25.06.2017 - 02:30 | Son Güncellenme:
ÖZGE TABAK
Süleyman Dilbirliği ile Kim Eunja’nın 1950 yılında Kore Savaşı’nda başlayan hikayesi 60 sene sonra, 2010’da Kore’de tekrar buluşmalarıyla mutlu sona kavuşmuştu. Sonra ikinci görüşmeleri 2012’de oldu, bu defa Eunja geldi Süleyman Astsubayı, babasını görmeye Türkiye’ye... İkilinin film gibi hikayesi hakkında önce “Ayla, Koreli Kızım” adlı belgesel çekildi, şimdi de 27 Ekim’de dünyayla aynı anda ülkemizde vizyona girecek olan “Ayla” filmi konu alıyor onları. Filmin iki ülkedeki gala gecelerinde de üçüncü defa bir araya gelecek baba kız. İşte 93 yaşındaki Süleyman Dilbirliği ile Kim Eunja’nın anlattıkları...
- Ayla’yı ilk gördüğünüz an nasıldı?
Şubat ayıydı, cepheden çekiliyorduk. Yolda bir çocuk gördük, aşağı yukarı beş-altı yaşında. Ağlıyor, gözlerinde yaşlar... Titriyordu, acınacak bir hali vardı. “Bu çocuğu burada bıraksam gitsem, yazık günahtır” dedim kendime. Anasını babasını öldürmüşler. Ben de aldım, bizim bölüğe getirdim. İsmi acayip Kore ismi, biz telaffuz edemiyoruz. Baktım gökyüzünde bir ay var, kızım senin ismin Ayla olsun dedik.
- Bir sene kalmışsınız orada, nasıl geçti, nasıl bir bağ kurdunuz bu sürede?
Türkçeyi öğrendi, şimdi unutmuş ama sayı saymayı unutmamış. Koreliler geldiği zaman bize tercümanlık yapardı. Zeki bir çocuktu. Onunla hoplaya zıplaya oynardım. Sadece ben değil, diğer arkadaşlar da çok severdi. Bölüğün maskotu gibiydi. Bizimle birlikte yer, içer, dolaşır; aramızda oynardı hep. Yemek yerken onlar çubuklarla yer, biz kaşıkla yerdik. O da kaşıkla yemeye çalışırdı, gülerdik. “Ayla, gel kızım” diye seslenirdim.
- Unutamadığınız pek çok anınız vardır.
60 sene sonra birbirimizi ilk görüşümüzde uzaktan nasıl koştu geldi de bana sarıldı, baba dedi. Onun yanında kendi torunları, çocukları vardı. Şaşırdım kaldım; beş yaşındaki çocuk altmış yaşına gelmiş, ben yaşlanmışım... Beni tanıması çok büyük bir olay. Ben de tanıdım tabii, yüzü aynıydı. Resimleri görünce bir tuhaf oldu, ikinci resmi görünce başladı hüngür hüngür ağlamaya... Hanıma anne diye, bana baba diye sarılıyor. O ağladı, biz ağladık.
“İzlerken o anları yaşadım”
- Neler söylediniz o ilk buluşmada?
“Baba daha evvel neden gelmedin?”dedi. “Kızım nasıl geleyim? 60 sene sonra ancak bizi buldular” dedim. Hiç umudum yoktu tekrar görüşürüz diye. Yıllar sonra kız kardeşini de bulmuşlar, nereden nereye...
- Fotoğraflarınızı da saklamışsınız...
Ayla kızım gibi. Ailemizin bir ferdi, o da öyle hissediyor. Ara sıra açardım fotoğrafları, o hatıraları hatırlardım. Hanıma, çocuklara hikayemizi anlatmıştım ama bir belgesel, bir film olacağı hiç aklıma gelmezdi. İyi kötü yaşadığımız hayatı orada tamamıyla öğrenmiş olduk. Savaşın ne olduğunu öğrendik.
- Filmin tanıtımını izlemişsiniz siz de. Duygulandınız mı, neler hissettiniz?
