25.02.2018 - 01:30 | Son Güncellenme:
Özge Tabak
Milliyet Gazetesi Spor Müdürü Tayfun Bayındır’ın yazdığı “Cep Herkülü” A7 Kitap’tan çıktı. Bayındır’ın ilk kitabı olan “Cep Herkülü”, yakın zamanda kaybettiğimiz milli halterci Naim Süleymanoğlu’nun 1986-2000 yılları arası faal spor hayatını kronolojik olarak takip ederken, halterci Halil Mutlu’nun Süleymanoğlu’nu anlattığı oldukça samimi bir finalle sonlanıyor. Bir spor gazetecisi ve bir sporcunun çok özel dostluğunu da göz önüne seren kitabını ve Sülaymanoğlu’yla olan anılarını Tayfun Bayındır’la konuştuk...
- Neden Naim Süleymanoğlu hakkında yazmak istediniz?
Daha Naim’in Türkiye’ye geldiği ilk yıllarda, benim Hürriyet’te çalıştığım dönemde Emin Çölaşan da Hürriyet’teydi. “Dünya çapında bir yıldız. Senin çok acil bir şekilde onun kitabını yazman lazım” demişti bana. Sonrasında hayata geçirememiştim. Ama Naim ölünce -ki benim için çok beklenmedik, erken ve beni gerçekten üzen bir ölüm- özellikle Fatih Camii’nde cenaze sırasında çok sayıda insanın Naim üzerinden kendilerine bir şeyler çıkarmaya çalıştığını görünce, tanımadıkları Naim’i anlatmak istedim. Çok özel bir dostluğum vardı Naim’le. Sonra birden yayınevinden de teklif gelince, kendimi hazır hissettim ve başladım yazmaya... Hızlı da oldu, kendime de şaşırdım. Bu kadar çabuk yazabileceğimi, kurguyu bu kadar çabuk oturtabileceğimi hiç tahmin etmiyordum. Asıl önemlisi ‘86’dan bu yana yaşadıklarımı bu kadar iyi, an be an hatırlayabileceğimi beklemiyordum.
Naim döneminde çalıştığım gazetelerden arşiv çalışmaları yaptım. Bir araya geldiğim genel müdürler, bakanlar oldu. Asıl önemlisi Naim’le yaşadıklarımızın bir kısmına şahit olan meslektaşlarım var, başta Cemal Ersan olmak üzere, onlarla konuştum. Bu kitabı yazmamın ana nedenlerinden biri Naim’le ilgili arşivlerde bir kitap olmasını istemem. Yazılmış bir-iki tane var ama ben bütün dünya şampiyonlukları, Avrupa şampiyonlukları ve olimpiyatlarını da yerinde yaşadığım için, onları paylaşmak istedim.
- 14 yıla sığdırılmış eşsiz bir başarının gerçek hikayesi diyorsunuz. Siz bir dostu olarak nasıl anlatırsınız Naim Süleymanoğlu’nu?
‘86’da Türkiye’ye geldiğinden 2000 Sydney Olimpiyatları’na kadar olanki dönemi yazdım. Nasıl çalıştı, nelere katlandı, tonlarca ağırlığın altına nasıl girdi, halk nasıl karşıladı... Sonraki dönemde de varım ama bilerek yazmadım. Sonraki dönemin içinde biraz siyaset var, biraz yalnızlık, biraz ona yönelik ihanet var... Bahsettiğim dönem gerçekten bilinmesi gereken bir dönem. Dışarıdan soğuk gibi algılanmasına rağmen yakından tanıdığınızda çok farklı bir insandır. Çok candan, dost canlısı biriydi. Rahmetli olana kadar hiçbir gazeteciyi kırdığını görmedim. Hiç kimseye yukarıdan baktığını, kimseyi aşağıladığını görmedim. Çok özel çabaları vardı, o çabaları hayata geçsin istedi. Bakın sadece Türk halteri değil Dünya halteri de ondan sonra çöküş yaşadı. Hâlâ da aşağı doğru gidiyor, yakında halteri olimpiyatlardan çıkartırlarsa hiç şaşırmam. O bir yıldızdı gerçekten.
- Bu kitapta okurların ilk kez sizden duyacağı, Süleymanoğlu’nun bilinmeyenleri de yer alıyor mu?
