10.03.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:
Defne SAMYELİ defne.samyeli@milliyet.com.tr / @tweetingdefne
Ezik ve popi...
Ne demek bilir misiniz?
Dilin kendisi, terimler ve söyleyiş şekilleri ne kadar değişse de, bu iki kelimenin ifade ettiği kavramlar değişmeyecek. Özellikle gençlerin dilinden düşürmediği ‘ezik’, genelde sosyoekonomik olarak daha alt sınıftan gelen, güç, para, gösteriş, ya da her ne talep görüyorsa onun eksikliğinden boynu bükük kalmışlara verilen isim. ‘Popi’ de popüler, havalı, ‘cool’ olan.
Öğrenciyseniz; ya birisiniz, ya öbürü. “Ben ortadayım” diyorsanız, kesin ezikmişsiniz.
Fakir bir mahallenin çocukları özel okulda okumak zorunda kalırsa, zorlanırlar.
Bu bir televizyon dizisi olup da Gani Müjde’nin elinden çıkınca, izlerken boğaz düğümleyebilecek durumlar nasıl da eğlenceli bir gösteriye dönüşebiliyor.
Show TV’yi ne zaman açsam “Pis Yedili” var ekranda. Geçenlerde gün boyu sekiz saati aşkın yayınlanmış dizi.
Yedisiyle birden konuşalım istedik. Şimdiye kadar set dışında hiç bir araya gelmemişler. Kendi amatör gösterimiz “Çaba Gala”nın gecesinden bitap düştüğüm bir telaşlı zamanda, tek izin günlerini bana ayırma nezaketini gösterdiler.
Neşeli ve samimi sohbet saatler sürdü. Bizi ağırlayan mekanın sahibinin küçük
oğlu meğer dizinin hayranıymış. Mavi gözleri gülücükler saça saça masaya gelip de bir tek Burak’tan (Orço) imza isteyince kahkahayı bastık tabii.
Bu başarılı gençlerin kişisel yolculuklarını dinledim.
‘Fakir ama gururlu’ genç klişesinin günümüze uyarlanmış versiyonunda, hiç kendi geçmişlerinden tatlar var mı merak ettim.
Olmaz mı? Nereden nereye... Başarı hikayelerinin hepsi, bir tırmanma yolculuğu.
Kadir, Eda, Burak, Halil, Hazal, Ahmet ve Bükre, hep daha da yükseğe tırmansınlar inşallah.
Biz de alkışlamaya devam edelim.
Özel okulda okumak durumunda kalmış ama varoş diye tabir edilen bir kesimden gelen bir karakteri canlandırıyorsun. Karakteri oluşturmak için kendinden neler kattın?
Kadir Doğulu: Ben de mahalle kültüründe yetişmiş bir çocuk olduğum için bu anlamda zorlanmadım aslında.
“Orço’yla ancak altı kişi baş edebiliyoruz”
Burak, Orço olarak tanıyor herkes seni. Kadir’in Bayrampaşalı karakteriyle ilgili en beğendiğin ve sinir olduğun özellikler ne?
Burak Alkaş: En beğendiğim özelliği, ayran gönüllü olması! Bir Elçin’le bir Cimbom’la takılıyor. Bütün kızlara yazıyor.
Orço da her zaman başını belaya sokan meczup bir karakter. Kızlarla ilişkilerde de çok dikiş tutturamıyor...
Burak A.: Dikiş tutturamıyor ama herkese yazıyor! Alayına gider yapıyor.
Reddedilmekten de korkmuyor.
Burak A.: Hiç. Çok özgüvenli ya. (Arkadaşlarını göstererek) Bunları da sevmiyor bazen. Diyor ki “Ay varoşlar sizinle mi takılacam?”
Konuşması, tavrı, hatta giyimiyle taşıması zor bir arkadaş Orço.
Kadir D.: Biz altı kişi ancak baş edebiliyoruz tek başına Orço’yla.
Burak gerçek hayatta nasıl birisi? Eda (Cimbom), sen tarif etsene.
Eda Ece: Gerçek hayatta da çok komik. Ben Orço’ya da çok gülüyorum. Burak’ın kendi içinde sakladığı diğer tiplemelere de çok gülüyorum.
Neler saklıyor Burak içinde?
