05.10.2014 - 02:30 | Son Güncellenme:
FIRAT KARADENİZ - firat.karadeniz@milliyet.com.tr
Eğer Cem Yılmaz’ın ilk kez tek başına yönetmenlik yaptığı “Pek Yakında” filmini izlediyseniz siz de Zafer Algöz’ün performansına hayran kalmışsınızdır. Algöz’ün canlandırdığı Ahben Sonel karakteri kesinlikle görülmeye değer. Hatta bu karakterin Cem Yılmaz’ın canlandırdığı Zafer karakterinin bile önüne geçtiğini söyleyebilirim. Algöz’le yeni filmini konuşmak için buluştuk. Tiyatro ve televizyon kariyerini, Cem Yılmaz’la ilişkisini ve tabii ki fanatiği olduğu Beşiktaş’ı konuştuk.
Ben çok beğendim “Pek Yakında”yı. Sizin performansınız da inanılmaz. Çekimleri soracağım size. Nasıl geçti?
Çekimler çok güzel geçti. Çünkü altı aylık bir hazırlık döneminden sonra çekimlere başladık. Sadece ne oynayacağımızı değil, hangi rengin önünde oynayacağımızı, hangi kıyafetleri giyeceğimizi bile biliyorduk. Son derece planlı, programlıydı çekimler. Sadece bir-iki gün hava muhalefeti nedeniyle aksadı. Onun dışında fevkalade bir ortam vardı.
Cem Yılmaz ilk kez tek başına yönetmenlik yaptı. Sizin için çalışmak kolay oldu mu Yılmaz’la? Tabii ki. Benim rahat çalışmaktan muradım şudur: Bir kere Cem ne yapmak istediğini çok iyi biliyor. Zaten film çekmek böyle bir duygudur. İnsan filmi ilk önce kafasında çekiyor. Daha sonra onu gerçekleştirmek gibi uzun ve çileli bir yola koyuluyor. Fakat Cem bu konuda çok daha başarılı. Bence çok daha güzel filmler çekecek. Çünkü sinema yönetmenliği yapmak sadece monitöre bakıp oyunu takip etmek demek değildir. Cem’in o konuda müthiş bir bilgisi var. Işık, kamera, lens... Bunların hepsinden anlıyor. Teknolojiyi çok iyi takip ediyor. İşi bilen bir yönetmen. Keşke daha önce başlasaydı yönetmenliğe.
“Pek Yakında”da film içinde film izliyoruz. “Şahikalar” adlı film çekiliyor. “Şahikalar”ın seti izlediğimiz kadarıyla çok eğlenceliydi. “Pek Yakında”nın seti için de aynısını söylemek mümkün olur mu?
Biz güle oynaya, zevkle çalışan insanlarız. Ekibe sonradan katılanlar da çok hızlı uyum sağladı. Bir günde adapte oldular.
“Türkiye’de iyi bir senaryo zor çıkıyor”
“Pek Yakında” için Yeşilçam güzellemesi demek de mümkün. Bu sene Türk sinemasının 100’üncü yılı. Siz sinemamızı nasıl buluyorsunuz?
Türkiye’de oyuncular kaliteli. Yönetmenler de öyle. Teknoloji de kısa bir süre içinde ülkemize geliyor. Bence Türk sinemasının iki sorunu var. İlki senaryo problemi. İyi senaryo çok zor çıkıyor. Bir de sektör olamadı sinema Türkiye’de. İnsanların alacakları, verecekleri, hakları, telifleri çıkarılacak bir sinema yasasıyla belirlenmeliydi.
Yeni yeni atılan adımlar var tabii. Oyuncular Sendikası kuruldu birkaç sene önce...
