05.02.2012 - 02:30 | Son Güncellenme:
Miraç Zeynep Özkartal/zeynep.ozkartal@milliyet.com.tr
Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi hocası Prof. Dr. İnceoğlu, 2009 yılından beri düzenli olarak bu alanda çalışıyor.
“Ne demek nefret söylemi” diye soran varsa; içinde ırkçılık, yabancı düşmanlığı, belli gruplara karşı ayrımcılık taşıyan her türlü sözlü, yazılı ifade biçimi. Aşağılayan, simgeleştiren, ötekileştiren, hedef gösteren söylemler ve bunların aksiyona geçmiş hali, suçlar... İnceoğlu yeni kitabı “Nefret Söylemi ve / veya Nefret Suçları”nda bunları örnekliyor.
* Yeni kitabınız “Nefret Söylemi ve / veya Nefret Suçları”. Bugün nefret söylemi açısından medyanın fotoğrafını çeksek nasıl bir kare çıkar?
Karamsar bir tablo çizmek istemem ama çok parlak bir kareyle karşılaşmayacağımız kesin. Bu 2012 yılı itibarıyla başlayan bir şey değil tabii. Çok eski manşetleri hatırlarsanız, ayrımcı sözlerle karşılaşırsınız. Fakat şimdilerde eskisi kadar bariz bir söylem yok; daha maskeli, örtük bir söylem var.
* Neden?
Çünkü nefret söyleminin adı kondu. Şimdi zengin nefret söylemi kullanan köşe yazarlarını görüyoruz. O dil daha çok onlara kaydı.
* Sosyal Değişim Derneği ile nefret suçlarının yasalaşmasıyla ilgili bir toplantı yaptınız. Yasa öneriniz ne aşamada?
Şu anda TCK’nın 216. Maddesi nefret suçuna en yakın olan madde. Ama ne yazık ki sağlıklı işlemiyor. 56 AGİT (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı) ülkesinin 34’ünde nefret suçları mevzuatı var, bizde yok.
* Siyasetçilerin bu yasaya karşı tavrı ne?
CHP’den Veli Ağbaba ve Melda Onur destek oluyorlar. BDP’li birkaç milletvekili imza verdi. AKP ve MHP’den umarız destek gelecek. Henüz yok. Zaten onların desteği olmazsa böyle bir yasayı TBMM’den geçirmemiz çok kolay gözükmüyor.
* Son 10 yılın, nefret suçları konusunda cumhuriyetin diğer yıllarına göre karnesi nasıl?
Cumhuriyet tarihinde bir sürü olay var, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül... Ama 2006’dan itibaren bir bakıyorsun; Rahip Santoro, Hrant Dink, Malatya Zirve Yayınevi katliamı, Kürt vatandaşlara yapılan linç girişimleri, Manisa Selendi’de Romanlara yapılanlar... Nefret suçları yığınsal bir şekilde arttı.
* Neye bağlıyorsunuz bu artışı?
Var olan siyasi kutuplaşma, gerginlik, medyanın taraf alması da etkili... Söylem, ‘biz’ tanımı üzerinden gidiyor. “Biz Türküz, Müslümanız, tercihen Sünniyiz, heteroseksüeliz.” O ‘biz’in dışında kalan herkes öteki. Ama her ötekinin de bir ötekisi var... Bu kısır döngü toplumsal barışı ve adaleti zedeliyor.
“Bazen umutsuzluğa düşüyorum”
* Medyaya nefret söyleminde ayna tutmak siz medyada sevilmeyen bir insan mı yaptı?
Bilmem düşünmedim. Sevilmem de gerekmiyor ki... Şu yanılsama da var, biz bu işi medyayı suçlamak için yapmıyoruz. İdeal, olması gereken medyayı anlatmaya çalışıyoruz. Hani denir ya, dördüncü kuvvet medya... Ama medya artık görevini yerine getiremiyor. Le Monde Diplomatique’in eski genel yayın yönetmeni Ignacio Ramonet “Artık beşinci kuvveti kuralım” diyor, “Medyayı izleyelim, ürettiği yanlış haberleri ve eksik bilgilendirmeleri deşifre edelim.” Medya devlet için ya da silah kuvvetler için değil, bizler için var.
* Nefret suçu çalışmanız çevrenizde takdir mi ediliyor, yoksa beyhude bir çaba olarak mı görülüyor?
Bir tanıdığımla konuşmamı anlatayım. “Sen nefret suçu çalışıyorsun ama nefret çok insani bir duygu” dedi. “Ben bu toplumda belli kesimlerden nefret ediyorum. Sen benim nefret etme hakkımı elimden alamazsın!”. Donakaldım. Şunu düşünmüyor: Bu nefret zamanla bir aksiyona dönüşüyor. Zarar veriyor. Kendine verdiği zararın zaten farkında değil ama başkasına verdiği zararın da bilincinde değil. Böyle zamanlarda umutsuzluğa düşmüyor değilim.
