Pazar“Koskoca İstanbul’da insanlar iki ağacın altında piknik yapmak için sıraya giriyor”

“Koskoca İstanbul’da insanlar iki ağacın altında piknik yapmak için sıraya giriyor”

30.06.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:

“Sofrada Baş Başa”nın bu haftaki konukları televizyoncu Güven İslamoğlu ve dağcı Tunç Fındık

“Koskoca İstanbul’da insanlar iki ağacın altında piknik yapmak için sıraya giriyor”

Her Rizeli gibi dağlara âşık biriyim. Yükseklerden bakmayı severim. Bir kayanın tepesinde saatlerce kıpırdamadan oturabilirim. Şelale kazanlarında yüzmeyi denize tercih ederim. Bir kaya oluğundan akan suyu içmek kadar bana huzur veren bir şey yok. Neyse konu doğa olunca bu uzar gider. 2009 yılında CNN Türk,
Tunç Fındık’ın 14x8000 projesine medya sponsoru oldu. Dünyada 8 binin üzerinde 14 dağ var. Tunç hepsine birden tırmanan ilk Türk dağcı olmak istiyordu. Bu arada Everest ve K2 dahil 8’ine tırmandı. Dhaulagiri (8167m) tırmanışı öncesi CNN Türk’e geldi. Orada tanıştık. Yaşadıklarını ekrana taşıyacaktık ama nasıl? Bizlerin gitmesi mümkün değildi. Çünkü bu iş için özel eğitimli ekip gerekirdi. Onun yerine kendisine bir kamera verdik. Nasıl görüntüler istediğimizi anlattık. Ondan sadece fotoğraf çeker gibi video çekmesi istedik. Sabit, sallanmayan kareler... Tüm tırmanışı günlük tutar gibi kameraya aldı. İnanılmaz görüntülerle döndü. Kampa düşen çığ görüntüsünü hiç unutmayacağım. Çok sakin bir şekilde hem çekiyor hem de anlatıyordu. Zirve yolunda hayatını kaybeden dağcılarla yaptığı son röportaj ve onların ölmeden önceki son görüntüleri de çok etkileyiciydi. Zirveye kadar her anı görüntülemeyi başardı. Çok davet etti ama bir türlü olmadı. İki ay uzun bir süre.
Belki bir gün neden olmasın.

“Koskoca İstanbul’da insanlar iki ağacın altında piknik yapmak için sıraya giriyor”

Tunç çok mütevazı, sessiz biri. Ağzından laf almak çok zor. Kısa ve
öz konuşuyor. Başkası olsa saatlerce konuşur. Ben bir kere Ağrı Dağı’na çıktım, yıllardır anlatıyorum. Çünkü insan üstü bir güç harcıyorsunuz.
Onun yaptıklarını yapsam hiç susmam. Tunç’la daha sonraları arkadaş olduk. O zaman daha fazla hikaye dinleme şansı buldum. Çok garip; onunla beraber olunca hep ben sorarım,
o anlatır. Mesleki alışkanlık. Dağlarla ilgili o kadar merak ettiğim konu var ki konuş konuş bitmiyor. O bana hiç soru sordu mu? Hatırlamıyorum. Kahvaltı da bana ne soracak merak ediyorum.
Yine ben soracağım gibime geliyor. Pakistan’da ölümden döndü.
Neler olduğunu merak ediyorum.

