02.06.2019 - 07:50 | Son Güncellenme:
BUKET AYDIN
Onu önce sosyal medyadan tanıdık sonra da “Sen Gittin Ya Ben Çok Güzelleştim” adlı ikinci kitabında Anne Frank’e ait bir sözü kaynak göstermeden alıntıladığı iddiası nedeniyle yediği linçle. Ama o yılmadı, hiç kimseyi de takmadı ve üçüncü kitabı “Yanlışlıktan Değil Yalnızlıktan”ı yazdı. Nilgün Bodur’un yeni kitabının konusu kendi deyimiyle bir cümlelik bir travma. Ve hatta düğününe 15 gün kala terk edilen Bodur’un kendi şahsi travması. Bodur’a “Eleştirilere hazır mısınız? diye sorunca verdiği cevap şu oldu: “Ben bu kitapta aşk acısını anlatırken diyorum ki; “Senin beni acıtmanın en güzel yanı artık daha fazla acıyamıyor olmak”. Kim, beni başka nasıl acıtabilir artık aşk yüzünden? Bu ilk lincin de en güzel yanı; yiyebileceğim hiçbir linçin beni artık daha fazla acıtamıyor olması olacak”… İyi pazarlar, mutlu bayramlar…
-Geçtiğimiz yıl bir kitap yazdınız ve gündeme damga vurdunuz. Uzun süre çok satanlarda yer almasına karşı çokça da linç yediniz... O kadar linçten ve tanınır olmaktan bu yana hayatınızda neler değişti?
Ben linçten önce de tanınıyordum ve hatta linç zaten “Bu kadın niye bu kadar tanınıyor acaba?” diye yapıldı gibi geliyor bana. Sanırım aptallık akıl kadar ürkütücü gelmiyor bizim topluma. Aptallıktan, altyapısızlıktan, eğitimsizlikten ürkmüyoruz biz ama aklı ve fikri olan insanların yükselmesi bizi rahatsız ediyor. Dişimize, tırnağımıza göre birini popüler yapalım istiyoruz. Birinin sevgilisi, birinin karısı olsun, komik olsun, sanatını doğru düzgün icra edemeyen bir sanatçı olsun, şarkıcı olsun ve biz onları popüler yapalım ki sonra yere indirmesi de kolay oluyor, hata yapma payları yüksek onların diye düşünüyoruz sanırım. Bir kitap yazdığı için popüler olan insan oldu mu? Bir kadın oldu mu özellikle? Böyle bir popülerlik yüzünden sanırım; diyorum ya akıldan daha fazla ürküyoruz biz akılsızlıktan ürkeceğimize.
“Son kitabıma ruhumu verdim”
- “Sen Gittin Ya Ben Çok Güzelleştim”e gelen eleştiriler üzerine son kitabınız “Yanlışlıktan Değil Yalnızlıktan” çıktı diyebilir miyiz?
Bir dakika “Ya ben çok eleştirildim şimdi türümü değiştireceğim” diyecek bir insan değilim. Bence başkasıyla yarışanlar çok geride kalıyor. Benim yarışım hep kendimle oldu. Bir kitap yazıyorsam ve ona para ödüyorsa okur, “Nasıl olsa çok sattım, nasıl olsa kemikleşmiş okurum var” deyip daha az emek harcayamazdım. Çocuklar ayrılmaz derler, üçü de benim çocuğum ama üçüncü kitabı ayırıyorum. Çünkü son kitabıma ruhumu verdim. Hatta editörüm dedi ki “Cinayet mahallinden yazmışsın”.
- Ne demek cinayet mahallinden yazmak?
Çok kan, ter, gözyaşı var kitapta. Çünkü ben yaşadığım gerçek bir travmayı, beynimde ket vurduğum bir travmayı didikleyerek kendi kendimi bu kitapta iyileştirdim. Bir cümlelik bir travma; “Düğünüme 15 gün kala gelinlikle terk ediliyorum”. Dediler ki; “Bir cümleden roman mı olur?” O bir cümlenin önü ve arkasındaki tüm duygularınızı tahlil eder, felsefesine ve sosyolojisine bakarsanız evet oluyormuş. Oldu yani.
- Peki, roman türünde mi yeni kitabınız?
Anlatı dedim buna, felsefe romanı da denirdi ama ben felsefe romanı deyip de bir de filozofları ayaklandırmak istemedim.
