02.12.2018 - 08:15 | Son Güncellenme:
Asu Maro
- “Zengin Mutfağı”nın eski sahnelenişiyle başlayalım istiyorum. Vasıf Öngören’le arkadaş mıydınız o sırada?
Asıl onun öncesi var; Vasıf’la biz “Oyun Nasıl Oynanmalı”da tanıştık. Muhsin Ertuğrul İstanbul Şehir Tiyatroları’na davet etti onu, bir oyun koyma imkânı verdi. Vasıf’la tanışmam benim oyunculuk hayatımda yeni bir dönem açtı diyebilirim. Epik tiyatronun ne olduğunu Vasıf’tan öğrendim çünkü Vasıf o konuda bir çaba harcamış, hatta Berliner Ensemble’da asistanlık yapmış, neredeyse hayatını bu işe adamış. Uzun bir prova dönemi geçirdik, Vasıf’ın yönetmenliği bizim oyunculara ters gelen bir yöntemdi, çalışma tarzı bildiğimiz şeylerden farklıydı.
- İlk okuduğunuzda ne hissettiniz oyunu?
Şimdi bu, gerçekten bir işçi hareketinden esinlenerek yazılan bir oyun. Ben yaşım gereği her dönemi bildiğim için bunu da gayet iyi biliyorum. Ciddi biçimde bazı çevrelerde panik yaratmıştı. Tabii sermaye çevresinde. Gerçekten işçi sınıfının tarihinde görülmedik bir olay, sanırım Gebze’den, İzmit’ten yürüyüşe geçtiler, İstanbul’a kadar 100 bin, 150 bin kişiyi buldu. Büyük panik oldu. Bazıları uçağa atlayıp yurt dışına kaçtılar hani iktidar değişti diye ama sonra sıkı yönetim ilan edildi, tedbir alındı. Yani bu tamamen belgesel gibi o dönemin Vasıf’ta uyandırdığı duygularla yazılan bir oyun. Ama tabii Vasıf’ın benim en beğendiğim yanı, siyasi görüşlü bir yazar olmakla beraber, tiyatronun bütün kurallarını unutmayan, dramatik yapıyı çok iyi kuran, hatta güldürüyü ihmal etmeyen, mizahı bol kullanan, halkın ağzını çok iyi bilen bir yazar. Burada öyle doğal bir konuşma biçimleri var ki seyirci belki yanılabilir, bunu bizim uydurduğumuzu zanneder, hayır biz bir kelime bile değiştirmedik. Böyle olunca olay siyasi bir söylemden çok keyifli bir tiyatro oyununa dönüşüyor ama tabii bu arada seyirciyi de bu olayların nedenleri, sonuçları üzerine kafa patlatmaya davet ediyor.
- Lütfü Usta başta sıkı yönetimle bir oh çekmişken yavaş yavaş değişim geçiriyor.
Lütfü Usta siyasi görüşü olmayan, günü kurtaran bir adam çoğumuzun yaptığı gibi, bir köşke kapılanmış, hayatından memnun, zaten hiç evlenmemiş de, orada yatıyor orada kalkıyor. İşin komiği dışarıda bu olaylar olurken İstanbul karmakarışık durumdayken Lütfü Usta ve onun evlatlığı olan evin hizmetçisi kızın dünyadan haberleri yok. Sonra dışarıdan gelen yakınlarıyla neler olduğunu öğreniyorlar. Lütfü Usta da sistemin öğrettiği biçimde düşünen bir insan. İşte sıkışınca dualarla vakit geçiriyor, nasıl olduğuna akıl erdiremiyor işlerin, “Sen bilirsin ya rabbim” diyor, “Kim çıkartıyor bu işleri durup dururken?” Onun bütün derdi evin beyini, hanımını, ev halkını, daha doğrusu patronları, sığındığı yeri memnun etmek, orayı kaptırmamak.
- Tiyatro oyunundan sonra “Zengin Mutfağı”nın filmi de yapıldı ve gene siz oynadınız.
Ben bu oyunu 40 sene önce oynamışım. Tam ‘78. ‘88’de de filmi yapmıştık. O da 30 yıl önce yani.
- Tabii sizin seyirciniz için aslında alışılmadık bir filmdi o.
Ama ben hep oyunculuğumu zorladım zaten, hiç kimse benden “Namuslu”yu da talep etmedi ki. O sırada Başar Sabuncu’yla Ertem Eğilmez ve Arzu Film ilişkisi başlamıştı. Başar o teksti okunmak üzere Arzu Film’e verdi. Ben de o arada okumuştum. Ama tabii Başar beni düşünerek değil, “Böyle bir senaryo var, beğenirseniz alın,” diye verdi. Onun üstüne konuşuluyor ama Ertem Ağabey’in aklından bu rolü benim oynayacağım zerre kadar geçmiyor.