Haberin Devamı

Güven İslamoğlu: Hafta sonu Antalya’ya mı gidiyorsun Tunç?
Tunç Fındık: Kemaliye’ye. Kemaliye Şenliği var. Gel ya abi, bak çok eğleniriz.
Güven İ.: Aynı şeyleri yapıyorlar her sene ya...
Tunç F.: Doğru, hemen hemen her sene aynı şeyleri yapıyorlar ama mühim olan eğlenmek. Geçen sene o basejumper’lar çok ilginçti. Kanyona 500 metreden atlayanlar çok iyiydi.
En çok ilgiyi onlar çekti. Tabii biz tırmanırken kimse görmüyor. 300 metrelik bir duvara giriyorsun kimse ne yanına gelebilir, ne seyredebilir.
Güven İ.: Ben de gördüm onu. Yılmaz’la (Sevgül) bu tırmanış mevzusunu konuşurken “Biz geleneksel tırmanış yapıyoruz. Diğer tırmanışların şov yanı var. Herkes görüyor ama geleneksel tırmanış yapanları kimse görmüyor” dedi.
Tunç F.: Görmez çünkü uzakta bir duvara tırmanıyor.
Güven İ.: O yüzden çok bir albenisi yok. İnsan tırmanırken seyircisi olsun mu istiyor?
Tunç F.: Aslında o insanın karakterine çok bağlı, sen ne yapmak istiyorsan odur. Yani hani birilerine şov yapmak istiyorsan, “aa ne güzel, millet beğensin” falan, o ayrı. Ama geleneksel tırmanışta bunun pek imkanı yok. Çünkü çok uzakta bir duvara, 1000 metrelik ya da 750 metrelik bir kayaya tırmanıyorsun, kimse de görmez seni. Dolayısıyla farklı.
Güven İ.: Bir denizde tırmandılar da,”Seni de çıkartacağız” dediler. Ben kaya tırmanamam, 95 kiloyla nasıl kaya tırmanayım. “Yok illa ki çıkartacağız” dedi. Bir rota belirledi, ilk başta fena gitmedi ama 5 metre sonra parmaklarım falan kesildi. Dağda kahvaltı falan yok değil mi?
Tunç F.: Yok canım, ne kahvaltısı.
Güven İ.: Ne yiyorsun sabahları?
Tunç F.: Hemen hemen hiçbir şey.
Güven İ.: Nasıl tırmanıyorsun, enerjiyi nereden alıyorsun?
Tunç F.: Enerji var zaten. Olan enerjiyi kullanıyorsun. Yüksek dağda ben bir kahve içip bir de bisküvi yiyorum.
Güven İ.: Ben yürürken yanıma
50 tane şey alıyorum. Bir de sen o kadar tırmanıyorsun...
Tunç F.: Üç litre sıvı, başka hiçbir şey yok.
Güven İ.: E vücut nasıl dayanıyor?
Tunç F.: Sana bir şey diyeyim mi? Ciddi bir tırmanış yapıyorsan durup çanta açabileceğin hiçbir yer olmaz, çantandan hiçbir şey alamazsın.
Güven İ.: Vücut “Kardeşim benim enerjiye ihtiyacım var” demiyor mu?
Tunç F.: Alışığım ben. Biraz sıvı alsam yeter.
Güven İ.: Ben on tane dağa çıkarım herhalde bu depoyla.
Tunç F.: Mühim olan vücudundaki enerjiyi kullanabilecek şeyi sağlamak.

“Bir tırmanışta ortalama 10 kilo veriyorsun”
Güven İ.: Ben Ağrı Dağı’na giderken fındık, kayısı, kuruyemişlerin hepsini blender’dan geçirdim. Dört gün kalacaktım, dört torba hazırladım. Yanıma da bal aldım. Sabahları onu yiyordum, bayağı enerji veriyordu.
Tunç F.: Yüksek dağda mümkünü yok abi, bir tek sıvı alabilirsin. Mesela ben K2’ye çıktım ya, son iki gün hiçbir şey yemedik. Günde 18 saat tırmanış yaptık. Başka yolu yok. Millet ortalama 10 kilo veriyor böyle bir tırmanışta. Çok yağ ve kas yakıyorsun. Kaslar eriyor. Kastan kaybettiğin zaman zaten güç kaybediyorsun.
Güven İ.: Peki dönünce ne yapıyorsun?
Tunç F.: Hiçbir şey. İnsan vücudunda hiçbir şey yemesen de yakabileceğin 165 bin kalori var. Güven İ.: Hiçbir şey yemeden
165 bin kalori! Kaç günde?
Tunç F.: Sana kalmış. Günde
20 bin kalori harcıyorsun o durumda. Soğuk, yükseklik, hareket...
Güven İ.: Spor salonlarında
1000 kalori harcayayım diye adamlar saatlerce koşuyor.
Tunç F.: 5000 metrede 12 kilo falan veriyorsun sıvı kaybıyla birlikte.