- Bu kez daha mı titiz davrandınız?
Çünkü 250 sayfalık bir kitabı, emeği, yazıyı başka bir şeye dönüştürsünler istemiyorum. “Sen Gittin Ya Ben Çok Güzelleştim”den cımbızla çıkarılmış bir alıntı, tırnak içerisinde yazılmış ve zaten bir yazının başlığı olan bir cümle için bu kadar can yakmaya meyilliyse toplum bu kitapta da çok şey bulur istese, arasa ama ben atasözü bile kullanmadım yeni kitapta. Hatta bir yerde “Su akar yolunu bulur” yazmışım ki kesinlikle kullanılabilir onu bile “Çıkarın” dedim.
- Sizce neden bu kadar olay oldu önceki kitabınızın içeriği?
Bu kadar büyütmelerinin tek sebebi kitabın çok satmasıydı. Bu arada popüler olmak için bir iş yapmıyorum ben; ekmek parası için bir iş yapıyorum. Kazandığım ekmek parasının kötü tarafı olarak görüyorum popülerliği, yani bu benim artım değil. Çünkü zaten çok popüler insanlarla 20 sene çalıştım. Ve kamera arkasındaki bir insan olarak çok da özendiğim bir şey değildi popülerlik. Zorluklarını da bildiğim bir şey. Hayat kimseye kalmamış bize de kalmayacak. Ben sadece yaptığımın arkasındayım.
“Kitaplarım sattığı ve şaheser olmadıkları için utanamam”
- Kimi diyor ki özlü sözleri alıp kendine eviriyor kimi de kamyon arkası yazılarından kitap yazıyor diyor. Ne yazıyorsunuz siz?
Duygu tahlilleri yapıyorum.
-Sizi bir yere koyamıyor insanlar belki de?
Beni bir yere koyamamaları onların sorunu olsun çünkü ben de kendimi bir yere koymuyorum ki! Ben yazarak iyileşen, kitabı satan evet, sattığı için de utanması gerekmeyen bir insanım. Kitaplarım sattığı için utanamam ya da edebiyatta şaheser olmadıkları için.
- Pazarlama şaheseri olarak görülüyor çok satınca…
Dün liste açıklandı. İlber Ortaylı’dan sonra Türkiye’nin en çok satan kitabı oldum haftalık satışlarda ve iki günlük satışla. Son iki gündür (röportaj salı günü yapıldı) kitabım piyasada, hatta daha dağıtımı tamamlanmadı. Ben bundan utanamam çünkü bir kitabın, filmin, şarkının pazarlamayla maksimum 5 bin satacağını düşünüyorum. Ama tavsiye ve okurun birbirine anlatmasıyla işte 200 binleri buluyor. Demek istiyorum ki; ben eski pazarlamacıyım ama bu kitabın bülteninin basına dağıtılmamasını rica ettim, hiçbir şey yapılmamasını rica ettim. Arkadaşlarımın kitaplarımı Instagram’a koymalarının benim satışıma hiçbir katkısı yok. Sosyal medyada yüz takipçili biri ya da komşum bir sayfayı okuyup, altını çizip “Vay be ne yazmış” dediğinde kitap satar.
“Kitap yazmak kimsenin tekelinde olamaz”
- Ama sizin arka planınız pazarlama ya yani mesleğiniz?