Onun dışında Oyuncular Meslek Birliği’ni (BİROY) kurduk. Ben de kurucu üyeleri arasındayım. 12 kişi bir araya gelmiştik. Çünkü Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde telif haklarından faydalanabilmek için meslek birliği olman gerekiyor. Biz BİROY’u
bu nedenle kurduk. Zamanın Kültür Bakanı Ertuğrul Günay bize çok destek vermişti. Şimdi hem BİROY hem de Oyuncular Sendikası var. Fakat görev biraz da hükümete düşüyor. Çünkü şu ana kadar bir sinema yasasının çıkmamasının nedeni partilerin topu birbirine atmasıydı. Görüşmelerden “Koalisyon ortağı istemiyor” cevabı almıştık. Şu an uzun süredir memleketi tek başına yöneten bir iktidar var. Hal böyleyken neden bir sinema yasası çıkarılmıyor, bilmiyorum.
Çalışma koşullarının zorluğundan televizyon dünyası daha çok çekiyor gibi. Hem dizi sürelerinin çok uzun olması hem de set işçilerinin durumuyla ilgili... Siz de dizilerde rol alıyorsunuz. Peki televizyona daha çok zaman ayırmamanızın nedeni bu koşullar olabilir mi?
Aslında bu durum sadece dizilerin süreleriyle ilgili değil. Zamanında bir araştırma yapılmıştı. Sonuca göre, izleyici 120 dakikanın da az olduğunu düşünüyor. Çünkü seyirci sevdiği yapımın hemen bitmesini istemiyor. Önemli olan sektör olabilmek. Ben mesela oyuncu olarak kaçta sete girip kaçta çıkacağımı bilmek isterim. “Ne zaman biterse” diye çalışmak olmaz. İnsanların da bir sosyal hayatı var. Aile var, sorumluluklar var, arkadaşlarınız var... Dizi isterse üç saat olsun, yeter ki bu işin kuralları koyulsun.
“Şubat ya da mart ayında Cem Yılmaz’la yeni bir filme başlayacağız”
Tiyatroyla ilgili projeniz var mı?
Tiyatro yapacak zaman yok. Fakat üzerinde düşündüğüm iki oyun da var. Biri tek, diğeri ise iki kişilik oyunlar. Bir de şubat-mart döneminde bir film daha yapacağız Cem Yılmaz’la. Cem’in Amerika’dan dönmesini bekliyorum. Geldiği zaman oturup yeni filme yoğunlaşacağız.
Siz “Cem Yılmaz’la yeni film...” dediğiniz zaman benim aklıma “Yahşi Batı”nın son sahnesi geldi. İkinci film için kapı açık bırakılmıştı. Çin’de geçen bir hikaye... Bu hikayeyi mi çekeceksiniz?
Hayır. Onun olabilmesi için yani Uzakdoğu’da film çekebilmek için bir sene öncesinden hazırlığın tamamlanmış olması gerekiyor. Bizde kısa zamanda karar veriliyor. Yurt dışında böyle
değil. Gerekli izinlerin alınması lazım. Belki o proje ileride olur.
Cem Yılmaz ile tanışmanız nasıl olmuştu?
Bir televizyon kanalında karşılaştık. İkimizin de çekimi vardı. Sohbet ettik. “Abi beni seyretmeyecek misin?” dedi. “Çok isterim” dedim. BKM’de çıktığı zamanlardı. İzleyince bayıldım.
O da benim oyunlarımı izlemiş.
Anlattı hepsini. O zamandan beri de beraberiz, sinema filmleri yaparak; “Bize, bizi, bizle anlatan filmler yaparak”... Ahben Sonel gibi konuşuyorum... Ben Cem’in en büyük hayranlarından biriyim bu arada. Benim için Türkiye’de komedi mecrasında
rakipsiz bir numaradır.
“Pek Yakında” Zerrin Tekindor’un da ilk sinema filmi.
Onun da performansına hayran kaldım. Karakteri kamera karşısına geçtiği anda değişiveriyor. Gerçekten oyuncular böyle midir? “Motor” dendiği anda değişirler mi?
Hemen. Anında. Zerrin çok kıymetli bir oyuncudur. Konservatuvardan da sınıf arkadaşım. Beraber okuduk. İki yıl önce “Vahşet Tanrısı” adlı oyunda birlikte oynadık. Filmdeki rolü de çok güzel oynadı.
Tabii, filmdekiler gerçekten çok doğru kodlar. Mesela çok yorgun, halsiz, moralsiz ya da hasta olursa olsun, oyuncular “kayıt” dendiği anda farklı bir yaratığa dönüşür.