Haberin Devamı

“CNN logolu aracımı bırakıp kiralık arabayla dolaştım”

Haberin Devamı

Tunç F.: CNN Türk’teki penguen belgeseli büyük olay yarattı.
Güven İ.: Başka kanallarda da çevre programları var ama biz dedik ki bu iş öyle laylaylom gezi programı, yazlık program olamaz, çevre önemli bir sorun. Bunu tüm yıla yaydık. CNN Türk doğaya hakikaten çok önem veriyormuş, birçok olayın üzerine gittik ve izleyicileri de bunun farkında. Ama o penguen belgeselinin yayınlanacağı bir ay önceden belli. Yani Taksim olaylarını vermeyip de penguen belgeseli vermiş değiliz. Sadece olaylara giremedik. Yani olaylara giremediğimiz için
o belgesel orada kaldı. Çünkü daha önceki bazı olayları televizyonun abarttığı söyleniyordu. Hakikaten de bazen bir olay var, çok küçük bir olay, kamera geldiği anda büyüyor olaylar. Mesela birbirine vurmayan adamlar, kamerayı kaldırdığın zaman vuruyor. Kameraları kaldırdığın zaman eylem yapmaya başlıyor, kamerayı kaldırdığın zaman bağırıyor çağırıyor...
CNN Türk’e aslında çok haksızlık yapıyorlar. Zaten bir yıl boyunca çevre olaylarını inceledik. “Seyirci kalma” diye spotlarımız var. Üniversitelerde gençlerle konuşuyoruz, diyoruz ki “Sizleri kayıp gençlik olarak görüyorum. Yanınızda madenler var, köylü kan ağlıyor; destek vermiyorsunuz”.
Biz hep bunu yaptık yaptık yaptık... Şimdi bize veryansın ediyorlar, hatta geçenlerde partili biri “CNN Türk penguen belgeselini yayınlayarak provoke etti olayları” demiş. Oraya kadar geldi olay. Ben logolu aracı bıraktım, kiralık arabayla dolaştım ki ben yani, üstünde Yeşil Doğa yazıyor, doğa programı yapan adam, Taksim’e ben gidemedim. “Doğan Haber Ajansı’nın çektiği görüntüleri siz niye yayınlamıyorsunuz?”. Belki biz arşiv çekiyoruz. Ya da yayınlamıyoruz çünkü o sırada her şey çok provokatif, hani belki biz yayına girsek işler daha da büyüyebilir.

Haberin Devamı

“Dünyanın hiçbir yerinde bisikletle İstanbul’daki gibi gemilerle yarışamazsın”