“Oyunculukla derdim var”
- Bana çok tuhaf geliyor geçmemesi.
Ertem Ağabey’in bir sürü kimsede olmayan özellikleri var ama ne de olsa yapımcı. O sistemin önde gelen bir adamı. Kuralları var star sisteminin. Kemal Sunal’ın hep böyle aptal, gerizekalı, halktan biri olması lazım ama kurnaz, sonunda galip gelen. Bu karakter tuttu bitti, asla Kemal’i başka bir şeyde oynatmak, Kemal’in de aklına gelmedi, onların da gelmedi. Benim de işte o üç kâğıtçı karakterler, kırsal kökenli, kurnaz köylü tipleri çok tuttu, Banker Bilo’daki falan, hep böyle bir şey istiyorlar.
- Ama siz değiştirmeyi başardınız.
Benim oyunculukla ilgili derdim var. Yani yetmiyor, bu yaşa geldim, daha oynamadığım ne var, araştırıyorum. Onun için bazıları beni eleştiriyor ya hani az film yapıyor diye, bir şey bulsam yapacağım.
- Neredeyse imza kampanyası başlayacak daha fazla görmek istiyoruz diye.
Ama şimdi mesela bu tiyatro kararını vermekten ben de mutluyum doğrusu. Genç arkadaşlarla birlikte güzel bir sinerji oluştu, büyük bir uyum oluştu.
- Evet gelelim oraya. Sahneye dönmeye nasıl ikna oldunuz?
Ben kendi kendimi ikna ettim. Tabii hepimizin zamanla düşünceleri değişiyor, hayata bakışımız değişiyor, bunu Brand Week’te de açıkladım; biz ölümsüz değiliz ki biraz sonra belki sahneye çıkamayacak duruma geleceğiz. Tiyatro da benim ilk çıkış yerim olduğu için, güzel bir şey yapma, 40 yıl önce yaptığımız bir oyunu yeniden oynama fikri de heyecanlandırdı. Bilemiyorum işte her şeyin bir zamanı var diyelim. Başlamak için hayat sizi zorluyor ya dahayata bakışınız o değişimi kendiliğinden önünüze koyuyor. Ha yeni bir projenin çıkıp çıkmayacağı belli değil, gene bir yedi yıl, 10 yıl mı alacak, bilemiyoruz ki. Ama o zaman ben bu gücümde var mıyım, yok muyum, onun için böyle tiyatro yapmayı istedim. Araştırmalar sonunda da “Zengin Mutfağı”nın benim dönmem için uygun oyun olacağına karar verdim.
- Oyuncu seçimini de bizzat kendiniz yaptınız.
Evet, ona çok özen gösterdik. Benim dışımda dört oyuncu var, önce ekip kendi elemelerini yaptı, benim önüme 60 kişi çıkardılar. Onların arasından seçtik.
“Ciddiye alsam politikada da başarılı olabilirdim”
- Lütfü Usta’yı oynayan Şener Şen’in yorumu ne kadar değişmiş?
O zaman da çok başarılıydı, çok övgüler aldık eleştirmenlerden falan ama politik bir oyun oynadığımız için, biz oyunun mesajını biliyoruz ve ister istemez o mesaj bizim oyunumuza etki ediyordu. Yani çok ciddi bir şeyler söyleyeceğiz diye bazı yerlerde doğallığımı kaybettiğime inanıyorum eski oyunda. Halbuki burada daha saf bir adamın değişimini, adım adım anlatıyoruz. Yani orada sanki o olaylar olmadan önceden de hazırlanmış bir bilinç var gibi oynadık.
- Ama oyunun hâlâ bir mesajı var.
Tabii ki, oyun insanlara bir şey söylüyor; bakın gözünüzün önünde birtakım olaylar oluyor, bunların arka yüzü böyledir.
- Sizin apolitik olduğunuzu düşünen bir kitle olabilir ama…
Ama ben apolitiğim.
- İşlerinizin bir duruşu vardır genelde…
Hayır ama şimdi yani Badi Ekrem’in ne alakası var?
- Belli bir yerden sonra diyelim.
