04.10.2015 - 02:30 | Son Güncellenme:
Umut Eroğlu - umeroglu@gmail.com
Geçtiğimiz hafta biz Dünyalılar için Güneş Sistemi’nin en büyük olayı, sevgili komşumuz Mars’ta suların akmaya başlamasıydı. Geçen yaz İstanbul’da beş günlük su kesintisi olmuştu, neredeyse o bittiği günkü kadar sevindik. Zaten birkaç ay önce gaz çıkardığını da öğrenmiştik Mars’ın, bir de sular akıyorsa tamam. Oralar daha dutluk olmadan arsaları kapmak lazım, ne de olsa yakında hayat da başlar, ortam alır yürür, geç kalmayalım. Öyle bir hava esti bizde.
Güneş familyasının dördüncü çocuğu Mars’ın kız kardeşi Dünya üzerinde öyle bir karizması var ki kendi üstünde sular akıyor ama buralarda adı geçtiği anda akan sular duruyor. En yakın kankamız Ay’a bile yüzyılda bir kez ziyarete gitmişiz, ne hikmetse bir daha uğrayan olmamış. Mars yeter ki bir göz kırpsın, ne yapalım da hemen gidelim!
Kozmik yanlış anlama ile başladı her şey
Tamam, eli yüzü düzgün gezegen. Arada bir her tarafını kaplayan kum fırtınası dışında bir aşırılığı yok. Yörüngesinde gider gelir, kaynamaz taşmaz. Evet, tanrısal bir karizması var, isminden mütevellit. Velakin bunun gerdanı süslü Satürn’ü var, her tarafından seksapel akan Venüs’ü var. Afyon mermeri gibi Jüpiter’i var. Neden ille de Marslı olsun, ister çamurdan olsun?
Her şey bundan 100 küsur sene önce Giovanni Schiaparelli adlı bir İtalyan uzay aliminin Mars’ın yüzeyinde devasa, düz hatlı oluklar görmesiyle başladı. Teleskopuyla yaptığı bu keşfi raporlarken kullandığı “canali” kelimesi, İngilizceye çevrilirken “channel” olması gereken yerde “canal” olarak geçti. Kanal, malum insan yapımı bir mimari öğe. Doğal olanına su yatağı denir. Batılı alimler, gazeteciler ve yazarlar da o dönem uzayın bilirkişisi olan İtalyanların bu bulgusunu hemen Mars’ta eskiden, belki halen, akıllı canlıların yaşadığına yordular. İşte Mars’ta hayat mı var sorusunu aklımıza ilk sokan, artık Giovanni’yi kim çevirdiyse, o işgüzar oldu. Daha fenası, sonra Mars’ta kanal da yatak da olmadığı, olukların optik bir illüzyon olduğu ortaya çıktı. Faça gibi dev bir
yarığı var, o ayrı.
Uzayda yaşamın tek umudu haline geldi
İşin aslı, güzel kardeşimiz Mars, tüm Güneş Sistemi içinde huyu suyu Dünya’ya en uygun gezegen. Bir günü 24.6 saat. Kutuplarında buzullar var. Yarısı dümdüz, yarısı alabildiğine engebeli. Düz kısmında muhtemelen milyar yıl önce bir okyanus varmış. Cayır cayır elektrik yakmadığımız dönemde Mars, geceleri gökyüzünde kıpkırmızı parlarmış. Bir çöle gidin bakın halen o şekilde. Çinliler “ateş yıldızı” demişler ona. Çok da yakında olduğu için hep ilgiyi üstüne çekmiş, mahallenin yıldızı olmuş bir tür. İsmini
Yunan savaş tanrısı Mars’tan alınca tam olmuş. Sonrasında da popüler kültürde hızla yol almış, filmlere, kitaplara konu olmuş. Bilimkurgularda başrol oynamış. Üzerinde yaşayan yeşil adamlara, altında saklı gizli üslere inanılmış. Nihayet Dünya’dan sonra uzayda yaşamın tek umudu haline kadar gelmiş.
Kolonizasyon bizim işimiz!