Lanet olsun benim arka planıma! Ben markaları ve insanları marka yapmayı çok seven ve çok zevk alan biriyim. Bunu kendime yapmadım; tesadüf oldu. Duruşumu ve tavrımı bildiğimden belki... Benim yediğim linçten sağ çıkabilecek belki bu işi bilmeyen başka bir insan yoktu. Ama ne bu kitap, ne de benim diğer kitaplarım pazarlama harikası olmadı. Pazarlama harikası olsaydı hediye gönderdiğim ya da bültenini gönderdiğim, zorla kendimi bir yayına, zorla kendimi bir röportaja konuk ettiğim için satmış olurdu. Bu kitap çok satmaya başlayınca röportaj almaya başladı. Bu kitap satınca şahsen tanımadığım 10-15 çok takipçili ünlü benim kitabımdan sayfa ve video paylaştı. İnanın hiçbirini takip etmiyordum, sonra takip etmeye başladım hepsini. Ve hiçbiriyle sonradan da yüz yüze gelmedim. Demek istiyorum ki pazarlama harikası yaratmaya çalışırken samimiyetsizlik, halka o kadar geçiyor ki. Şimdi Buket Aydın’a, size gelip “Benimle bir röportaj yapar mısınız yeni kitabım çıktı da?” demek çok farklı bir duygu; benim için o pazarlamadır. Buket Aydın’ın görüp “Bu kadının ikinci kitabı çıktı, linç yedi, üçüncü kitabı da çıktı aslanlar gibi de duruyor arkasında. Dur ben şununla bir konuşayım, söyleyecek bir şeyleri vardır belki” demesi ayrı bir his. Ben pazarlamacıyım. Gazete, basından çok kişi tanırım. Bir tanesine de gidip “Arkadaşım ya” demedim. “Nilgün benden rica etti” diyen varsa da çıksın desin ki; “Nilgün’ü 20 senedir tanıyoruz eski pazarlamacı bize geldi, ‘çıkabilir miyim?’ dedi”. Yani ben oturup kitabımı anlatmayı bile istemiyorum. Kendileri anlasınlar istiyorum insanlar. Ünlü yazarlar ünlü düşünürler tarafından kitabım için edilmiş üzüldüğüm cümleler de var ama.
- Ne gibi, nelere üzüldünüz?
“Kadınlar erkek arkadaşlarından ayrıldıklarında lütfen kitap yazmasın, edebiyat dünyası zarar görüyor” dedi çok da saygı duyduğum biri. Çok üzüldüm. O kişinin “Bütün kadınlar keşke yazsa, yas tutmasa da yazsa. Bir yerlere gelse de örnek olsa” diye düşünmesini beklerdim. Ne yapacaktım kitap yazmayıp, tırnaklarımı mı yiyecektim? Ağır makineli tüfek satışı değil ki yaptığım kitap yazdım. Yapmayın dediği şey kitap yazmak ve bu kimsenin tekelinde olamaz bunu reddediyorum ben.
“Hiçbir linç artık beni daha fazla acıtamaz”
- Neden kitap yazamaya başladınız? Aşk acısından mı sadece?
Hayatta yapmak istediğim şey bir eser bırakmak. Birçok kişi de bu duyguyla kendisi kitabını bastırıyor. Ben şanslıydım, yayınevi bana geldi. Ama hadi ilk kitabın çok satması tesadüftü diyelim ki ben şok geçirdim, “Kitap listeye girdi” dediklerinde. 9’dan girdi ve 3 oldu. Sonra bana yayınevleri transfer tekliflerinde bulundu. Enerjisiyle en çok uyuştuğum yere de transfer oldum. O da tesadüftü diyelim. İkinci kitap hadi yine tesadüftü ama o da patladı. Bir numarada kaldı çok uzun süre. Üçüncü kitabım çıktı, tesadüf bu ya o da listelerde Türkiye’nin ikinci kitabı oldu.
- Eleştirilere hazır mısınız?
Hepsine hazırım. Ben bu kitapta aşk acısını anlatırken diyorum ki; “Senin beni acıtmanın en güzel yanı artık daha fazla acıyamıyor olmak”. Çünkü öyle bir acıtılmışım ki düğüne 15 gün kala. Kim beni başka nasıl acıtabilir artık aşk yüzünden? Bu ilk lincin de en güzel yanı; yiyebileceğim hiçbir linçin beni artık daha fazla acıtamıyor olması olacak.
- Çok üzüldünüz mü o linçi yediğinizde, ne hissettiniz?