Diğer yerlerde de, Muhsin Bey’in ne alakası var? Hani tamam naif, ince duygular, kaybolan değerler ama o kadar. Ha, “Kibar Feyzo”yu diyebiliriz, politik olarak sıkı bir mesajı vardır. Bizim Arzu Film’de zaten doğal olarak sosyal demokrat bir yan tüm filmlerde vardır. Hep birden işte Atatürk’ün gençliğe hitabını okuması yobaz hocaya karşı falan...
- Siz neden apolitiğim diyorsunuz?
Ben şimdiye kadar herhangi bir politik safta yer alıp mücadele edebilirdim. Orada da çok ciddiye alsam başarılı olabilirdim ama ben bunu tercih etmiyorum. Benim tutkum oyunculuk. Oyunculukla insana ait bir şeyleri anlatmaya çalışıyorum. Asla insanlığın aleyhine olmaz yaptığım işler. Daima güzel bir dünyanın, insanın insanca yaşayacağı bir dünyanın özlemini hissettirir. Bizim yaptığımız işlerin herhangi bir siyasi hareketten daha çok etkili olduğuna inanıyorum. Mesela gitsem nutuk atsam bu kadar etkili olmaz. Çünkü orada birtakım kurallar var, özgür değilsiniz, mutlaka bulunduğunuz safa göre davranmalısınız. Ama ben burada çok özgürüm. İstediğimi yapıyorum, bu insanlığın aleyhine ve gericiliğe taviz asla olamaz.
“Bu kadar mı hayal gücü eksik senarist adayı olur?”
- Sokakta “Neredesiniz?” diye yolunuzu kesenlere ne diyorsunuz?
Valla alıştılar da bir yandan. Bu tabii şunu da sağlıyor: Bu bir şey yaptıysa iyi bir şeydir, onu görebiliriz. Mesela “Yol Ayrımı” seyircide beklediğimiz karşılığı bulmadı ama ben bugün yine “Yol Ayrımı” gibi bir proje gelse, tereddütsüz oynarım.
- Bu gene Yavuz Turgul mu demek?
Hayır ‘gibi’ diyorum. Şimdi bakın bunu hep söylüyorum ama belki burada daha açıklık getirebiliriz: Yavuz Turgul’dan başkasıyla çalışmam diye bir şey asla yok, ben o yedi yıl zarfında 50’ye yakın proje okudum. Ama not almadığıma pişmanım, bu kadar mı yaratıcılıktan yoksun, hayal gücü eksik senarist adayları olur? Yani bir şey bulsam ben niye yapmayayım, yaparım ama yok.
“Kimseye sahip oldukları yetmiyor”
- Peki sahneye çıkmadığınız, film çekmediğiniz zaman bunu nereye kanalize ediyorsunuz?
Şimdi bu tuhaf bir ruh hâli, bunu anlatmam zor, çıkmıyorum ama her an çıkacak durumdayım. Yani hiç ben beyinsel olarak terk etmiyorum bulunduğum alanı. Her an araştırıyorum ama bu araştırma bir bakmışım yedi yılı bulmuş. Ee ben ne yapayım? İşte beni belki başkalarından ayıran özellikle bu olabilir, paniğe kapılıyor herkes. Eyvah, işte hayat elden kaçıyor, ne olursa olsun oynayayım. Onlara da hak veriyorum, ekonomik koşullar var ama ben sıkıntılara alışık olduğum için. Yani tabii zorluk çekmiyorum, ekonomik durumum iyi ama “Ekonomik durumum iyi,” demiyor kimse. Çünkü yetmiyor. Kimselere sahip oldukları yetmiyor. İstanbul’da daire alıyor, yetmiyor, Miami’de almak istiyor. Yetmiyor, Londra’da almak istiyor. Yetmiyor, Hawaii’de ada almak istiyor. Yani bütün bunlar ne peki? Bilmiyoruz.
- Sizin bir star yaşamı merakınız hiç olmadı galiba?
Ben bunu sevmiyorum. Ben reddediyorum çünkü o starlık benim safiyetimi bozacak. Yani ben star olursam ne bileyim, belki o coşkulu hâlimi kaybedeceğim. Ben çok para reddettim. Reddetmeyenler yatlarda, Boğaz’da yalılarda oturuyorlar ama bu beni mutlu etmez. Sadece o sahip olduğum mülk beni mutlu etmez. Yaptığım işle mutlu olmalıyım ben. Bu nedir? Benim insanlığa karşı sorumluluğum. İşte kötü bir şey yapmamam, güzeli, iyiyi, doğruyu örnek göstermem. Bunlar.
Röportajın tamamı Milliyet Sanat’ın aralık sayısında.