Haberin Devamı

Güven İ.: Bizim eve gelmiş miydin?
Tunç F.: Yok gelmedim.
Güven İ.: Gel çünkü 1 Eylül’de boşaltıyoruz. Ev sahibi sattı.
Tunç F.: Nereye gideceksiniz?
Güven İ.: Ankara’dan geldiğimde Boğaz gören, bahçeli bir evde oturmak istemiştim. Millet “Çok şey istiyorsun” demişti. Geldiğimin birinci ayı dev gibi bahçesi olan, Boğaz gören, içinde meyve ağaçları olan bir ev buldum. Üstte ev sahibi, altta ben oturuyordum. 20 yıldır aynı evdeydik. Şimdi biz yemyeşil bir yerde, Boğaz manzaralı, şehrin göbeğinde otururken ev aramaya çıktık. İstanbul’u yeni keşfediyoruz. Rezalet... Ya İstanbul’un dışına çıkacağız ya da... Ama ben Boğaz’dan ayrılmam. Dünyanın hiçbir yerinde böyle nehir gibi akan bir deniz yok. Bisiklet kullanıyorum mesela sabahları, gemilerle yarışıyorum. Dünyanın hiçbir yerinde bisikletle gemilerle yarışamazsın. Şu güzelliği çoğu insan kullanmıyor.
Tunç F.: Çok fena. İstanbul’da olmanın en güzel kısmı vapurla karşıdan karşıya geçmek, onun haricinde de benim için çekici bir kısmı yok.
Güven İ.: Çekim için Bağcılar’a gittiğimde insanlara acıdım ya... Deprem anında kaçacak alanları yok. Küçücük bir alan yapmışlar, insanlar oradan yararlanmak için sıraya girmişler ya da Tem otoyolunu geçip yolun kenarındaki yeşillikten yararlanmaya çalışıyorlar. Nerede yaşıyorsun? İstanbul. Denizi görmeden, yeşili görmeden İstanbul’da yaşamak çok zor. Ama şehirleşme buna imkan vermiyor.
Tunç F.: Dediğin şeyi yapmak için milyoner olman lazım. En ucuz, 60 metrekare ev bile 300, 400, 500’den başlıyor. Deniz görürse iki katına çıkıyor bu fiyat.
Güven İ.: Ya da şehri öyle bir planlayacaksın ki insanlar sahile inip geri dönebilecekler. Bakırköy ve Avcılar’da yeni yeni başladılar buna. Tunç F.: Ben İstanbul Belediyesi’nin yerinde olsam turist çekmek için Boğaz’a bir uçtan diğer uca bisiklet
ve yürüyüş yolu yaparım, tamamen kesintisiz. Turistler bunun için gelir biliyor musun? Üç günde yürürler mesela bu yolu.
Güven İ.: Ama trafiği kapatman lazım. Bir de buraya bir çivi çaktın mı Boğaz’ın boğaz özelliği kalmaz.
Tunç F.: Ama zaten yapmışlar abi... Yapan yaptı, geri dönüş yok.
Güven İ.: Geçenlerde Başbakan açıklama yaptı ya “Biz tarihe saygılıyız” diye... Menderes mevzusu geldi aklıma. Menderes, Vatan Caddesi’ni yaparken bütün tarihi eserleri yıkmış. Beyazıt’ta bir tane medrese var, onu yıkamamış. Yolun geçeceği kısmı kesip onu kaldırıp kalan parçanın üstüne koymuşlar. Şimdi gidip bak, iki katlı görünüyor ama medresenin orijinali tek katlı.

“Bir oturuşta yarım kilo bal yerim”

Güven İ.: Benim bir hastalığım var bir oturuşta yarım kilo balı yerim, kaliteli bal severim. Geçenlerde 50 kilo tamamen doğal sepet kovan bal getirttim. İş yerindekiler için de birer kilo aldım. Bir arkadaşım iade etti balı “ya bunun içinden böcek çıktı” diye. Şimdi doğal olması için peteğin boş kalan yerlerine ilaç sıkılmaması lazım. Normalde başka böcekler yuva yapmasın diye boş kalan yerlere ilaç sıkılıyor. Bu adam tamamen doğal ürettiği için ilaç falan sıkmıyor haliyle. Kelebekler geliyor orayı kullanıyor. O da balı çekmecede bırakınca kelebekler çıkmış ortaya. “Doğal olan bu” dedim. “Ya ben doğal falan istemiyorum” dedi.
Tunç F.: Pakistan’ın güzel bir tarafı var. Adamlar hiçbir koruyucu madde kullanmıyor. Ne varsa doğal. Kuzey bölgelerinde aldığın tavuğun tadı farklı.
Güven İ.: Oranın tavuğunu rahatlıkla yiyebiliyor musun?
Tunç F.: Tazeyse yersin.
Güven İ.: Ben mesela Güneydoğu’ya gittiğim zaman çiğ sebze hiç yemem. Tavuk da yemem.
Tunç F.: Sana şöyle söyleyeyim; ben iki aylık tırmanış ekspedisyonuna gittiğimde Pakistan’da, Nepal’de, Hindistan’da Tibet’te taze hiçbir şey yemedim. Et kesinlikle yemedim. Sadece pişmiş sebze. Ama yine de hasta oluyorsun çünkü insanların hijyen alışkanlıkları yok. Bir keresinde bir Alman, bir Pakistanlı ve ben bir restorana gittik. Hesapta Çin restoranı... Kızarmış pirinç gibi bir şey istedik. Yemek bir saat gecikti ben de sabırsızlandım mutfağa girdim, herifleri elleriyle tencereden tabaklara servis yaparken yakaladım (gülüyor). Ondan sonra Alman besin zehirlenmesi geçirdi.
Ertesi gün serumla uçağa bindi. Bize bir şey olmadı.

