaten, dönüşüyor. Önemli olan kendi derdini başkalarınınkiyle yarıştırmaya kalkmamak. O yüzden “Bir bana mı...” demedim hiç. Çünkü gördüm ki bir bana değil.
Gençler Acun’u mu dinlesin Ali İhsan Varol’u mu?
-Gençlere bir öneriniz olur mu? Acun’u mu dinlesinler, sizin gibi mi yapsınlar? Ki gençler artık çalışmadan bir şeylerin sahibi olma peşinde. Belki de her şey o nedenle bayağı vasat durumda. Siz ne dersiniz?
Bilemedim. Öyle bir soru ki üzerine sosyoloji tezi yazılır. “Acun’u mu dinlesinler” kısmına gelecek olursak, ben Acun Bey’in bazı yorumlardaki gibi “Ey gençler, sabaha kadar bilgisayar oyunu oynayın, mesai saatlerinde uyuklayın, 20 seneye zirvedesiniz” demeye çalıştığını düşünmüyorum. O iş öyle olmaz çünkü. Hiçbir iş öyle olmaz. Ama bir taraftan da belli olmaz. Zaman çok hızlı değişiyor. Belki bu hızlı değişim içinde biz de hızlı yaşlanmışızdır. Baktığımız yerdeki olumlu tazeliği göremiyoruzdur. Etrafımızda içi boş özgüvenden, hedefsiz benmerkezcilikten, tüketime dayalı hedonizmden, asla özeleştiri yapmayan korkunç bir kibirden başka şeyler de vardır. Olmalı. Çünkü yoksa bu işin sonuna can dayanmaz. En azından istemekten çekinmeyen bir nesil var artık. Ne istediklerini de tam olarak kestirebilirlerse, almak konusunda bizden daha başarılı olacakları kesin.
“De’yi, Da’yı ayıramayanı hor görmemeyi öğrendim”
-Kelimelere, imlaya takıntılı mısınız? İmla bilmeyen kişilerle yazışırken sizin de gözünüz kanıyor gibi oluyor mu?
De’yi, Da’yı ayıramayanı, Mı’yı, Mi’yi bitiştireni hor görmemeyi öğrendim. Kelimeleri yanlış yazanları halen rencide ediyorum. Favorilerim; seyehat, eylence, karekter, şevkat, Azarbeycan...
-Yarışmanızdan yola çıkarsak Türklerin kelime haznesi, kelime bilgisi ne durumda?
Yarışmadan değil de, TRT arşivdeki nostaljik videolardan yola çıkarsak zaman içerisinde pek iyi duruma geldiğimiz söylenemez. O videolardaki insanları “Kelime Oyunu”nda yarıştırabilseydik, muhtemelen eroin kaçakçısı bile 9000 puanı zorlardı.
“Halk olarak “Hulk” gibiyiz her zaman sinirliyiz””
-Sizin hep emin adımlarla ama derinden ve sağlam yürüdüğünüzü düşünüyorum. “Kelime Oyunu”nda da aynı şekilde bir istikrar var. Stüdyo dışındaki hayatınızda nasılsınız? Ekranda çok bilgili, kibar, jilet gibi bir haliniz var. Ekranda göründüğünüz gibi misiniz?
Sabah uyanıp, ceketimi giyip, iki düğmesini birden ilikleyerek güne başlamıyorum. Gündelik yaşamda, herhalde ekranda göründüğümden daha sarsak bir halim vardır. Hem de her yönden... Fakat stüdyodayken de olduğumdan çok farklı bir karaktere büründüğümü zannetmiyorum. Biraz daha dik durmaya ve neşeli görünmeye çalışıyorum sadece. Bir süre sonra da ister istemez neşeleniyorum.
-Sizi ne sinirlendirir mesela?
Bu sorunun cevabını ancak uzun bir liste olarak verebilirim. Ve sanırım ülkemizdeki hemen herkes için geçerlidir bu durum. Halk olarak “Avengers”daki “Hulk” gibiyiz artık. Sırrımız bu, her zaman sinirliyiz.
-“Temeli olmayan bir bilgiye sahip olduğum için” diye bir cümle kullanmışsınız eski bir röportajınızda ama herkes sizi gayet de temeli olan bilgilere sahipmişsiniz gibi görüyor. Bizi kandırıyor musunuz yoksa?
Estağfurullah, ne kandırması... Aksine halimi, haddimi açıklamaya çalışıyorum. Şu anda sermayesi Türkçe olan bir programda çalışmaktayım, fakat ne yazık ki bu işin eğitimini almadım ben, alaylı yetiştim. Bildiğim kadarıyla siz Türk Dili Ve Edebiyatı okudunuz, benden iyi bilirsiniz; dil denilen şey koca bir derya değil mi? Ben ancak kıyısında oynarım. E, oynuyorum da...
-Çok okur musunuz? Sandığımız gibi kendini okumaya, öğrenmeye vermiş biri misiniz? Neler yapmaktan keyif alırsınız?
İmajın altında ezilmek bu olsa gerek. Samimiyetinize sığınarak şöyle cevap vermek isterim: Neredeeeee... Okumak istediğimin yüzde beşini dahi okuyamıyorum. Okuduğumun da ancak yarısını özümseyebiliyorum. Ve utanarak söylüyorum ki, bu iyi günlerim. Okumak keyifli, izlemek daha kolay, üzerine hayal kurmak en lezzetlisi… Hepsini severim.