Şimdideniyor ki Dünya’ya sığamazsak, gezegene bir hal olursa ne yaparız? İyisi mi sıvışacak bir yer bulalım. Neresi olur, Ay mı? Çok yakın. Hem sular da kesik, orada kesin tribe gireriz. O zaman Mars; nereden baksan Dünya yarısı gezegen. Zaten kolonizasyon bizim işimiz, Mars’a gidelim. Bir sürü filmini çektik, bildiğimiz yer...
Atmosferi uzaya kaçmış, havası buz
Bilim insanları, Elon Musk gibi teknoloji önderleri ciddi ciddi Mars’a taşınma planları yapıyor, yatırım ayarlıyor. Şimdi tadınızı kaçırmak gibi olmasın ama Mars, toprağı bol olsun, ölü bir gezegen. Evet. Dünya gibiymiş belki ama hayatını kaybetmiş. Manyetik alanı yetmemiş, kütlesi ufak gelmiş; atmosferini uzaya kaçırmış. Okyanusu buharlaşmış, geriye kuru kızıllığı kalmış. Havası buz gibi, gündüz -55 derece. Bir kum fırtınası kopuyor, bütün gezegen toz oluyor.
Zaten çok popüler, neden gidilmesin?
Dünya’ya ne olabilir de Mars’tan daha az yaşanır bir yer haline gelebilir? Göktaşı çarpar deseler savuşturacak teknoloji var. Afet desen yakar yıkar, sonra da geçer. Salgın çıksa yine bir kısmımız kurtuluruz. Uzayda koloni kuracak teknolojiyle gerekirse yerin altına da gireriz, okyanusun dibine de saklanırız.
Öyleyse Mars’ta yaşam bulma, koloni kurma tutkusu neden? Asıl mesele hiç bitmeyen yeni ufuklara açılma aşkımız. Nasıl yeni kıtalar keşfettiysek, uzayda da yaşayabileceğimizi ispatlamamız lazım. İşte Mars, bunun için ideal bir deney alanı. Ayrıca çok popüler, vatandaşın desteği tam, niye gidilmesin? Bu tabii bizim bilgimizin yettiği kadarı. Belki NASA’nın, ESA’nın bilip de söylemediği başka bir sebebi vardır,
kim bilir?
Olmadı biz yaşatalım
Mars pek yaşanır yer değil malum ama ille de yaşatırız dersek onun da planları hazır. Terraforming denilen bu işlem biraz fantastik ama teoride mümkün. Maksat gezegeni ısıtıp kutuplarını eriterek karbondioksitin atmosferi kalınlaştırmasını ve ısıyı hapsetmesini sağlamak. Bildiğimiz küresel ısınma yani!
-Dev güneş panelleri:Mars yörüngesine yerleştirilecek dev aynalarla gezegeni ısıtarak atmosfer oluşturma fantezisi.
-Mars fabrikaları: Sera etkisi yaratmada uzmanız, malum. Mars’ın yüzeyine de aynı etkiyi yapacak fabrikalar, olmadı HES’ler kurarsak Dünya havasını tuttururuz.
-Nükleer bombalama: Bu da Elon Musk’ın fikri. Hiç uğraşmayalım, direkt kutuplarına termonükleer bomba bırakalım, anında erisin, ortam hallensin diyor.
Hollywood’da Mars’a doyum olmaz
Buhafta şimdiye kadar çekilmiş en afili Mars filmlerinden biri vizyona girdi: “Marslı”. Matt Damon’ın tek başına Mars’ta kalan ve yardım beklerken hayata tutunan astronotu canlandırdığı filmin yönetmeni “Alien” serisiyle ünlü Ridley Scott. Film, yine Mars’ta geçen ve pek başarılı bulunmayan “Prometheus”un iyi bir rövanşı gibi görünüyor. Hatırda kalan ünlü Mars filmleri arasında 1996 tarihli absürt komedi “Çılgın Marslılar”, Arnold Schwarzenegger’in oynadığı, Mars’ın koloni olduğu fantastik “Gerçeğe Çağrı” (1990) var. 1964 yapımı “Robinson Crusoe Mars”ta; başarısız bir terraforming denemesini işleyen “Kızıl Gezegen” (2000); 1953 tarihli klasik “Invaders From Mars” ve tabii ki H.G. Wells’in 1898’de yayımlanan romanından uyarlanan “Dünyalar Savaşı”nı da unutmamak lazım.