“Bugüne kadar Pakistan’da böyle bir şey olmuşluğu yok”

Güven İ.: Ne zaman gittin Pakistan’a?
Tunç F.: 8 Haziran’da gittim. Gezi Parkı olayları başladıktan sonra. Önce İslamabad, sonra dağ... Anca 15’inden sonra tırmanmaya başladık, bayağı iyi de tırmandık.
Güven İ.: Sen bir daha gidecek misin?
Tunç F.: Giderim.
Güven İ.: Bu olaydan sonra nasıl?
Tunç F.: Seneye ancak giderim abi, seneye ne olacağı da zaten Allah kerim.
Bu sene artık Pakistan’a dönülmez.
Güven İ.: O zaman bu sene
14x8 bin hayalinin bir ayağını gerçekleştiremeyecek misin?
Tunç F.: Yaptım. İlkbaharda Shishapangma’ya çıktım. Bu ikinci olacaktı.
Güven İ.: Siz oraya giderken herhangi bir ima oldu mu “Burası güvenli değildir, sorumluluğunuzu alamayız” gibi?
Tunç F.: Bugüne kadar böyle bir şey olmuşluğu yok zaten Pakistan’da. Turiste yönelik saldırı olarak da ilk. Tarihte yerini almış oldu. Bölge aslında çok güvenli bir bölge değil. Çünkü Afgan sınırına yakın bir bölge, Diamir bölgesi. Biraz tutucu bir yer.
Güven İ.: Sen o bölgeye çok gidiyordun ama ilk defa böyle bir şey oldu.
Tunç F.: Aslında daha önce de yerel halktan birilerini arabadan indirip kurşuna dizmişlerdi. Adi suç da olmuşluğu var. Ama politik, Taliban’ın yaptığı bu kadar büyük ve planlı bir eylem yok. Sanırım Amerika insansız hava aracıyla liderlerini bombaladı.
Güven İ.: Güvenlik noktaları var mı?
Tunç F.: Her 100 kilometrede bir ya da 50 kilometrede pasaport kaydı alıyorlar. Bir tane polis yapıyor bu işi sonra sen devam ediyorsun.
Güven İ.: Bir tane sizi polis kurtarmaz ama. Taliban bu ya. 10 dağcı öldü. Ölen dağcıların arasında tanıdığın var mıydı?
Tunç F.: Var, bizim ekipten 4 kişi . Daha önce değişik dağlara çıktığım adamlar.
Güven İ.: Siz nasıl duydunuz,
kamp ikiden mi? Orada kaç kişiydiniz?
Tunç F.: Kamp ikide duyduk abi aynen, orada 25-30 kişi vardık.
Güven İ.: Yapma ya... Demek ki birinci kamp daha erken gelse daha kalabalık olacaklardı.
Tunç F.: Aslına bakarsan ana kamptan herkesi yakalayabilirlerdi. Çünkü hava çok kötüydü, herkes ana kamptaydı. Hava açtıktan, çığ düşüp etraf güvenli olduktan sonra herkes yukarı gitti tırmanmaya, gitmeyenler aşağıda kaldı. Onlara saldırdılar işte.
Güven İ.: Sizi oradan helikopterle mi tahliye ettiler?
Tunç F.: Evet, Pakistan ordusunun helikopterleri.
Güven İ.: Bir ara bizde de Ağrı Dağı’na çıkılmıyordu.
Tunç F.: O yasaktı o zamanlar çünkü ortalık karışıktı.
Güven İ.: 7 Ağustos’ta Cilo Dağı’na tırmanış var. Artık açılım sürecinde gidilebiliyor dediler. Bana mail’ler geliyor “Açılıma destek olmak istemez misiniz? Sizi dağlara götürelim” diye. Ben iki kere gitmek istedim aslında. Hep gitmek üzereyken “Burada olaylar karıştı, sizin güvenliğinizi sağlayamayız” dediler. Cilo’ya gidemedik. Hatay Amanos’ta da birkaç kere aynı sorunu yaşadık. Aslında Amanos’lara çıktım da insanların götürmek istediği, biyolojik çeşitlilik açısından zengin yerlere gidemedik.
Bu sene Hatay’da dağ ceylanlarını çekmeye gittik. Sınırda... Dünyada yalnızca
1200 tane kalmış, 300 tanesi Hatay Kırıkhan’da iki karakolun arasında yaşıyor. Türk karakolu, sınır, Suriye karakolu... Tabii oraya kimse silahla giremiyor, dolayısıyla kimse vuramamış hayvanları.

