17.04.2022 - 03:00 | Son Güncellenme:
İlk olarak M.Ö. 500 yılı civarında Çin’de yetiştirildiği düşünülen portakal, egzotik ürün tüccarları tarafından Pers krallarına getirilmiştir. Farsçaya narang olarak giren portakal, Suudi Arabistan’a yolculuk etmesiyle naranj kelimesine dönüşmüştür. Bu egzotik meyve, Hindistan’a doğru yayılıp oradan Avrupa’daki ilk durağı olan İspanya’ya ulaşmıştır. Hintlilerin kullandığı Sanskrit diline naranga olarak geçer, İspanyolcada ise naranja olur. Avrupa’da tanrıların, imparatorların ve kralların meyvesi olarak ünlenen portakal, Fransa’ya ulaştığında bugünkü haline yakın olan orenge ismini alır ve son olarak İngiltere Krallığı’na ulaştığında ise orange olarak kullanılmaya başlanır. Dilimizde ise bu rengi anlatmak için oranj, portakal rengi veya turuncu kelimeleri kullanılmaktadır.
Safran bitkisi
Neredeyse bin yıl boyunca kendine ait bir kimliği olmayan turuncu renk kırmızının ya da sarının bir tonu olarak görülmüştür. Turuncu, en öznel renklerden biridir; herhangi bir turuncu renge bakıldığında kimileri kırmızı olduğunda ısrar ederken, kimileri sarı olduğunu söyleyebilir. Tarih boyunca farklı pigmentlerden elde edilen turuncu rengin kültürel anlamda değer kazanmasında oldukça kıymetli olan safran bitkisi de etkili olmuştur. Safran bitkisi ve safran bitkisinden elde edilen turuncu tonları, geçmişten günümüze pek çok kültürde kullanılmıştır. Özellikle antik çağlarda turuncu, dünyevi ve ilahi sevginin rengi olarak görülmüştür.
Kralların ve tanrıların meyvesi: Portakal
15. yüzyılda Avrupa’ya ilk kez getirilen portakal meyvesinin süksesi ile turuncu rengin prestiji de artmıştır. Kumaşlarda ve kıyafetlerde moda olan turuncu rengi elde etmek için boyacılar kumaşı ilk önce kırmızı, daha sonra sarı boya teknelerinde boyamışlardır. Diğer süreçlere göre daha zorlu bir süreç olsa da turuncunun farklı tonlarını kıyafetlerde kullanmayı böylece başarmışlardır. Tüm bu gelişmelerle beraber turuncu renk, hem meyvenin prestiji hem de kıyafetlerde kullanımının artışı sayesinde ortaçağın sonunda bağımsızlığına kavuşmuş; aynı zamanda zenginliğin göstergesi haline gelmiştir. Bu yüzden boyacılar da artan talebi karşılamak amacı ile kırmızı ve sarı renkleri karıştırarak en güçlü, en güzel ve en parlak turuncuları elde etmeyi başarmıştır.
Turuncu havuçların hikayesi
Turuncu rengin Avrupa’da dini ve siyasi bir anlam kazanarak popülerleşmesi, Hollanda’nın bağımsızlığının temellerini atan Oranj Prensi Willem ile ilişkilidir. Hollandalılar, I. Willem’a duydukları minnettarlığın ve hayranlığın bir ifadesi olarak turuncu rengi yaygın bir şekilde kullanmaya başlarlar. Dönemin çiftçileri bu hayranlığı göstermek için, 16. yüzyıldan önce Güney Amerika’dan gelen mor, kırmızı ve sarı havuçlar yerine turuncu renkte havuçlar üretmeye başlarlar. En büyük havuç üreticilerinden biri olan Hollanda’nın turuncu havuçları ticaret yolları sayesinde tüm dünyaya yayılır.
New Orange’dan New York’a
Hollandalılar için neredeyse milli bir kimlik haline gelen turuncu rengin izlerini sadece kendi coğrafyalarında değil sömürgelerinde de görmek mümkündür. Coğrafi keşiflerle yeni limanlar ve ticaret yolları arayışında olan Hollandalı gemiciler Manhattan’a gelirler ve buraya yaşadıkları ülkenin en büyük şehrinin adını vererek New Amsterdam derler. Hollandalı kâşiflerin bulduğu ticaret yollarını ele geçirmek isteyen İngiltere, 17. yüzyılda Hollanda ile bir sömürge yarışına girer ve bu rekabet savaşa dönüşür. Bu savaş sırasında Hollanda “New Amsterdam”ı İngilizlere karşı kaybeder. Önemli bir ticaret limanı şehrini ele geçiren İngilizler York Dükü’nü onurlandırmak amacıyla bu şehre New York derler. Sadece bu bölgede değil tüm dünyadaki Hollanda hâkimiyetine son vermek isteyen İngiltere, Hollanda’ya bir kez daha savaş açar. İkinci İngiltere-Hollanda savaşının sonunda (1673) Hollandalılar New York’un kontrolünü geri kazanırlar ve kraliyet ailesinin ismini vererek şehrin adını New Orange olarak değiştirirler. Ancak New Orange ismi çok uzun sürmez ve o dönemde Hollanda’nın eş zamanlı olarak birçok savaşta birden mücadele etmesi İngiltere’ye karşı daha fazla direnememelerine neden olur. Bunun sonucunda 1674’te İngiltere ile yapılan anlaşma gereği şehir İngilizlere teslim edilir ve günümüze kadar gelen New York adını yeniden almış olur.
Budist rahipler neden turuncu giyer?
Hindistan’da saygın bir konumu olan Budizm inancında da çok önemli bir yeri olan safran, aydınlanmanın ve mükemmelliğin en yüksek mertebesinin rengidir. Bu renk, keşişler tarafından giyilecek cüppeler için M.Ö. 5. yüzyılda Buda’nın kendisi ve takipçileri tarafından belirlenmiştir. Cüppe ve cüppenin rengi dünyevi zevklerden feragat etmeyi ve Budist düzene geçişi simgeler.
Minyatür sanatına adını veren pigment
Eski tablolarda kırmızı renk olarak değerlendirilen ve sülüğen olarak da bilinen “minium” pigmenti ise bugün tablolarda göze çarpan canlı bir turuncu tonu olarak karşımıza çıkar. Minium pigmenti, ortaçağda özellikle el yazmalarını süslemek için kullanılmıştır. El yazmalarına yapılan küçük ve zarif süslemelerde bu pigmentin çok fazla kullanılması, minyatür kelimesini ortaya çıkarmıştır. Minyatür, sanıldığı gibi Latince “en küçük” anlamına gelen minimus kelimesinden değil, “minium ile renklendirilmiş/minium renginde” anlamına gelen miniare kelimesinden gelir. Bu süslemeleri yapan ortaçağ sanatçılarına miniator, yaptıkları küçük süslemelere ise miniature denmiştir. Minyatür kelimesi zamanla, küçük sanat işlerini anlatmak için kullanılan bir kelimeye dönüşmüştür.