Pazar“Kim ne diyorsa inadına tersini yaparak bugün buradayım”

“Kim ne diyorsa inadına tersini yaparak bugün buradayım”

14.09.2014 - 02:30 | Son Güncellenme:

Yeni sezonda “Hayat Ağacı” dizisiyle karşımıza çıkacak Fikret Kuşkan: “Neredeyse bütün disiplinlerden geçtim. Hepsinden bir şey aldım. Tümünü reddedip kendi disiplinimi yarattım. Kim ne diyorsa inadına tam tersini yaparak buradayım”

“Kim ne diyorsa inadına tersini yaparak bugün buradayım”

Fikret Kuşkan’la röportaj yapmak şahane. Sorduğunuz sorulara, bazıları biraz sıkıcı olan cevaplar aldığınız bir şey değil onunla röportaj yapmak. Sanki ben koltuğuma oturdum ve iki saat boyunca Kuşkan’dan bana özel tek kişilik bir performans izledim. Ayağa kalkıyor, elini önümüzdeki mermer masaya vuruyor, sesini yükseltiyor ve değiştiriyor... Özellikle “Tabiatın bana sunduğu en güzel hediye, benim bir tane altın topum var. Burnumun direği sızlamak ne demek onunla birlikte öğrendim” dediği oğlunu anlatışını görmelisiniz. Yeni dizisi “Hayat Ağacı”nda canlandırdığı karakteri Murat hakkında her şeyi düşünmüş belli ki, en ince ayrıntısına kadar anlatıyor. Kuşkan’ın neden bu kadar iyi bir aktör olduğunu; iki bakış, bir gülüşle oyunculuk yapanlardan nasıl ayrıldığını görüyorsunuz.

Haberin Devamı

“Hayat Ağacı”nda canlandıracağınız Murat’ı sizden dinleyelim...

Murat içinde yaşadığımız toplumdan, bizim gibi bir adam. Büyükbabasından babasına kalmış olan küçük bir kunduracıyı devam ettiriyor. Babasının yanında bu işi öğrenmiş Murat. Bu arada işletme okumuş. Bu küçük kunduracıyı giderek büyüyen bir atölyeye dönüştürüyor, küçük bir fabrika haline getiriyor. Sevimli, çok atak olmayan, sakin ama parladığı anda değil dükkanı, İstanbul’u yakabilecek nitelikte bir kıvılcım var içinde. Büyük bir aşk adamı; çok güzel seviyor hem karısını hem çocuklarını hem de sülalesini. Kocaman geniş bir aile... Benden bir farkı var Murat’ın; ben dört kızla büyüdüm ve onların en küçüğüydüm,
Murat ise üç kız kardeşinden de büyük.

Haberin Devamı

Sorumluluğu çok büyük o zaman?

Evet. Zaten hepsi elinde büyümüş, hepsini okutmak için kendini paralamış. Murat’ın en büyük sıkıntısı, her kafadan bir ses çıkan, neşeli, bazen hüzünleri olan geniş ailesiyle ilgilenmekten kendi çocuklarına bile zaman ayırmayı unutabilmesi.

“Şaşıfelek Çıkmaz’ındaki Cesur’un büyümüş hali...”

Çok tanıdık bir tip yani?

Tabii. Herkesin ailesinde vardır; en büyük abla, en büyük abi... Herkesi kanatları altına almıştır. Bu Türk toplumunun aile yapısına çok önemli bir özellik katıyor. Bizim unutmuş olduğumuz, yok olmak üzere olan birçok örf, âdet, geleneği, birçok kişinin “Bunlar çok klasik, gereksiz şeyler” diyeceği şeylerin aslında ne kadar sıcak, ne kadar ölçülü, ne kadar kıymetli olduğunu hatırlatacak. Çoluk çocuk, anne, baba, torun, dedenin televizyonun karşısına geçip, çekirdek çitleyip çok rahatlıkla izleyebilecekleri ve kendi içlerindeki o samimiyeti, kendi sokaklarını bulabilecekleri bir dizi. Kendi hayatlarıyla bire bir örtüşen şeyler bulacaklar; hani evin babası ya da dedesi sabah somurtuk yüzle kalkar ya da evin küçüğüne “eşek sıpası, uyan hadi” diye seslenir... Onların sesi kulağında çınlayacak.

“Şaşıfelek Çıkmazı” ile tanıdı birçokları sizi. Ne bayılırdım o diziye...