Eda E.: Valla Burak her şeyi oynar. Burak, Orço karakterinde çok iyi diye bundan sonra gelen teklifler yine güldürmeye yönelik olabilir ama bence bir mafya babasını da çok iyi oynar. Zaten çok yetenekli de bir tiyatrocu.
Kadir D.: Set Orço’yla çekilmez oluyor! Yani gülmekten çekemiyoruz. Burak, Orço’dan daha fırlama bir adam.
Hazal Şenel: Orço’yu başka kimse oynayamazdı bu enerjiyle.
Burak A.: Ama ben de biraz büyüğüm.
“30’unda bir adam olarak 17 yaşındakini oynamak için sürekli hareketliyim”
Kaç yaşındasın? Kadir 30 yaşında.
Burak A.: Ben de 30 yaşındayım (Gülüşmeler).
Yaş meselesine çok güldünüz, hemen bırakmam. “30 yaşındakiler liseliyi nasıl canlandırıyor?” eleştirileri canınızı sıkıyor mu?
Kadir D.: Bunun takıntı haline getirilmiş bir şekilde konuşulması rahatsız etmekle birlikte, oyuncu dediğin avukatı da, genci de, doktoru da, yaşlıyı da oynar. Birçok oyun ya da filmde genç insanların yaşlıları canlandırdığını görüyoruz. Düşünmeden eleştiren ya da eleştirmek için konuşan insanların sözlerine pek kulak asmıyorum aslında. İnternette her nick sahibi olan eleştirmen.
Burak A.: Önemli olan, ortaya koyduğunuz oyun. Ben 30 yaşında bir adam olarak, 17 yaşındaki Orço’nun enerjisiyle o okula gelmem lazım. Ben de o enerjiyi kaybetmemek için sürekli hareketliyim, muhabbet ediyorum, güldürüyorum.
Ya görüntü? Yüzde oluşmaya başlayan çizgiler endişe yaratıyor mu?
Burak A.: (Kahkaha atarak) En fazla makyaj bende var. Eda’yla hemen hemen aynı, 45 dakika sürüyor.
17’lik görünmek için ne yapılıyor? Biz de öğrenelim...
Burak A.: Plastik makyaj gibi bir şey.
Çizgilerinin içine dolmuyor mu?
Burak A.: Ben sürekli güldüğüm için doluyor, tekrardan yapılıyor.
Oyunculuk ve tanınıyor olmak hayatında en temel neleri değiştirdi?
Burak A.: Kızlarla aram iyiydi, şimdi de iyi. Daha önce tiyatroya gelenler tanıyordu, şimdi yoldaki herkes tanıyor. Daha dün başıma gelen bir şeyi anlatayım: Arabayla gidiyorum, otobüs önüme kırdı, ben de sinirlendim. Nasıl bağırıyorum, “Öldürecek misin bizi hayvan herif!” diye. Adam camı bir açtı, sırıttı: “Lan Orço, n’apıyon yaaa?” dedi. Kızamıyorsun yani
Burak, senin kişisel bir ‘fakir ama gururlu’ hikayen var mı?
Burak A.: Benim bir ev arkadaşım vardı, özel bir üniversitede okuyordu. Beraber İzmir’den geldik İstanbul’a.
O özel üniversitede gerçekten çok zorlanıyordu. Çünkü Akbil’le gidip geliyordu. Okuldaki tüm arabaların hepsi pahalı, Porsche falan. Eve geldiği zaman anlatırdı.
Ne anlatırdı?
Burak A.: Şimdi bir kere oranın kantininde yemek yiyemiyordu. Nereden baksan özel üniversitenin kantininde yemek yemek yemek en az 20-25 lira. Akbil’le gidip gelen bir insan için o 25 lirayı vermek koyuyor yani, o da simit alıp yiyordu. İnsan emin olun etkileniyor çünkü burslusun, orada herkes zengin. Seninle çok fazla konuşmuyorlar çünkü ortak konuşacak bir konunuz yok.
Ne oldu sonra ev arkadaşına ?
Burak A.: O yönetmen oldu şimdi. Parayı buldu!
Böyle başarı hikayelerine bayılıyorum. Peki senin öyle hiç kendi ezik hissetiğin oldu mu?
Burak A.: Yok benim öyle, ben geniş adamım ya.
