03.11.2019 - 07:50 | Son Güncellenme:
ASU MARO
Goethe’nin “Faust”u insan aklının arzuları için çelinme ihtimaline dair ne tuhaf, ne büyülü, ne ölümsüz bir metindir. Her şey atacağın bir adıma bakar. Neyi seçeceksin, o seçimin bedeli ne olacak? Neleri feda etmeye, hangi prensiplerinden vazgeçmeye hazırsın? Ne koyacaksın yerine? Her an çelinmeye teşne insan aklını bin türlü soruyla kuşatıp bırakır. 23. İstanbul Tiyatro Festivali’nde izleyeceğimiz, Goethe Institut & Nolgang tasarımı, uyarlaması Benjamin von Blomberg’e, rejisi Peter Lee’ye ait “Being Faust - Enter Mephisto” ise “Faust”u ‘temel alan’, akıllı telefonlarla giriş yapılıp, oynanabilen bir oyun. İzleyeceğimiz dedim ama aslında oyuncu da bizleriz, her birimiz birer Faust’uz. Pazarlık yaptığımız Mephistoteles’i ise Yiğit Özşener canlandırmakta. Aynı zamanda Studio Oyuncuları ile oynayacağı “Io”nun provalarını ve yeni dizisi “Ramo”nun çekimlerini sürdüren Yiğit Özşener ile nefes almaya saatleri olan tek gün, tarihi Kireçburnu Fırını’nda kahvaltı sofrasında buluştuk. Bugüne kadar dizilerin en cazip ‘kötü adam’larını canlandırmış bir oyuncu sonunda ‘Şeytan’ mertebesine ulaşmışsa orada konuşulacak çok şey vardı.
Her birimiz Faust oluyoruz anladığım kadarıyla.
Tam da o. O yüzden de ben çok sevdim fikri. Sabit bir metni yok, sadece katılımcının o 80 dakikada kendi yolunu bulması var. Amacına uygun bir şekilde neyi alıp neyi sattığı. Teknolojinin oyuna entegre edilmesi fikri de hoşuma gitti. Ben aslında kısa bir hostluk yapacaktım oyunun girişinde ama sonra skype yaptık Kore ile ve gördüm ki aslında bütün oyun boyunca orada olmam gerekiyor. Şöyle düşünebiliriz; mağaza müdürü ben olabilirim. İnsanların alışverişe geldikleri mağazanın müdürü.
İsminiz Mister M. olduğuna göre kim olduğunuz belli. Peki Faust metin olarak size ne ifade eder?
Çok şiirsel. Bir de insana ait olan değerlerin, toplumun içerisinde insan yapan değerlerin teslim edilmesi, o değerler üzerinden alışveriş yapılması. İşte bu oyunu ben o yüzden de sevdim. Şeytan’ı oynamak da ilginç olabilir. Niye kötüleniyorsa sürekli, ben de bilmiyorum.
Peki nasıl bir şeytan olmayı düşünüyorsunuz?
Tavlayıcı. Bilmiyorum, oyunun içerisinde keşfedeceğim. Gerçekten insan bu konuda nasıl yolunu bulur bilmiyorum. Seyirciyle beraber keşfedeceğiz. Ama sonuçta herkese de alışveriş yaptırmamız lazım mağazada, biraz para harcanması lazım, o yüzden de şirin görünmek lazım insanlara değil mi?
Peki hiç düşünmüş müsünüzdür, ben pazarlığa otursam şeytanla ne isterdim, neyi feda ederdim diye?
Valla hiç düşünmedim. Gerçekten. Ne lamba cini, ne şeytan, ikisini de düşünmemişim şu an düşünüyorum da.
Ben herhalde ölümsüzlük isterdim.
Ben emin değilim ona, ölümsüzlük ister miydim? Evet aslında iyi bir opsiyon olabilir. Uçmak isteyebilirdim, uçmak, ışınlanmak, sürate dayalı şeyler. İstediğin zaman istediğin yerde olabilmek.
Ebedi gençlik.
Ebedi gençlik çok yorucu bir şey de olabilir mi acaba? Sen hep aynı kalıyorsun, her şey geçiyor, onun insan psikolojisi üzerinde etkisi nasıl olur, bilmiyorum. Ebediyen karşına çıkan herkesi kaybediyorsun. Evet, yeni insanlar da geliyor ama herkesi sonunda kaybediyorsun. Acaba bir süre sonra hissizleşir misin, robota mı bağlarsın, kafayı mı yersin? “Yeter artık ben gitmek istiyorum,” diye yalvarabilir misin?
O zaman tanıdığım herkesle birlikte ölümsüz olmak.
Bak insan hemen biraz daha konforlu bir şey istiyor değil mi? Tanıdığım mahallede, sevdiğim insanlarla, aman kafem hiç değişmesin, gittiğim restoran değişmesin, restorandaki garson değişmesin. Biz ölümsüz olalım, diğer herkese ne olursa olsun. İşte insan böyle bencil, hemen tak diye asıl arzusu ortaya çıkıyor. Kendi konfor alanı herkesin.