İtibarsız şöhret, şöhret değildir. Ajdar diye bir şarkıcı vardı biliyorsunuz çok popüler, Ajdar’ı bilmeyen yoktur ama neyle popüler? Bir de Gülse Birsel var çok popüler ama neyle popüler? Popüler olmak önemli değil. İki tane çıplak resim koyarsın iki milyon takipçin de olur. Cinsel kimliğini abartarak bir şeyler söylersin üç - beş milyon takipçin de olur. Popülersem eğer neyle popüler olduğum çok önemli. O linç beni bu yüzden çok yaktı. Ben Avusturya Lisesi mezunu, işletme okumuş, 20 sene pazarlama yapmış, düşüncesi olan, kitap okuyan, yazarlara saygılı bir kadınım. Dedim ki; bu kadar eleştirilecek insan varken beni eleştirdiler. Bir hatam varsa özür dilemeyi de bilirim. O hata alıntıyı yaparken ismi belirtmemekti, anonim yazmamaktı. O cümle anonim bir cümle. Şu anda 10 tane kitap alalım. İçinde anonim yüzlerce cümle buluruz ama satmadıkları için radar altında değiller. Demek ki çok öndeysen; çok dikkat edeceksin. Ben linç yediğimde çok ilginç kitabım çok sattığı için çok fazla sahne ve seminer almıştım. Yurt dışındaydım ve Rotterdam’a gidip 500 kişilik salonun sold out (kapalı gişe) olduğunu ve kimsenin intihalle işi olmadığını görünce şunu düşündüm: Kitabı okuyan eleştirmiyor kitabı okumayan eleştiriyor. O gün evde olsaydım üzülürdüm Ne yapacağımı şaşırırdım belki ama dışarıda insanlarla ve çok uzun bir turnede olduğum için, her yerde de sevgiyle karşılaşınca unuttum gitti. Sonra Fatih Altaylı programına çağırdı. “Neden sana böyle yaptılar acaba merak ediyorum? Anne Frank’ın Hatıra Defterini de okudum da böyle bir cümle yok” dedi. Ve Türkiye sustu ondan sonra. Yani öyle bir kayıt var şu anda. Ama çok üzülüyor muyum? Evet, ben çok üzülüyorum çünkü hayatta en korktuğum şey iftira. Hani örneğin size bir iftira atıldı “ben yapmadım” demek neyi değiştirir ki o cümle var ortada. O cümle kayıtlarda. Ondan çok korkuyorum yani birinin kalbini kırsam düzeltebilirim, özür dileyebilirim ama yapmadığın bir şeyle itham edilince yoruluyorsun.
- Sosyal medyada yemek ve maske yapan bir kadının kitap çıkartmasından rahatsız oldular belki de?
Ondan da üzerime geldiler ama ilginç olan ben yemek ve maskeler yüzünden takip edilmiyordum; paylaşımların altına yazdıklarım yüzünden takip ediliyordum. Zaten yazı benim Instagram’da takip sebebimdi. Şunu da düşündüm; sosyal medyada popüler olmasaydım, ünlü bir yazar, eskiden gelen bir yazar olsaydım ve yazar olarak sosyal medya hesabı açsaydım ve 1 milyon takipçim olsaydı “Hakkı” derlerdi. İnsanları rahatsız eden bir şey var. Her meslek grubunda sosyal medyası güçlü olup da, oyuncu olana da kızıyorlar. Sosyal medyası güçlü olduktan sonra yazar olana da kızıyorlar. Sosyal medyası güçlü olup, şarkıcı olana da kızıyorlar. “Ulan bu kadın para kazanıyor galiba, bu kadar kolay niye oluyor bu işler?” diye rahatsızlık duyuyorlar...
- Siz tüm bunları planladınız mı peki? Buraya nasıl geldiniz? Hayaliniz neydi?
Benim özendiğim bir hayat vardı; “40 yaşında kurumsalı bırakacağım” demiştim ama hiçbir zaman bunun için bir güvencem olmamıştı. Çok ilginç bunu diledim ve oldu. 40 yaşında kurumsalı bıraktım hem de nasıl biliyor musunuz, işten atıldım. Ve sevgilim terk etti evsiz, yani ev kredisiyle birlikte sevgilisiz ve işsiz kaldım. O sırada sosyal medyada 20.000 takipçim vardı ve yemek yapıyordum. Markalar bana gelmeye başladığında paraya “Hayır” demedim. Sosyal medya lezzetleri yaptım. Bir sürü maskeler yaptım. Çünkü tekrar kurumsala girmek istemedim. Hayalim buydu ama ben bunu oturup planlamadım. Çünkü bana sorup duruyorlar gençler “Nasıl yapabiliriz?” diye. “Planlamazsanız oluyor sanki” diyorum. Allah kapı açıyor, ben böyle düşünüyorum.
- İnsanların sosyal medyada mutlu, başarılı gördükleri kişilere karşı “Biz neden yapamıyoruz!” tarzında hem bir ilgisi hem bir nefreti oluşuyor garip bir şekilde değil mi?