Akbil de olsa simit de olsa Porsche da olsa aynı şey mi?
Burak A.: Biz para kazanıyorduk ama ben tiyatroda oynuyordum, Ali Poyrazoğlu tiyatrosunda, parayla ilgili bir problemim olmuyordu.
Şimdi nasıl kazancın, memnun musun?
Burak A.: İyi Allah’a çok şükür, kazanıyoruz bir şeyler..
"İnsanlar çok özeniyor ekranda olmaya”
Eda bu senin ilk oyunculuk deneyimin. Seni Kadir keşfetmiş...
Eda E.: Elememde Kadir vardı. Kadir bana oyun verdi, o benimle oynadı. Ben oradan çıktıktan sonra da karar vermiş sağolsun, Gani Müjde ile ikisi yani.
Bir özel üniversitede psikoloji ve sanat tarihiyle ilgilenirken, menajerlik yapan bir aile dostunuz sana bu rolü öneriyor...
Eda E.: Hoşuma gitti bu fikir. Herkesin hoşuna gider tabii, oyuncu olmak toplumdan bir adım önde olmak gibi algılanıyor, insanlar çok özeniyor ekranda olmaya. İyi olsun olmasın, eğitimi olsun olmasın herkesin içinde olan bir şeydir.
Kendini ekranda ilk gördüğün zaman ne hissetin?
Eda E.: Çok kötü hissetim, hiç beğenmedim, oyunculuk anlamında da, fiziksel olarak da. Ben kendimi zaten hep aşağı çekerim. Hani eğitimim yok, şuyum yok buyum yok diye. Elinden geleni yapıyorum, zaten eğitim almam gerektiğini, bu konuda destek almam gerektiğini fark etmiş durumdayım. Geçen sezondan farklı olarak rolüm için çok daha fazla kafa yoruyorum, artık kendimi daha çok beğeniyorum. Daha iyi bir Cimbom var, kendimden çok şey katıyorum. O yüzden de doğal oluyor
Eda ile Cimbom’un hiç örtüşmediği bir taraf yok mu? Senin zorlandığın, içinde bulamadığın?
Eda E.: Ben özel okullarda okudum, belli bir statünün üstündeydi ailemin bana sağladığı şey ve böyle bir tecrübe yaşamadım, hani Burak’ın anlattığı gibi bir şey olmadı, okul kantinini karşılayamayacak bir arkadaş çevrem olmadı. Romantizmi bilen, seyahat eden, iyi yerlerde gezen bir arkadaş çevresinde büyüdüm. O yüzden Cimbom’u anlamakta, onun maddi durumu anlamında zorlandım. Yine de Cimbom’un annesi çok zengin meraklısı, kızının da zengin bir koca bulmasını isteyen bir kadın. Cimbom’un kafasında o dünyaya atlama fikri var. Cimbom gibi bir tecrübeye sahip olmadım, hani zenginlerin arasında ezildiğim bir durumda kalmadım.
Bir yandan oyunculuk eğitimi alıyor musun?
Eda E.: Evet, şimdi şimdi başladım. Belki bundan sonra oynayacağım dizilerde çok ciddi bir rolün üstesinden gelemeyebilirim, eğitimim ve tecrübem az olduğu için eğitim almak istiyorum.
“Sesim yanık, türkü söylemem zor olmadı”
Fakir ama gururlu bir gence dönelim. Halil, sen de Doğulu musun canlandırdığın Trafo gibi? Türkü söyler miydin önceden?
Halil İbrahim Babür: Ben Doğuluyum aslında ama hiç türkü filan bilmiyorum. Şarkı söylüyordum ama.
Ne söylüyordun?
Halil İ.B.: Böyle bir amatör grubumuz var, alternatif rock.
Sesin için çok güzel diyorlar.
Halil İ.B.: Gani Abi türkü söylememi istemişti. Ben o tarz şarkı söylemeyi biliyordum ama sesim yanık olduğu için zor olmadı. Tabii türkü kültürü ayrı bir şey.
Senin nasıl oldu oyunculuğa geçişin?
Halil İ.B.: Ben lise tiyatrosuyla başladım. Şimdi Haliç Üniversitesi’nde konservatuarda tiyatro okuyorum. Bir yandan tiyatro yapıyorum.
