21.07.2019 - 07:50 | Son Güncellenme:
Özlem Ülkü
İstanbul’daki Bizans saray mimarisinin günümüzde ayakta kalmış tek örneği olan Tekfur Sarayı, geçtiğimiz haftalarda müze olarak kapılarını açtı. Ayvansaray ile Eğrikapı arasında Kara Surları’na bitişik olarak Hoca Çakır Caddesi üzerinde bulunan saray için İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) 2005 yılında çalışmalara başlamıştı. Zamanında impatorların dinlendiği saray olarak inşa edilen, pencere kemerlerinin üzerindeki süs çömleklerinin güneş vurduğunda yaydığı ışıktan dolayı “parıldayan saray” olarak da anılan Tekfur Sarayı, saray, dinlenme yeri, padişahlara hediye edilen egzotik hayvanların barınağı, çini ve cam atölyesi şeklinde kullanıldıktan sonra kaderine terk edilmiş... Saraydan harabeye uzanan yolculuğunda merdivenlerini, katlarını kaybetse de yıkılmamış. Şimdi İBB’nin çalışmalarıyla yeni bir formda karşımızda! Üstelik haftanın 7 günü ücretsiz olarak açık... İstanbul’da tarihin içinde yolculuk yapmak isterseniz, muhakkak gidin. Çıkışta, müzenin avlusundaki kafede bir çay molası vermeyi de ihmal etmeyin. İşte o zaman buraya neden bir zamanlar “parıldayan saray” denildiğini anlarsınız.
Yetimhane de olmuş atölye de
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 15 yıla yakın süren çalışmalarının sonucunu görmek için çıktığımız turda bizi arkeolog Prof. Dr. Sümer Atasoy, Kültür Varlıkları Daire Başkanı Hüseyin Tok ve Yapı İşleri Müdürü Enver Mamur da yalnız bırakmadı. Prof. Dr. Filiz Yenişehirlioğlu’nun 1993 yılındaki ilk kazılarla müzenin bugünkü konumuna ulaşmasının öncüsü olduğunu öğrendikten sonra Prof. Dr. Sümer Atasoy’dan dinliyoruz, sarayın tarihini: “Tekfur Sarayı, İstanbul’da Bizans sarayı dediğimiz özellikle kalan tek bina. Tam olarak hangi tarihte ve kim tarafından yaptırıldığı bilinmese de araştırmalar 11. ve 13. yüzyıllar arasında olduğunu söylüyor. Bizans zamanı imparatorlar, dinlenmek için kullanmış burayı. Osmanlı zamanında önce valilerin kaldığı bir yer sonrasında Asya’dan Avrupa’dan hükümdara hediye edilen atların, fillerin ve diğer egzotik hayvanların barındığı yer olmuş. 1850’lerde ise Yahudilerin hem cam atölyesi hem evi olduğu söyleniyor. Öyle ki üst kat anasız babasız kalan Yahudi çocuklar için yetimhane olarak geçiyor. İbrahim Paşa öncülüğünde İznik Çinileri’nin yok olmasını önlemek için çini atölyesi de kurulmuş. Ancak kayıtlarda üretimin sadece 25 yıl sürdüğü var.”
Tekfur Sarayı’nın restorasyon ve müze uygulamalarını gerçekleştiren Yapı İşleri Müdürü Enver Mamur, kazılar yaparak işe başladıklarını söylüyor. Bu çalışmalar sırasında çini fırınının orijinal halini tespit ettiklerini söyleyen Mamur, “Restorasyon süreci 15 yıla yakın sürdü. Çünkü kazdıkça yeni bulgulara ulaşıp, onları nasıl değerlendireceğimize dair kurul kararını beklememiz gerekti. Beş yıl öncesinde buranın sürdürülebilir olması için müze olmasına karar verdik” sözleriyle uzun bir süreç geçirdiklerini söylüyor.
“Louvre Müzesi’nde Tekfur üretimi çini var”
Müze olmasına yönelik çalışmaların başındaki isim ise Kültür Varlıkları Daire Başkanı Hüseyin Tok. Camhane, mumhane, çömlek ve çini imalatının yapıldığı dönemleri tespit etmişler. Sarayın kendisini de göz ardı etmemeye çalışarak araştırmalar yapan ekip, buradan çıkan eserlerin bulunduğu müzeleri araştırmış. Tarihi birçok camide bulunan çinilerin yanı sıra İstanbul Arkeoloji, Türk-İslam Eserleri ve Topkapı Sarayı’nda çini örneklerin olduklarını tespit edince bakanlıklarla görüşmeye başlamışlar: “Eserlerin burada sergilenmesiyle ilgili protokoller oluşturuldu. Louvre Müzesi’nde Tekfur Sarayı üretimi çini pano, Victoria & Albert Museum’da Fuat Paşa Yalısı’ndan sökülen Çini Şömine olduğu tespit edildi. Dışişleri Bakanlığı ve Kültür Bakanlığı yazışmalarda bulunuyor.”
“Kaşıkçı Elması rivayet”
Kültür Varlıkları Daire Başkanı Tok, müzenin dışına eklenen asansörle engellilerin düşünüldüğünü söylüyor: “Buranın özel müze statüsü var. Kurula seçenekli projeler sunduk. Tamamen yapıdan bağımsız, şeffaf bir şekilde yapılmasının uygun olduğu kanaati oluştu. Özel müze statüsünün kıstaslarından biri de engelli erişimi. Dünyadaki örneklerine de baktık.”
Tekfur Sarayı’yla ilgili en büyük rivayetlerden biri de Topkapı Sarayı’nda sergilenen meşhur Kaşıkçı Elması’nın buranın çöplüğünde bulunduğu. Bu konuyla ilgili olarak yönelttiğimiz soruya, “İnsanlar efsaneleri sever. Tekfur’un üst katında küçük bir şapel var. Orada da Meryem Ana’nın peçesinin bulunduğu rivayet ediliyor. Ama bilimsel açıdan tam bir karşılığı tespit edilmiş değil” karşılığını veriyor Tok.
Dijital puzzle
Tekfur Sarayı Müzesi, en üst düzey teknolojinin kullanıldığı interaktif ve dijital uygulamalarla da ziyaretçilerine farklı bir deneyim yaşatıyor. Giriş katta hologram teknolojisiyle tarihi çömlek yapımı ve fırınının canlandırıldığı bir bölüm bulunuyor. Dev ekranlar, dokunmatik masa ile Bizans tarihi görsellerini bir araya getirirken, dönemin günlük yaşamı hakkında da bilgi veriyor. Müzenin en üst katında ise camilerdeki çini motifli ayetlerin yapının duvarına uygulandığı bir projeksiyon uygulaması yer alıyor. Müzede yer alan bir diğer detay ise özellikle çocukların ilgisini çekmek için hazırlanan elektronik puzzle. Misafirler, hem burada hem de küp olarak tasarlanan interaktif bir uygulamada çini motiflerini işleyerek, eğlenceli vakit geçirebilir.