Çok şey var. Naim’in Avustralya’dan kaçışıyla ilgili çok fazla şey yazıldı, söylendi. Özellikle Türk gizli servisiyle Bulgar gizli servisi arasında bir yarış oldu, onlar kaçırdı falan… Böyle bir şey söz konusu değil. O Türkiye’ye geldikten bir süre sonra yeniden Melbourne’e gitti. Ben de onunla beraberdim. Dünya şampiyonası vardı. Yaşananların tamamını birebir canlandırdık. Şu dönemde olsa televizyon dizisi olabilecek bir şey... Kaçıran arkadaşlarla beni buluşturdu. Saklandığı eve gittik. Kaçma sırasında değiştirdiği arabalara bindik. Bir film gibi aslında… Bir-iki isim dışında tamamını yazdım. Bu en unutamadığım anılardan biridir. Onun dışında eksik bilinenlerden biri de şu: Biz Naim’i, Türkiye’ye iltica başvurusu yaptığında üç gün kabul etmedik. Üç gün Türk Büyükelçiliği orada bekletti. Onun için orada bir evde saklanmak durumunda kaldı. Sonra kabul edilince tarifeli bir uçakla Londra’ya geldi. Oradan Turgut Özal’ın özel uçağıyla Türkiye’ye geldi. Atlanta’da yaşananlar çok fazla bilinmez, kız kaçırdığı var, onu da çok fazla bilmez insanlar...
- Özel anlarında yanında olan isimlerdensiniz. Hasta yatağında ilk fotoğrafını çekiyorsunuz.
Kesinlikle, o yönlerini de ortaya koymak istedim. Mesela bir Japon sevgilisi vardı uzun süre. Kızının doğumuna gitmedi mesela. Sevgilisinin ondan habersiz hamile kalmasından çok üzüntü duymuştu. Cebeci’deki doğumevinde doğum yaptı. Duyan ilk fotomuhabir Kemal Bostan’dı. Haber verdi, gittik hastaneye; Japon sevgilisini ve kızını gördük. Habersiz baba olmasından dolayı bu kadar tepki koyan Naim, ölmeden önce vasiyetini hazırlarken bile hasta yatağından Japonya’daki çocuğunu düşünecek kadar da zarif bir adamdı. Ona vasiyetinde bölüm ayıran, şu andaki kalan gelirinden aktarma yapan birisiydi. Öyle özel bir tarafı da vardı.
“Elimizdeki değeri bilemedik”
- Hak ettiği değeri görmediğini mi düşünüyorsunuz? Muhammed Ali gibi bir konumda olabilirdi...
Benim için gerçekten bir kahraman o. Muhammed Ali olurdu değil, bence Muhammed Ali neyse Müslüman dünyasında Naim Süleymanoğlu da odur. Muhammed Ali’nin de kendince bir kavgası vardı. Özellikle siyahilerle ilgili, Vietnam savaşıyla ilgili... Naim Süleymanoğlu’nun da olağanüstü bir kavgası var. Bulgaristan’daki zulüme, o dönemdeki baskıya, oradaki Türklere yapılanlara karşı durmak gibi ciddi bir misyon üstlenmişti. Bunların da anlatılması gerekiyordu. Biz elimizdeki bir değeri bu anlamda çok fazla bilemedik.
“Halter tarihinde böyle yarışma yok”
- Sporculuk kariyerinde en özel müsabakası hangisi sizce?
Kesinlikle Atlanta Olimpiyatları. Derler ya anlatılmaz yaşanır diye, öyle olağanüstü bir yarışmaydı. Naim altıda altı yaptı, Leonidis altı kaldırışın birinde başarısız olunca Naim şampiyon oldu. Bir tarafta Yunanlılar bir tarafta Türkler salonu doldurmuşlar, iki halterci de olağanüstü dereceler yaptı. Yunanlılar da Türklerle birlikte Naim’i ayakta alkışlıyorlardı. Hem rakibe saygı olağanüstü seviyede hem teknik anlamda müthiş bir gösteri hem onun ötesinde iki ülkenin taraftarlarının birbirine müthiş saygısı... Bence halter tarihinde böyle bir yarışma daha yok.
- Kitabı okuma şansı olsaydı keşke diyor musunuz?
Bazı yerleri yazarken çok duygulandığımı, bırakıp dolaşmaya çıktığımı hatırlıyorum. Çok etkiledi beni. Yazdığınız kişinin çok yakın bir dönemde dünyadan göçmüş olmasının başka bir etkisi oluyor. O anları tekrar tekrar yaşıyorsunuz. Çok isterdim okumasını. Bazı bölümleri var kitabın, çok özel oralar; o kısımları Naim’in ve o anı yaşayan birkaç kişinin anlayacağı biçimlerde betimledim. Onu mesela okur, oralarda güler geçerdi. Kitabın hoşuna gideceğini düşünüyorum, bu yaşanmışlıkların duyulmasından mutlu olurdu.