19.03.2023 - 03:00 | Son Güncellenme:
Ege Doğaç Erdoğan - Yıllar önce ABD’de üniversite öğrenci kulübünün ‘Bir Alman lezzeti olan döner tadımı’ etkinliğine rastladığımda yaşadığım şaşkınlığı unutamam. Değişim programıyla Almanya’ya giden Amerikalı öğrenciler döneri bir Alman yemeği sanmış. Aslında düşününce bu çok da şaşılacak bir durum değil zira Türkler de artık Alman kültürünün bir parçası. Gökhan Duman’ın yeni çıkan kitabı “Ötekilerin Başkenti” işte tam da bu kültürel alışverişi gözler önüne seriyor. Almanya’da sergilenen en değerli tablolardan biri olan “Yoksul Şair”in Kreuzberg’de yaşayan bir Türk işçi ailesinin evini süslediğini, David Bowie’nin ismini Berlin’de gördüğü bir Türkçe yazıdan alan bir şarkısının olduğunu, Alman kız öğrencilerin Türk kılığına girerek Türklere karşı ön yargıyı saptamak için bir sosyal deney düzenlediklerini, Berlin duvarı yıkıldığında Doğu Almanya’dan gelenlere ‘ev sahibi’ olarak Berlinli Türklerin çay ikram ettiklerini biliyor muydunuz? Bunlar gibi tarihe ayna tutacak 15 ayrı hikaye yer alıyor “Ötekilerin Şehri”nde. Sadece Türkler’in Almanya’ya entegre olma hikayesine değil, Almanya’nın Türklerle beraber evrimleşmesine de tanık oluyoruz.
Star Ali
Ali Akdeniz, 44 yıl önce Berlin’e yerleşmiş bir göçmendi. Terziliği küçük yaşta çıraklıktan öğrenmiş ve hayatının ikinci yarısında yeniden bu mesleğe dönmeye karar vererek Berlin’de küçük bir dükkân açmıştı. Sıradışı ve renkli kıyafetleriyle dikkat çeken adam, çevresinde “Star Ali” olarak biliniyordu. 29 yaşındaki Zoe Spawton, çalıştığı kafenin önünden her sabah geçen Ali’yle tanıştıktan sonra fotoğraflarını çekmeye başladı. Fotoğraflar birikince “What Ali Wore” (Ali Ne Giydi) adlı blogunda yayımladı.
Gastarbeiter yani misafir işçiler 1955’den itibaren önce İtalya, İspanya, Yugoslavya ve Yunanistan’dan gelirler. 31 Ekim 1961’de “Türk İşgücü Anlaşması” imzalanır ve işte Türklerin Almanya macerası başlar. DiasporaTürk oluşumunun da kurucusu yazar Gökhan Duman, yine göçü anlatan “11. Peron” kitabından sonra yeni kitabında Türklerin Almanya’da yarım asrı geçen varlığını farklı farklı hikayeler üzerinden okuyucuya ulaştırıyor. Duman, “60 yılı aşmış bir göç hikayesinin ortak hafızasını bir platformda toplamak” şeklinde çalışmalarının amacını açıklıyor. “Memleketten ayrı olmak, ailelerden uzaklaşmak, kültürüne yabancı olduğumuz bir toplumda var olmak, ayakta kalmak, yalnızlıkla baş etmek gibi kodlar vardır gurbetin içinde. Bu yalnızca bize özel değil, yalnızca Türkler gitmedi zaten Almanya’ya ancak ülkesinden, evinden, kültüründen en uzakta olan bizlerdik. Gurbetin yasaları yazılacaksa bunu en çok Türkler hakediyor bana sorarsanız.” Gurbet ve başarı hikayeleri arasında sıkışıp kaldığımızı ifade eden Duman, “ben bu kitapta şunu anlatmaya çalıştım: biz oradayken tarih akıyor, hayat akıyor ve biz de o şehrin ve tarihin bir parçasıyız. Bu şehirdeki önemli anlarda biz de varız. Biz buradaki insanların hayatlarına dokunduk, onlar bizden etkilendi, biz onlardan etkilendik.” Ajitasyon ve hamasetten arındırılmış, hayatın ta kendisine dokunan hikayelerle yalın bir şekilde okuyucuya ulaştırmayı başarıyor bu kültürel alışverişi Duman.
Berlin Üçlemesi’nin son albümü olan ve 1979’da yayınlanan Lodger albümünde yer alan “Yassassin” şarkısının esin kaynağı, Berlin Duvarı üzerine yazılmış “Yaşasın” kelimesiydi. 20 Mayıs 1979 günü BBC Radyo 1’de yayınlanan “Star Special” programının konuğu olan Bowie, şarkının hikâyesini de anlatmıştı.
Kitabın girişinde “Kreuzberg, artık her şeyden önce bir “öteki” mekânı olmuştu” cümlesiyle vurucu bir girişten sonra ırkçılığın, aşırı milliyetçiliğin Türkler’e yaşattığı zorlukların farkındalığında ancak ‘öteki’ kavramını da içselleştirerek benimsemiş bir yeni kuşaktan bahsediyor. Örneğin 1973 yılında Alman Stern dergisinde “Türkler Berlin’in Zencileri” diye atılan başlığın önce tepki toplaması fakat yıllar sonra misafir işçi çocuklarının ‘evet, biz Almanya’nın siyahlarıyız!” diye hayali bir kimliği benimsemeleri. Göçmenleri aşağılamak için kullanılan ‘kanak’ sözcüğünün yeni kuşak göçmenler arasında sahiplenilip kimlik inşasının bir parçası olması, Amerika’dan yayılan hiphop kültürünün Berlin’de Türk rapi şeklinde vücüt bulması, Cartel grubunun hikayesi, kadın futbolcu Safiye’nin İran’a kadar uzanan maceraları, dönerin currywurst’u tahtından indirmesi gibi pek çok hikaye ortak hafızanın bir tezahürü şeklinde yer alıyor. Kitapta yer alan tek bir cümle aslında her şeyi çarpıcı bir şekilde özetliyor: “Eğer, Josef Stalin’e atfedilen “Almanya’da devrim olamaz, çünkü bunun için çimenlere basmanız gerekir” sözü gerçekse, Türkler Berlin ve Kreuzberg’de küçük de olsa bir devrimi hayata geçiriyor demekti.”
Everest yayınlarından çıkan kitap Türkler’in gurbetteki yaşamına, mücadelelerine, kimlik arayışlarına farklı pencerelerden bakıyor.
1972’de Alman sanatçı Joseph Beuys’un 1 Mayıs İşçi Bayramı’nda göçmen kökenli iki öğrenciyle Karl Marx Meydanı’nda süpürme eylemi gerçekleştirdi.Performansı, İşçi Bayramı’ndan sonra herkes evine dönerken geride kalan çöpleri yine misafir işçilerin toplamak zorunda oluşuna bir tepkiydi. Beuys toplanan çöpleri ve süpürgesini de bir galeride sergilemişti.