“Şaşıfelek Çıkmazı”ndaki Cesur büyüyüp zar zor üniversite bitirmiş, iki çocuğu olmuş, babasının işine sahip çıkmış. Sevimli, muzip, karısına domates yıkarken kur yapan, herkesin içinde karısıyla çaktırmadan oynaşan bir adam olmuş. İşte benim için bu dizideki Murat böyle bir karakter.

Haberin Devamı

Siz küçük yaşta büyük sorumluluklar almış birisiniz. Çocuğunuzu yetiştirirken nasıl bir yol izliyorsunuz?

Benim koşullarım bunu gerektirmişti. Ben de çocuğumu bu güçte yetiştirmeye çalışıyorum. Tabii ki boynuz kulağı geçer. Ailemin eksikliklerini tamamlayarak oğluma vermeye çalışıyorum. Çünkü buna imkanım var. Ben beş çocuk sahibi değilim, bir çocuğum var. Annem hangi birine yetişecekti ki... Umarım bir gün oğlum kendi çocuğu olduğunda beni de aşarak, benim eksikliklerimi tamamlayarak yetiştirsin çocuğunu. Bu bir el vermedir.

Nasıl görmek istersiniz büyüyünce bu kadar emek verdiğiniz evladınızı?

Fırtınada eğilen ama kırılmayan, fırtına bitince ayakta kalan kocaman bir selvi olsun isterim. Kocaman bir çınar olsa ne olur, çat diye kırılır bir fırtınada. Küllerinden yeniden doğan bir Anka kuşu yetişmesi benim için en kıymetli şey. Her dibe vurduğunda yeniden muhteşem bir çıkış yapsın benim gibi! Yenilmesin, pes etmesin. Babası her türlü şeyi yaşadı ama pes etmedi. Tırnaklarımı geçirdim, yine ayaktayım. Bugün yine devrilsem yine ayağa kalkarım.

Haberin Devamı

Okulun ilk günü nasıldı Kuzgun için?

Muhteşemdi. Annesine arabada
“Her seferinde böyle gelmeyeceksiniz değil mi? Bir açılışta gelin bir de karne zamanı gelirsiniz” demiş. Bu özgüvenden dolayı onun ne kadar güçlü olacağını, yıkılmayacağını görmek beni çok mutlu etti. Aslına bakarsanız en önemlisi, eskilerin dediği gibi ne ekerseniz onu biçersiniz. Çocuğunuza verdiğiniz emeğin karşılığını alırsınız.

“Nejat’la birlikte film yöneteceğiz”

Bir röportajınızda yönetmenlik yapmaktan, kendi filmlerinizi çekmekten bahsetmişsiniz...

Evet doğru, birini yazdım bitti sayılır. Diğer ikisini de boş zamanımı satın aldığım an bitirmiş olacağım. Hayallerimi gerçekleştirmek için uğraşacağım. Sadece film değil, birçok şey peş peşe gelebilir.

Haberin Devamı

İçeriğinden bahsedebiliyor muyuz filmlerin?

Bir tanesi kent hikayesi. İçeriği çok geniş ama bütçesi küçük. İlk onunla başlamayı tasarlıyorum. Sonrasında iki dönem işine girmeyi tasarlıyorum. Çekeceğim filmlerde, bunu kendisine de söylediğim için burada söylememde sakınca yok, yanıma Nejat’ı (İşler) almak istiyorum. Biz Nejat’la abi-kardeş gibiyiz. Birbirimizin dilinden çok iyi anlarız.
O bana “bak” dediği an ben görürüm.

Bir bakışla anlıyorsunuz birbirinizi...

Bir işi yaparken veya karşılıklı çalışıyorsak; bizim onunla car car konuşmamıza gerek yok.

Ne kadar değerli bir şey ve oluşması ne kadar zor...