“Kişi başına yeşil alan en az 10 metrekare olmalı, Bağcılar’da 0.02 metrekare”
Tunç F.: Aynı şey Ağrı Dağı’nın kuzeyi için de geçerli. Bir ara Sovyet sınırı olduğu için yasaktı, Sovyetler çökünce iç güvenlik meseleleri yüzünden askeri bölge olarak kaldı. Otlar iki metre olmuş, aralarında her türlü hayvan var; ayısından tilkisine... Milli koruma alanı gibi kalmış. Her an bir şey çıkabiliyor, çok enteresan yerler.
Güven İ.: Bu terör elbette kötü bir şey de bir taraftan doğanın kendine gelmesi için faydası oldu. O dağ ceylanlarını görmen lazım, koyun sürüsü gibi dolaşıyorlar. Korkmadıkları için hayvanları görebiliyorsun. Düşünsene dünyada 1200 tane kalmış 300 tanesi burada geziyor. İlk defa bu şekilde gördüm ceylanları. Orada bir de Ceylan Baba Türbesi diye bir yer var. Allah’tan adı Ceylan Baba Türbesi, o yüzden kimse ceylanlara dokunmuyor. Ceylanlar gelip nohutları yiyor, buğdayları yiyor; kutsal diye hiç kimse sesini çıkarmıyor. Ama şimdi hemen yanına çimento fabrikası yapılmak isteniyor. Gittik oraya işte haber yapalım diye... Bunları ekrana taşıyorsun, hiç kimseden ses seda çıkmıyor. Şimdi Gezi Parkı olaylarından sonra işler biraz karıştı. Eskiden taş ocağına girdiğin zaman adamların umrunda bile olmuyordu, “Buyurun, gelin çekin” diyorlardı. Şimdi bu Gezi olayları büyüyünce herkes tırstı.
Tunç F.: Antalya’da da en büyük bela taş ocağı. Her yerde taş ocağı var.
Güven İ.: Kimsenin sesi çıkmıyor aslında. Herkes şikayetçi ama kimsenin sesi soluğu çıkmıyor.
Tunç F.: Benim için de geçerli. Ben de şikayet ediyorum ama sesim çıkmıyor.
Güven İ.: Gezi olaylarıyla ilk kez bu kadar güçlü duyuldu bu. Bir ağaç mevzusu için başladı her şey. Gezi olaylarından sonra İstanbul’daki yeşil alanlarla ilgili bir şey yapalım istedim. Dünya Sağlık Örgütü kişi başına düşen yeşil alanın en az
10 metrekare olması gerektiğini söylüyor. Özellikle deprem ülkelerinde bu oran daha fazla olmalı diyor, deprem sonrası toplanma alanı olabilmesi için. En yeşil yer yüzde 9’la Sarıyer’miş. O da büyükelçilikler, üniversitelerin koruları ve bahçeleri sit alanı olduğu için dokunamamış kimse. Bağcılar’da bu oran 0.02 metrekare civarında ve belediye boş bir alanı yeşillendirmiş. Oraya Karadeniz’deki gibi serenderler yapmış; insanlar nefeslensin, çayını içsin, pikniğini yapsın diye fakat o kadar kalabalık ki belediye bilet kesmek zorunda. İnsanlar piknik yapmaya geliyorlar, 3 saat sonra çıkmak zorunda. Dışarıda kalanlar sırada onların kalkmasını bekliyor, ellerinde filelerle, tüplerle... Taksim’de iki-üç ağacın kesilmesine tantana ediliyor dendi ya... Düşün koskoca İstanbul’da insanlar iki tane ağacın altında piknik yapmak için sıraya girmişler.

“Koskoca İstanbul’da insanlar iki ağacın altında piknik yapmak için sıraya giriyor”