“Dalak, boynuz hep bipleniyor, bacon’ı biplediler, domuz eti diye”
Öpüş koklaş var mı dizide?
Hazal Şenel: Yok, bizde yok.
Burak A.: Bende var bir tek. Ben yapıyorum o işleri. Diyorum ya işte Kadir’e, “Oğlum jönsün, bir öpüşemedin, ben kaç kişiyle öpüştüm!”
Yani Orço öpüştü mü dizide?
Burak A.: Tabii ilk o öpüştü. Sonra da bir daha yapmadık, değil mi?
Neden? RTÜK mü? Gençlik dizisi olduğu için mi?
Ahmet Yıldırım: Çocuklar da çok izlediği için. Kötü örnek olmamak için.
Halil İ.B.: “Dalak”, “Oha”... bunlar hep bipleniyor.
Dalak mı bipleniyor? Nasıl yani?
Halil İ.B.: “Dalaksın” diyoruz mesela, bipleniyor.
Bükre Atala: Benim en çok güldüğüm “bacon”ın biplenmesi.
Hani domuz eti ürünü diye biplenmiş.
Ciddi misin?
Ahmet Y.: “Boynuz” biplendi ya.
Halil B.: “Mal” biplendi.
Burak A.: Ben mesela “ulan” diyordum, biplendi. Şimdi “ülen” diyorum biplemiyorlar.
Kadir Doğulu’nun sinema filmi ”Bir Hikayem Var” bu ayın sonunda vizyona girecek.
“Ailem benim için çok koşturdu. Onlar bana her zaman çok inandı”
Hazal, ekibin hem en küçüğü hem de çocuk yaşta başladığı için en deneyimli olanısın. Ortaokulda oyun yazarmışsın.
İlk oyunun neydi?
Hazal Ş.: Bizim gerizekalı bir kızımız vardı ve ona görücü geliyordu... İlk oyunumuz bununla ilgiliydi. Komedi malzemesi olarak bana çok zengin gelmişti. Sonra Şehir Tiyatroları’na girdim. Destek olarak Devlet Opera ve Balesi’ne de yazıldım.
Şan eğitimin de var yani.
Hazal Ş.: Var ama çok işe yaramadı bende açıkçası.
Ses var mı?
Hazal Ş.: Maalesef. Kulağım var ama sesim yok. Annemler çok koşturdular.
En sonunda “Selena”nın seçmelerine götürmek istediler. Ben istemesem de bana ailem çok inandı. Gani abiyle de o zaman çalışmaya başladık. O benden memnun bildiğim kadarıyla. Ben de ondan aşırı derece memnunum ve çok severim.
“Selena”dan sonra “Türk Malı” mı?
Hazal Ş.: “Türk Malı”nda Şafak Sezer ve Binnur Kaya ile birlikte oynadım. Binnur Abla inanılmaz şeyler kattı bana. Yanında durup sadece konuşarak bile bir şeyler kazanabileceğim bir insan. Sonra “Pis Yedili”. Gani Abi aradı beni, “Sana bir
rol yazdım” dedi. Yazdığı karakteri, “Salça”yı çok beğendim. İlk kez iyi birini oynayacaktım ben.
Salça karakteri nasıl bir karakter?
Hazal Ş.: Dedikoducu bir karakter. Zaten en belirgin özelliği o. Mesela her şeye maydonoz işte. Aşk hayatı var daha yeni. Düşmanımız ikoncanlar grubundan birine âşık oldu, gruptan tepki gördü.
Şimdi arada buluşup ağlıyoruz falan. Sürekli komedi yapıp sonra hop birden ağlayan bir insan görünce daha bir etkileniyor seyirci diye düşünüyorum.
“Her ne kadar devlet okulunda okumuş olsam da zengin aile ortamlarıyla kesiştim. Oralarda ben de eziklikler yaşadım”
Kadir, senin kendi hayatında böyle izler var mı? Sosyoekonomik olarak farklı bir grubun içinde bulunduğun zaman mesela, kendini “ezilmiş” hissettiğin durumlar?
Kadir D.: Olmaz mı? Çok olmuştur. Aslında belli bir zümre dışında Türkiye’nin mozaiği bu. Ben Mersin’de doğdum büyüdüm. Bayrampaşalı’nın yaşadığı mahallenin de doğduğum mahalleden pek bir farkı yok.