Hem de nasıl. Şimdi bile duygulanıyorum. O kadar heyecanlandım ki. 24 yaşımda Kore’ye gittim ben. Savaş sahnelerinde yüreğim hopladı, yaptığımız savaşları hatırladım. O anları tekrar yaşadım. Her şey aynı tanklar, tüfekler... Benim nasıl muhabere yaptığımı gösteriyorlar. Ayla’yla bizi de fevkalade göstermişler.
“Tekrar buluşacağız”
- Bir daha ne zaman görüşeceksiniz?
Yapım şirketi bizi Kore’ye götürecek, oradan da Ayla’yla Türkiye’ye geleceğiz. Gelecek, kalacak burada bir süre.
- Koreliler de sizi tanıyor belgeselden sonra, onların tepkileri nasıl?
Geçen Sultanahmet’e yedi-sekiz kişi gelmiş Kore’den, rehber onlara anlatınca hemen asker gibi dizildiler. Saygı olarak öne doğru eğilinir onlarda, birden eğildiler şaşırdım.
Kim Eunja:
“Filmde kendimi gördüm”
- Süleyman beyle aranızdaki bağı siz nasıl tanımlıyorsunuz?
Aile olmak için kan bağına gerek yok, o benim kalpten ailem. Beni büyüttü, yaşattı. Süleyman baba beni ilk aldığında çok korkmuştum ama zaman geçtikçe baba olarak algıladım galiba. Dolayısıyla ona baba demem gayet normal. Yanlış hatırlamıyorsam bir kaç günlüğüne gideceğim demişti bana ama sonra gelmedi. Bekledim, haftalarca babama gideceğim diye ağlayıp sorun çıkardım. Diğer askerler beni mutlu etmeye çalıştı...
- Ayla olarak tanıyor sizi şimdi Türkiye.
Türk tugayın hepsi bana Ayla derdi, herkes beni çok severdi. Beraber oyunlar oynardık, tam hatırlayamasam da çok mutluydum. İyi ki Ayla ismini koymuşlar, çok seviyorum ismimi. Sonsuza kadar kalsın bu isim. Bu olanları rüyamda bile göremezdim, Süleyman babanın ismini unutmuştum. Bulmaya çalıştım ama imkansız geliyordu, kalbime gömmüştüm. Sonra geldi, beni buldu. Ayla ismimi tekrar buldum, babamı da... Türkiye ikinci vatanım. Orada doğmasam da benim ülkem. Herkes beni çok seviyor, Ayla diyor. Bir kere babam orada. Ne zaman çağırırlarsa gelirim.
“Çocuklar hep mutlu olsun”
- Çocuklarınız ne diyor film gibi hikayenize?
Acı bir hikayeydi, çocuklarıma anlatmaya ihtiyaç duymamıştım. Ama babamla buluşunca anlatmak zorunda kaldım. Neler yaşadığımı, nasıl büyüdüğümü anladılar. Süleyman babamla telefonla konuşurken yanımdalar, mektuplaşırken yanımdalar. Türkiye’ye gittiğimde de yanımdalardı. Çocuklarım da “O nasıl?” diye soruyor, “Dedemi görelim” diyorlar.
- Sizin gençliğinizi oynayan Kim Seol’ı izleyince neler hissettiniz?
Seol’ı tanımıyordum, film çekiminde bulundum, orada gördüm. Çok duygulandım, resmen kendimi gördüm. Seol gerçek hayatta da çok utangaç çocuk, ben de öyleydim. Nasıl böyle seçmiş, bulmuşlar; bana çok benziyor, torunum gibi. Bir de Seol’la İsmail (Hacıoğlu) set arasında birliktelerdi. Başka dil konuşuyorlar ama beraber çok eğleniyorlardı, İsmail onu çok seviyordu. O zaman çok duygulandım, kendimi gördüm yine...
- Hâlâ savaşlar sürüyor, çocuklar mağdur olmaya devam ediyor...
Kendime benzetiyorum durumlarını. Ailesiz ve ölüm tehlikesinin altındalar. Gerçekten çok üzücü. Bunlar olmamalı, hepimiz çabalamalıyız. Savaşlar, mağdur çocuklar olmasın. Ne olursa olsun, çocuklar hep mutlu olsun.