06.02.2005 - 00:00 | Son Güncellenme:
Hepimiz film seyretmekten hoşlanırdık ama birkaçımız sinemayı severdik. Afişlerin karşısına geçer, uzun uzun bakardık onlara. Biletleri biriktirirdik. Topladığımız artist resimlerini defterlere yapıştırırdık. Yıldız dergisinde o hafta yayımlanmış Hollywood haberlerini konuşurduk.O yıllarda film eleştirisi olsaydı, onları da tartışacaktık herhalde.* * * Film eleştirisiyle beni tanıştıran kişi Sezai Solelli oldu. Ama eleştiriden çok "bilgi" yüklüydü yazıları. Film, yönetmen, daha çok da oyuncular hakkında ansiklopedik bilgiler.Sonra Oktay Akbal. Sonra da Tuncan Okan.Derken gazeteler kenarından kıyısından da olsa film eleştirisine yer vermeye başladı.Ama bu işi oturtan kişi Atilla Dorsay oldu. Nice çileler, direnmeler sonunda patikayı kocaman bir yola çevirdi.O yolda onlarca yazar rahatça dolaşıyor şimdi.* * * Sinemayı Atillayla aynı zaman dilimi içinde tanıdık. Sinemanın altın çağını sonradan öğrenmedik, yaşadık. Gary Cooper, Alice Faye, Ida Lupino, Veronica Lake, Wallace Beery, J. Carrol Naish, Sydney Greenstreet film çevirirken biz o dünyanın, o zamanın içindeydik. Beyazperdede beliren görüntüler o dünyayı, o zamanı bütünlüyordu.Sinematek seyircisi değildik. Bir filmi, çekiminden yıllar sonra, serinkanlı, mantıklı, nesnel, eleştirel bir gözle izlemiyorduk. Oyuncular için ansiklopedilere başvurmuyorduk.John Waynein bir sözü var: "Ben aktör değilim, reaktörüm."Belki de aktörlerle değil, reaktörlerle ilgileniyorduk. Film seyretmekten hoşlanmak başka şey, sinemayı sevmek başka şey. Çocukluğumu düşünüyorum. İlkokulda sınıf arkadaşlarımın hiçbiri film kaçırmazdı. "Tarzan Maymun Adam"dan "Hurmalar Altında Cemile"ye, "Frankeştayn Kurt Adama Karşı"dan "Billur Köşk"e kadar Antepe ne gelirse seyrederdi. Salonda ışıklar söndükten sonra yüreklerimiz beyinlerimize egemen oluyordu.Ya keyif duyuyorduk ya öfke. Güldüğümüzde içimiz gülüyordu. Sadece bir eğlence değildi sinema. Yaşamımıza yön veren bir büyüydü.O büyüyü, o zaman diliminde birlikte yaşadığım için belki, en sevdiğim sinema yazarı da Atilla oluyor.* * * Son kitabına da "İşte Büyü Zamanı" (Nokta Kitap) adını vermiş Atilla. Gazetelerde, dergilerde çıkmış kimi yazılarını üç bölümde toplamış.İlk bölüm "Sinemada Türler, Akımlar ve Kahramanlar", Atillanın sözleriyle, "sinema tarihini temel türler ve de en tipik kahramanlar açısından şöyle bir tarıyor". Sinemada erotizm ve pornografiyi konu alan yazısını okurken, okulda Esther Williamsın mayolu fotoğraflarını dolaplarımızın kapak içlerine yapıştırdığımız günleri hatırladım. Atillanın dediği gibi, "Sonradan köprülerin altından ne çok su aktı!"Bu bölümdeki yazıların neredeyse hepsi geçmişe götürdü zaten.İkinci bölümde "Kimi Kült Yönetmenler, Kült Filmler" irdeleniyor.Üçüncü bölümü ise tartışma ve polemik yazıları oluşturuyor: "Eleştiri, Eleştirmenler... Ve Tartışmanın Güzelliği". (Atilla "pastanın kreması" olarak nitelendiriyor bu bölümü.)Sunuş yazısında belirtildiği gibi, sinema denilince akla gelen ilk sözcük "büyü"yse, öteki sözcükler de "tutku" ve "bilgi". "İşte Büyü Zamanı"nda bu üç sözcüğün de yansımasını bulabilirsiniz. Bir yandan o büyüyü, o tutkuyu yaşarken, sinema konusunda bilgi dağarcığınızı da zenginleştirebilirsiniz.* * * Atillanın yeni yayımlanmış bir kitabı daha var: "Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları" (Remzi Kitabevi).Bu kitapta 1990-2004 yılları arasında Türk sineması konu ediliyor. 1990ların başında "Türk sineması artık bitti!" denilen dönemden "yeniden diriliş"e nasıl geçildiğinin öyküsü anlatılıyor. Kapsamlı "Genel Bir Bakış"tan sonra birçok filmin eleştirisi veriliyor.Eleştirileri sinemamız üstüne çeşitli yazıların yer aldığı bölüm izliyor.Kitap, renkli afiş ve fotoğraflardan oluşan görsel malzemeyle de zenginleştirilmiş.* * * Atillanın kitapları sık sık karıştırdığım, başvurduğum yapıtlar. Ama benim için sadece bilgi kaynağı değil bunlar. TVlerin, VCDlerin, DVDlerin, cep sinemalarının, sinema komplekslerinin yok ettiği salonların yanı sıra bilgisayarlar ve özel efektler sağanağının da altında boğulup gitmiş o saf düş dünyasını yeniden yaşamanın araçları.