20-25 yıllık emek verilmiş, cana sarf edilmiş bir dostluktur bizimkisi... O beni çok sırtında taşıdı, ben de onu... “Erkek kardeşim olsa bu kadar sever miydim?” diye düşünürüm zaman zaman... Bu kadar çok birbirimizi besler büyütür müydük acaba? Zaten annem sülalesini tanıyor. Onu ilk gördüğünde teyzesinin oğlu Necati abisine benzetti. Sonra “Sen kunduracı Ahmet’in torunu değil misin?” dedi Nejat’a. Nejat da anneme “Allahaşkına anne daha fazla karıştırma yoksa bir yerden akraba çıkacağız” dedi. Kardeş olmasak da suyun öteki tarafından akrabayım ben onunla...
O Eyüplü ben Sütlüceli... Aramızdan bir Haliç akar, ucu Kağıthane Deresi’ne bağlanır. O benden, ben ondan habersiz kürek çektik biz kayıkçılarla, çok
yıkandık biz o b.klu Haliç’te... Ne oklavalar kırıldı tepemizde... Ere göre dağda, sürüsünün başında çoban olmak, derviş olmak, ermiş olmak kolaydır. Zor olansa hayatın, kentin, insanın tam ortasından akan o b.klu derenin içinde yıkanıp, bırak derviş, ermiş olmayı arınarak çıkmayı bilmektir.

“Disiplin içinde disiplinsizlik benimkisi”

Hemen hemen tüm disiplinlerden geçtim. Hepsinden bir şey aldım. Tümünü reddedip, hayata bakışımı oluşturup kendi disiplinimi yarattım. Disiplin içinde disiplinsizlik benimkisi... Stilimi, üslubumu, tarzımı yarattım. Kim ne diyorsa inadına tam tersini yaparak bugün buradayım.

“10 gün boyunca o adamı takip ettim”

Ben aslında yürüyen bir fotoğraf makinesiyim. Beyincik denilen şey bize yerleştirilmiş bir hafıza kartı, her şey orada yüklü bende. İçimdeki yaratıklardan birine ses vermek istiyorsam oradan bir tane çeker çıkarırım. Konservatuvar son sınıfta Çehov’un “Üç Kız Kardeş” oyununda Andrey karakterini oynayacaktım. Bir türlü karakterin vücut dilini oluşturamamıştım. Bir gün okulun önünde çay içip vapurdan inen insanları izliyordum. Bir adama takıldı gözlerim... Ufak tefek, gözlüklü, hafif kamburu çıkmış, 40 yaşlarında, göbekli, sanırım masa başı işi yapan bir memurdu. İçimden “işte bu” diye mırıldandım. Takıldım peşine... Minibüse binip evine kadar takip ettim. 8-10 gün onun ineceği vapuru bekledim. Adamcağızın bundan haberi yoktu ama Andrey karakterinin vücut dili, o ismini bilmediğim adam sayesinde oluştu.

Türkiye’de oyuncu var, oyuncuk var ve oyuncak var. Birçoğu da rakı mezesi... Bir de işçi oyuncular var, gerillalar. Onlar geceleri rahat uyuyamaz. Yatakla yorganla kavga edenlerdir onlar. Kan ter içinde uyanır onlar... Mutluluğun resmini yapamaz, elmayla armut yetmez onlara... “Ne güzel bak dolunay var” dendiğinde ikiye böler bu cümleyi onların keskin dilleri... Onlardır kırpıp kırpıp aydedeyi binlerce yıldız haline getiren... Çekildikleri mağarada bir tas ayrana, iki somun ekmek doğrayan, hayatı kendilerine azık edenlerdir onlar...

“Vücut dilini spor hocalarından eğitim almak sanıyorlar”

Genç yetenekler mutlaka çıkmalı. Ama iyi yetişmeleri önemli. Başarılı oyuncular olsun ki karşımızda elini ayağını nereye koyacağını bilmeyen, algısı sıfır, kendisini geliştirememiş oyuncaklarla oynamak zorunda kalmayalım. Ezberin bir matematik olduğunu bilmeyen, vücut dilinin ne olduğunu bilmeyen oyuncuyla çalışmak dünyanın en zor şeyi. Onlara göre vücut dili, spor hocalarından eğitim almaktan geçiyor. Oynamamanın ne demek olduğunu, rol yapmamak gerektiğini bilmeliler. Argoda bile “Rol kesme ulan” derler. Halbuki bizim ülkemizde rol kesmek özendiriliyor.

KEŞFETYENİ
Karsu anne oldu! Eşinin bebeğiyle ilk karesini paylaştı
Karsu anne oldu! Eşinin bebeğiyle ilk karesini paylaştı

Cadde | 23.04.2025 - 12:48

Ünlü şarkıcı Karsu Dönmez, dört gözle beklediği ilk bebeğine kavuştu. Şarkıcı, eşi Mike Schrama ile oğlunun birlikte yer aldığı ilk fotoğrafını sosyal medyadan takipçileriyle paylaştı.

Yazarlar