“Anthony Bourdain’in programına hastayım”
Bu kadar projeden kendinize zaman kalıyor mu? Neler yapıyorsunuz? Mutfağa girer misiniz mesela?
Ben çok anlamam mutfak işinden ama mecbur kalırsam da yaparım, aç kalmam. Yakın zamanlarda özellikle yabancı kanallardaki yemek programlarına çok takıldım. Bizim televizyonlarımızda çok kayda değer bir şey yok. Bu nedenle ya spora bakıyorum ya da yemek programlarına. O da bir sanat gerçekten.
Yabancı dizileri takip ediyor musunuz?
Hayır. Yabancı dizileri izlemiyorum. Yemek programı derken de Anthony Bourdain’in programına hastayım. Çok güzel program yapıyor. Sokaktaki lezzetlerin peşinde olan bir adam.
“Erkan Can benim en eski arkadaşım”
Bildiğim kadarıyla Erkan Can ile çok eskiye dayanan bir dostluğunuz var. Hatta maceranıza birlikte başlamışsınız...
Çocukluktan beri arkadaşız. En eski arkadaşımdır... Benim babam devlet memuru olduğu için Türkiye’nin birçok şehrini dolaştık. Ortaokulda, Bursa’dayken okulun tiyatro koluna aldılar bizi. Kemalettin Tuğcu’nun bir dramını oynayacaktık. Biz oyunu büyük bir ciddiyetle çalışıyorduk. Fakat hocanın olmadığı zamanlarda bu dramı komediye çeviriyorduk. Öyle yapınca arkadaşlarımız yerlere yatıyordu. Bir gün arkadaşlar hocaya söyledi. Hocamız Tülay Hanım da izledi ve yıkıldı yere gülmekten. Böyle olunca bir kere oynayacağımız oyunu her ay bir kez oynamaya başladık. Tülay Hanım beni Devlet Tiyatrosu’nun kurslarına yönlendirdi sonra. Komisyonda da Kenan Işık vardı. O Erkan’la beni çok beğendi ve “Çocukları misafir olarak alalım kursa” dedi. Sonra bir anda şansıma büyük bir oyun geldi. 13-14 yaşında bir oyuncuya ihtiyaç vardı. Beni sahneye çıkardılar hemen.
Daha sonra bir projede yolunuz kesişmiş miydi?
Tabii. “Kapıları Açmak” adlı bir dizide beraber rol aldık. Bir de iki ya da üç ay sonra vizyona girecek “Tut Sözünü” adlı bir film var. Orada gençlere destek olmak için küçük roller oynadık.
“Beşiktaş Olimpiyat Stadı’ndan kurtulmalı”
Beşiktaşlı olduğunuzu biliyorum. Tottenham Hotspur karşısında nasıl buldunuz takımı?
Çok iyi futbol oynadılar. Ben hep şunu iddia ettim, Beşiktaş gibi bir takımın iyi futbol oynayabilmesi için çok düzgün bir zemin lazım. Olimpiyat Stadı’nın bataklığında Barcelona’yı getirsen top oynayamaz. Maçtan önce zaten Beşiktaşlı arkadaşlarıma söyledim, “Beşiktaş halı saha gibi bir zeminde müthiş futbol oynayacak” dedim. “Galatasaray’ın başına gelen Beşiktaş’ın da başına gelir” diyenler oldu. İnananlar da oldu. Ben yeneceğimizi düşünüyordum.
Ben de umutluydum. İyi de başladık ama...
Benim gibi düşünenler haklı çıktı. Bir an önce Beşiktaş’ın o Olimpiyat Stadı rezilliğinden kurtulması lazım. İstanbul’da çok stat var. Beşiktaş’ın lig maçlarını zemini düzgün bir statta oynaması lazım.
Siz maçlara gidiyor musunuz?
Ben Olimpiyat Stadı’na kesinlikle gitmek istemiyorum. Çünkü orası dünyanın en sevimsiz stadı. Bir kere mayıs ayının ortasında bir maça gittim ve dondum. Böyle bir rüzgar olamaz.