Tarif etsene.
Kadir D.: Mütevazı evlerin olduğu, belli bir sosyoekonomik sınıfa ait olan bir mahalleydi. İşçi babanın, ev hanımı bir annenin çocuğuyum. Genel olarak Türkiye de böyle zaten. O yüzden çiğliklerim olmuştur
İlk aklına gelenler hangisi?
Kadir D.: Her ne kadar devlet okulunda okumuş olsam da zengin ailelerin ortamlarıyla keşiştim. Tabii ki arkadaş partileri, arkadaş ortamlarında yaşamışımdır eminim bu tür eziklikleri.
Kendini en çok neden dolayı ezik hissetmişsindir? Üst-baş, kılık kıyafetten mi? Yoksa mesela kızlara bir şey bir şey ısmarlayacak paranın olmamasından mı?
Kadir D.: Sanırım en büyük sıkıntı zaten insanın yapmak isteyip de yapamaması. Mesela kız arkadaşınla yemek istediğin, gezmek istediğin ortamlara giremediğin zaman, psikolojin ona göre değişiyor. Aynı mahalleden insanlarla beraber olunduğunda üst-baş ve parasal anlamda gücünün ne olduğu çok önemli değil. Ne zaman başkalarının ortamına giriyorsun, sıkıntı o zaman başlıyor.
“İki yıllık bir ilişkim var”
Şimdi parasal anlamda güçlü müsün?
Kadir D.: Yani... Standartlarım değişti ama uzun zamandır bu böyle. Dizi sektörüyle, oyunculukla gelen bir durum değil. Çok genç yaşta çalışmaya başladım. 18 yaşında geldim İstanbul’a. Oyunculuktan önce çok para kazandım.
Ne iş yaparak?
Kadir D.: Gece hayatında işletmecilik yapıyordum. Restoran, yiyecek-içecek sektöründe çalışıyordum. Geliri çok iyiydi. Ben bu standartlara, oyunculuğa başlamadan önce sahiptim ama şu anda oyunculuk alanında daha çok para kazanacağıma inanıyorum ileriye yönelik. Sınıf atladım şeklinde görmüyorum. Sosyal ortamlarım değişti, evet. İstanbul’a geldiğim anda değiştim. Değişmeyen tek şey değişim; ekonomik anlamda, çalıştığın sürece her şey değişiyor. Bunun adı zenginlikse, ona biraz sahibim, doğru.
Kız arkadaşlarını gezdirebiliyor musun artık?
Kadir D.: Kız arkadaşlarını? Benim bir tane kız arkadaşım var
Ne kadar zamandır? Bilinen bir ilişki mi?
Kadir D.: İki yılı aştı. (Arkadaşlarını göstererek) Sadece onlar biliyor. Elimden geldiğince de saklamayı düşünüyorum
Neden?
Kadir D.: Magazin gazeteciliği ilişkileri çabuk tüketmek, harcamak üzerine kurulu gibi geliyor bana. Bu yüzden ne kadar saklarsam, ne kadar bana özel kalırsa daha uzun vadeli olacağına inanıyorum.
Eda Ece: “Özel üniversitede psikoloji okurken oyunculuğa başladım. Oyunculuk yapmak herkesin içinde olan bir şey”
“Hâlâ 1.5 lira verip minibüse biniyorum”
En çalışkan kim? Her şartta ezberini yapan?
Halil İ.B.: Kadir çok okur, çalışır onu biliyorum. Hazal sekmez, Burak da çok çalışır.
En çok kim tekler?
Halil İ.B.: En çok ben teklerim, Bükre tekler, Ahmet bazen tekler.
Ahmet, Gani Müjde seni görünce “Ben bundan albino yaparım” demiş. Tipin nasıldı ki senin?
Ahmet Yıldırım: O zaman sakalım vardı, saçım uzundu.
Sonra saçını, kaşını boyadılar?
Ahmet Y.: Geçen yıl saçlarım da boyanıyordu. Ben hayatında saçıma jöle bile sürmemiş bir insan olarak bütün kuaförlük terimlerini ezbere biliyorum artık. 15 günde bir saç boyama bana zarar vermeye başladı. Sonra peruk olayına döndük. Sadece kaşlarımı beyaza boyuyoruz.