* Nefret söylemini engellemeye çalışırken ifade özgürlüğünü nereye koyacağız?
O çizgi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10’uncu maddesinde var. Önce ifade özgürlüğüne yer veriyor, ikinci paragrafında “İfade özgürlüğü koruma altındadır ama nefret söylemi kapsama alanında değil” diyor.
* Yeni yeni kullanıyoruz bu tanımları. “Nefret söylemi ve suçu” adı ne zaman kondu?
Dünyada ilk kez ABD’de 1978 yılında birtakım ırk, etnik kökenle ilgili suçlar mevzuata alındı. Ama esas 1990’da girdi yasaya.
“Ders vermek sahne performansı gibidir”
* Dersleri gerçekten ilgi gören bir hocasınız. Bunun için ne yapıyorsunuz?
Dersime acayip hazırlanıp girerim. Ben zaten her gün, tatil bile olsa üç-dört saat çalışırım. Okuma yaparım. Derste
tartışmayı severim. Çoğu derste o günün 15 gazetesini alırım, üzerlerinde konuşuruz. Bu bir sahne performansı gibi...
* Öyle mi görüyorsunuz?
Tabii. Eğer o gün ‘mood’unuz düşükse öğrenciye yansır. Siz de hissedersiniz o dersin iyi geçmediğini. 27 yıllık hocayım, şimdiye kadar hiç yoklama yapmadım. Çok yanlış geliyor bana. Zorla getireceğim o öğrenciyi ama arkada uyuklayacak. Neye yarar? Onun gelmesi benim performansıma bağlı. Sonuçta sahneye çıkıyorsun ama işin şov değil bilgi paylaşımı...
* Dövmeli profesör olmak sizi 1-0 öne geçiriyor mu?
Evet, gençlerin hoşuna gidiyor. Ama bazı yetişkinlerin bayıldığını da sanmıyorum. Tam tersi, bazılarına göre ciddiyetimden bir şeyler kaybettiriyor. İlk dövmemi 16 yaşında yaptırdım, şu andaki
o dövmenin üzerine yapılmış üçüncü dövme. İlk yaptığımda Türkiye’de ne dövme ne alet vardı, biz bunları toplu iğne ve çini mürekkebiyle gırgırına yapmıştık. Avangart bir şeyler yapalım diye...
* Neydi ilk yaptığınız motif?
Dişi-erkek işareti. Çok ilkeldi, sonra onu kapatmak için siyah güle döndürdüm. Şimdi de siyah gülü büyütüp kalp yaptık, yanında da kanatlar var. Bacağımdaki dövmeyi de dört sene önce yaptırdım.
“Kızımla eşimin dövmeleri Edgar Allen Poe’dan bir dize”
* Kızınızın da dövmesi var mı?
Üç tane var. Omzundaki dövme, sonsuzluk işareti. Sırtındakilerden biri çok güzel bir göz, diğeri de Edgar Allen Poe’dan bir dize. O dize, eşimde de var. Baba-kız dövmeleri aynı.
* Yıllarca klasik bale ve modern bale yapmışsınız. Hâlâ dans ediyor musunuz?
Yok, artık öyle bir durumum yok. 20 yaşıma kadar çok ciddi çalıştım. En son, Çağdaş Bale Topluluğu’nda dans ettim, biraz Sait Sökmen’in Bale Sanat Merkezi’ne gittim. 23-24 yaşıma kadar yaptım.
* Dansı bir meslek olarak planlıyor muydunuz?
Hayır. Şöyle başladı. Annem çok iyi piyano çalardı; abim ve ben de çalalım diye bir piyano hocası bulmuştu. Biz kadına yapmadığımızı bırakmadık. Dedim ki “Piyano filan istemiyorum, bale yapacağım”. 15 yıl çok düzenli bir şekilde yaptım, hatta British Dance Association’dan öğretmenlik sertifikalarım bile var.
“Tutuklu gazetecilere üzüldüğümüz kadar tutuklu öğrencilere de üzülmeliyiz”
* Üniversite öğrencisi olmak git gide zorlaşıyor bu ülkede. Dekanı eleştiren okuldan uzaklaştırılıyor, henüz davası süren öğrenciler okuldan atılıyor...
Bugün 500’e yakın tutuklu öğrenci var. Nasıl tutuklu gazeteciler, yazarlar için üzülmemiz gerekiyorsa aynı şekilde o öğrenciler için de üzülmemiz gerek. Eğitim hakları ellerinden alınıyor. Bu şekilde gidemez Türkiye. Bütün öğrenciler de haksızlığa uğradıklarını düşünüyorlar, “Susturulduk” diyorlar. Bir üniversite öğrencisinin nasıl düşünmesini bekliyorsunuz?