“Niye ben yapamıyorum?” diyen insan niye yapamıyor biliyor musun? Benim yaptığımla çok ilgileniyor çünkü. Kendi yaptığıyla ilgilense olacak belki. Başkasının yaptıklarını ben çok merak etmiyorum Buket Hanım. Benim fikirle de işle de yarışım kendimle. Bu arada sabun köpüğüyüz böyle havalı havalı da konuşmak istemiyorum. Yarın kitap çıkarmam gider başka bir şey yaparım. Bu arada üçüncü kitabım için bütün linç edenlere teşekkür ederim onu da yazın lütfen. Ben bu kitabı bu kadar çabuk çıkarmayacaktım. Yedi kilo aldım, kitabı eve kapanıp yazdım, yazarken yedim. Ama verilecek en güzel cevap daha iyi bir şey yapmaktı. İnanın daha iyi bir şey oldu, gönül rahatlığıyla söylüyorum. Hatta şimdi size kitabı hediye edeceğim gönül gözünüzle birkaç sayfa okuyun bırakamayacaksınız hissediyorum yani.
“Poğaça gibi kadındım, bozdular”
- Şiddet gördüğünüzü de açıkladınız. Güçlü bir kadın şiddet gördüğü yerde niye kalır?
Kalmadım ki, şiddetten sonra gitti, uzaklaştırma aldım.
- Peki, ne hissettirdi şiddet görmek?
Şöyle çok ilginç “Sen Gittin Ya Ben Çok Güzelleştim” kitabını yazdığım kişiden şiddet görerek ayrıldım. Bir sene sonra hayatıma giren kişiden ikinci ayında yine bir şiddet gördüm ayrılığı kabullenmediği için. Fakat bu sefer dedim ki; sessiz kalmayacağım. Darp raporu ve uzaklaştırma kararı aldım. İlkinde sessiz kalıp ayrıldım. Yani sessiz sessiz ayrıldım ama ayrıldım. Ayrıldığım zaman insanlardan hep bana şöyle mesajlar geliyor; “Nasıl yaptın?” “Üç çocuk annesiyim, nasıl ayrılırım?” “On senelik sevgilim, çok da seviyor”. Zaten seni çok seven çok dövüyor. Çünkü narsisist bir yapısı var, psikolojik bir rahatsızlık bu. Ben de gittiğimde tuzum kuru değildi. Şiddet çok uç nokta ve ben şiddeti insanların affetmemesini istiyorum. Affedilen şiddet nasıl olsa affediyor diye daha büyüğüyle dönüyor; sonu yok. Ben darp yedim sonra adam benim ayaklarıma kapanmadı mı? Kapandı. Ama o pişmanlıktan kadınların ayaklarına kapanılan noktada kadının güçlü durması gerekiyor. Çünkü bu narsisistik kişilik bozukluğu. Affedersen eğer üç gün sonra değil belki üç hafta sonra da değil ama üç ay sonra daha büyüğüyle geliyor şiddet.
- İlişkilerde zor kadın mısınız? Biraz eli maşalı gibi görünüyorsunuz siz.
Hiç değildim, poğaça gibi kadındım, bozdular. Aşka aşık bir kadınım. Bana böyle “Kraker seviyorsun galiba? deyip, kraker getiren adama üç senemi verirdim ömrümü verirdim. “Yalnızlık kötü” dedim bu kitapta ama bazı insanlar yalnızlıktan da kötü. Yalnızlığımı da yavaş yavaş sevmeye de başladım. Bir yerde okudum; yalnızlık tayt gibi çok rahat ama üstüne yapışıyor. Yapıştı, şimdi yalnızlığı o kadar sevmiyor değilim ama gelen kişi sevdiğim bu yalnızlıktan daha güzel gelmeli yani varlığı benim yalnızlığımı özletmemeli. O kişi gelirse çok iyi olur. Çünkü kendimi başka adamların hayatına entegre eden ve onlara adayan domestik yapıya sahip annemgillerdendim ben.
- Çoğu kadın gibi aslında!
Evet, ama şimdi öyle değilim aslında şimdi olması gerekenim bence. Çünkü yalnız kaldım ve ölmedim; ölünmüyor, hayat da güzel geçiyor, üretiyorum, insanlarla buluşuyorum, yeni insanlar tanıyorum, yeni arkadaşlar ediniyorum. Çok istiyorum ruh eşim, ruh arkadaşım gelsin; o geldiğinde ben zaten yine poğaça gibi olurum. Ama artık çok kolay yumuşak kıvama gelemiyorum.