Günlük hayatta kaşların seni rahatsız ediyor mu?
Halil İ.B.: Yok alıştım artık, zaten rahatsız olsam bunun çaresi var. Rimel.
Tanıyorlar mı seni sokakta?
Halil İ.B.: Normal halim dizidekinden çok farklı olduğu için çok az tanıyan çıkıyor. Tinerciler ve mendil satan çocuklar gibi.
Az tanınmak rahatsız ediyor mu peki seni?
Halil İ.B.: Yok, beni hiç rahatsız etmiyor, 1.5 lira verip minibüse biniyorum hâlâ.
Oyunculukta hedefin ne? Sevdin mi bu işi?
Halil İ.B.: Oyunculukta hedefim oyuncuyu anlamak. Ben sinema okuyorum. Hani belki ileride inşallah yönetmenlik yapmak istiyorum. Oyuncuyu anladığın zaman derdini anlatırsın. Derdini anlatabildiğin zaman da işini çekersin.
Halil İbrahim Babür: “Bizim ekipte kopukluk olmaz”
“Mahalle kültürünü ve sadeliği hep sevdim”
Oyunculuk ve yeni imkanlar senin hayatını değiştirdi mi?
Halil İ.B.: Ben de mahalle kültürüyle büyümüş bir adamım, hâlâ da öyle yaşıyorum. Başka frekansa girmedim. Acaba bu bir eksik mi bende, neden olmuyor bilmiyorum. Çocukluktan beri olgunum. Zenginliği, fakirliği kötü ya da iyi olarak ayırmıyordum ben mesela. Sadece olanağım olup olmamasıyla ilgileniyordum. Zamanla o olanaklar da gelişmeye başladı. Ama o mahalle kültürünü ve sadeliği hep sevdim. Her zaman yaptığım işte de gösterişli olanın yapmacık olduğunu düşündüm.
“Ekibimiz mütevazı”
Dizideki kız arkadaşların arasında en kolay çalışılanı ve en zor çalışılanı hangisi?
Halil İ.B.: Mesela Eda’yla, Hazal’la, Bükre’yle de çalışmak bence çok kolay. Bu politik bir konuşma değil, gerçekten de ekibi çok mütevazı buluyorum ben. Birbirimizi uyarabiliyoruz. Uzaklıklar, kopukluklar olmuyor yani.
Bükre sana gelelim. Sen şimdi böyle sade duruyorsun ama eskiden çok çılgınmışsın. Saçların bir mavi, bir pembe, bir turuncu...
Bükre A.: Evet çok oynadım saçlarımla daha önce. Şimdi çok seviyorum siyah saçlarımı. Son 4-5 yıldır böyle. İşte daha 15-16’yken üç ayda bir gidip saçlarımı değiştiriyordum. Çok oynadım saçlarımla, tabii bana çok zararı da oldu.
Senin diziye katılman nasıl oldu?
Bükre A.: Dizinin kadrosunu oluşturan ajansın sahibi Tümay Hanım, babamın çok samimi arkadaşı. 40 senelik bir dostlukları var. Benim annem sayılır bile diyebilirim yani. Ben tatildeyken, doğum günümde telefon geldi . Uyuyordum, o telefonu açmayacaktım. Uyku benim için çok önemli. Cevap vermeseydim belki de başkasına gidecekti rol. Ama açtım.
Bu senin ilk deneme çekimin miydi?
Bükre A.: Yok, daha önce reklam ve dizi için gittim; hiçbiri olmadı. Bu denk geldi.
O zamana dek olmayanlara üzüldün mü?
Bükre A.:Üzülmedim. Zaten ben böyle bir şeylerde çok fazla umutlanmayı çok sevmiyorum. Çünkü çok umutlanıp gittiğiniz zaman ve o iş olmadığı zaman üzülüyorsunuz. Benim moralim çok çabuk bozulur. Gittim seçmelere. Gani Abi de oradaydı. Kavga sahnesi vardı, benim birine çıkıştığım bir sahneydi. Hani bir de ufak tefeğim küçüğüm. Böyle bir güç gösterisi yapıyorum: “Ağzını kırarım, seni döverim!” Gani abinin çok hoşuna gitti herhalde bu ufak tefek halimle.