Sizin nasıldır alışkanlıklarla ilişkiniz? Mesela şu an bulunduğumuz Kireçburnu Fırını uzun zamandır geldiğiniz bir yer sanırım.
Evet. Burayı seviyorum. Ama burası da zamana direnemeyecekse ne yapayım yani? Bence insanın en büyük yeteneği uyum sağlayabilmesi. Bedeni beyninden daha çabuk uyum sağlayabiliyor. Herhalde bütün yaratıklar içerisinde var olabilmek için en özel şartlara ihtiyaç duyan biziz. Öyle sokakta sonsuza kadar yaşayamıyoruz. Daha kendimize özel alanlar kurmak zorunda kalıyoruz.
Kendini dünyanın hâkimi zannederken aslında en kırılgan ve zayıf olan canlı.
Onu söylemeye çalışıyorum. Bir böcek kadar bile dayanıklı değiliz. Sadece daha akıllıyız ama o akıl da bizi nereye götürüyor, tartışılır.
Şeytanla pazarlık masasına.
Aynen. Baştan çıkmaya hazırız. Bu kadar baştan çıkmaya teşne olunmaz.
“Being Faust”, insana dair enteresan şeyler söyleyen bir oyun olacak belli ki.
Bence de ilginç olacak. Hatta beş günde toplam 10 seans oynanacak, bazı seanslarda katılımcıların özelliklerinin belirlenmesini çok isterdim. Atıyorum, iki seans sadece 16-25 yaş arasının gelmesini, iki seansa sadece 40 yaş ve üstündeki insanların gelmesini isterdim ve sonucu merak ederdim. En çok hangi değer üzerinden alışveriş yapılıyor, insanların öncelikleri ne olmuş, yaşa göre farklı şeyler çıkacağına eminim, bunu bilmek hoşuma giderdi. Başka ülkelerde de oynandığı için, ülkeden ülkeye farklılık göstereceğine eminim.
Ne gibi değerler var alınıp satılan?
Arkadaşlık, para, aşk, böyle bir sürü var.
Ne veriyoruz karşılığında?
Hah işte o önemli. Onu söyleyemem. Çünkü alışveriş nasıl yapılıyor, parayı veriyorsunuz, alacağınız şeyi alıyorsunuz. Nasıl bir para kullanacağız, bu önemli.
Peki bu oyun için sizi neden seçmişler, ülkemizin tescilli kötü rol oyuncularından biridir mi demişler acaba?
Tescilli kötü rol oyuncusu demeyelim de şöyle diyelim; tescilli kötü rolü de iyi oynayan oyuncusu. Evet orada da kompetanım, diğer rollerde de olduğum gibi.
“İçgüdülerimi kullanma oranım azaldı”
“Io” Studio Oyuncuları ile yine Festival’de prömiyer yapacak olan oyununuz. Onunla ilgili neler söyleyebilirsiniz?
Artık herkesin diline pelesenk olan doğa meselesi, nelerle oyalandığımız, kendi irademizi hangi yüce makamlara teslim ettiğimiz bir birey olarak ama aslında bizi bekleyen çok daha büyük sorunlar olduğu insanlık olarak, bunlar hakkında. “Promethe” üzerinden Şahika Tekand tarafından bir yeniden yazım ama asıl meselesi bunlar. Bizi asıl bekleyen tehlike ne ve biz insan olarak ne yapıyoruz... İrademizi yok etmemizi, hatırlamayı bırakmamızı sorgulayan bir oyun.
Sizin oyunculuk eğitiminiz de Studio’dan. Buna nasıl karar vermiştiniz, çünkü mühendislik okumuşsunuz önce. Neden konservatuvara gitmediniz?
O yoktu dünyamda çünkü benim dönemimde mühendis olunuyordu. Bu kadar basit. Sonra tesadüfen bir arkadaşımla karşılaştım, öğrendim böyle bir yer varmış. Ben araştırmadım, benimkisi çok içgüdüsel. Ama gittiğim zaman da gerçekten ısrarcı oldum, orada alçak gönüllülük yapamayacağım. Bir de iş hayatı, itiraf edeyim beni korkutuyordu. Yani kurumsal bir hayat. Bütün gücümle tiyatro yapıyordum.
Devamını da içgüdülerinizle mi getirdiniz?
Şunu itiraf edeyim; bu genç oyuncu adaylarının işlerine yarayabilir belki, ilk dönemde içgüdülerimi de kullanırdım seçim yaparken. Zaman ilerledikçe katılaştığımı ve içgüdülerimi kullanma oranımın azaldığını gördüm, bu bence bir oyuncu için çok kötü bir şey. Business için iyi olabilir, sizi ölümlü bir zengin yapabilir ama bir oyuncu için çok yanlış.