18.04.2021 - 03:10 | Son Güncellenme:
Seyhan Akıncı
Henüz 14-15 yaşında bir çocukken evinden ayrılıp hayata karışmış biri Ahmet Mümtaz Taylan. Tiyatro sahnesinden, ekrandan ya da satırlarından sızan sahiciliğinin “sırrı” bir parça da hayatın gözlerinin içine içine bakmış olmasından. O cesareti yaşadığı yıllara dönüp bakarak da göstermiş. Üstelik “külyutmaz” diye tanımladığı dostu, yazar Irmak Zileli’nin soruları karşısında. İlk kapanmanın ürünü “Ara Toplam”... Kronik Kitap etiketiyle okurla buluşan kitapta Taylan 55 yıllık “Ara Toplamı”nı anlatıyor. Kronik Kitap’ın bahçesinde bir araya geldiğimiz Taylan’la Diyarbakır deneyiminden “Leyla ile Mecnun”a pek çok şeyi konuştuk.
Ahmet Mümtaz Taylan’ın “Ara Toplam”ına baktığımızda esasında draması yüksek bir hayat çıkıyor karşımıza. Ama bunun karşısında çok küçük yaşlarda bile farklı bir bilinçle duran birini görüyoruz... Bu farkında olma hali kendine acımayan birey inşası zor olmalı...
Kendine acımayan bireyin inşası nasıl olur bilmiyorum ama acıyandan hiçbir şey olmaz onu biliyorum. Kendine acımak, bir insanın kendine yapabileceği en büyük fenalıklardan biri. Ben kendime pek acımam. Başkalarının başına gelen şeylere acıyabilirim, memleketim için içim acır ama kendim için acımaz. Çünkü onu düzeltirim, değiştiririm... Hayat bir sonuç alma eylemi değil; yürümek, hareket etmek, durmamak... Mesele yürüme meselesi benim açımdan bu yüzden kendime acımam. Kendine acıyana da acırım.
“İdeal aile”nin dışında büyümüşsünüz. İlerleyen yıllarda aileyi kutsallaştırmak ya da idealize etmek yoluna sokmamış bu sizi...
Bu düşünsel bir tercihten çok deneysel bir sonuç. Aile ile ilgili karinelerimi ne yaşıyorsam ona göre aldım. Somut koşullara göre davrandım. Çocuklar bu konuda hızlıdırlar. Gerçekçidirler. Keşkelerle uğraşmazlar. Önlerinde ne varsa ona göre yaşamaya bakarlar. Ben de öyle yaptım. Aslında benimki çok özel bir hikaye değil. Birçok çocuğun hikayesi budur. İdeal aile, o formda görünenler de bile yok Türkiye’de. Dolayısıyla “Vay benim ideal bir ailem olmadı” oradan da böyle bir travma, dolayısıyla da dramatik bir kişilik geliştirdim türü bir şey dizi mevzusudur hayatın mevzusu değil.
Hayatımızda bazı dönemler vardır ve belki de bizim dışımızda şeyler karar verir esasında kim olacağımıza... Konservatuvardan sonra Diyarbakır’a atanmak ve orada geçen zamanı nereye koyarsınız?
Diyarbakır’a 24 yaşındayken Batı’da belirgin ezberleri edinmiş, onları “Evet, bu böyledir” diye kabul etmiş bir genç insan olarak uçarak kondum. Uçup konacak bir yer olmadığını da kısa zamanda anladım. Çünkü bütün ezberleri bozan bir pratik yaşanıyordu. 89’da çatışmalar artık şehrin içindeydi. Bu çatışma, çatışmanın şekli, tarafların tutumu, tansiyonu, söylemleri, retoriği hepsi dehşet vericiydi. Ona da hemen açık davrandım. Ezbersiz biriyim diyemem. İnsan tamamiyle ezbersiz olamıyor. Onlardan arınmaya, tekrar gözden geçirmeye, gerekiyorsa değiştirmeye müsait bir insan olmak için kendimi zorladım hayatım boyunca. Diyarbakır da bunun en şiddetli sarsıntılarından biriydi hayatımda. Fakat olağanüstü sonuçlar verdi. 4 yıllık Diyarbakır macerası, hikayemde beni oluşturan unsurların çoğunun olgunlaşmasına sebebiyet verdi.
Bir yere ait olmamak, çok yerlilik ve çok kültürlülük besleyici yanı olduğu kadar zaman zaman belki de yersizlik yurtsuzluk hissiyatını da uyandırmıştır. Bununla nasıl hemhal oldunuz?
Yerleşik bir hayat yaşamadığınız, sürekli göçebe olduğuuzda kendinize ait insanlar biriktiremiyorsunuz. Yeni katıldığınız çevrenin içine derinlemesine dalamıyorsunuz hep yatay bir bakış oluyor. Mimari de makbul olan yataydır ama hayatta anlamaya ilişkin makbul olan dikeydir. Zamanın olmayıp dikey bir ilişki geliştiremediğin için her yerin amatörüsün. Bir yerin profesyoneli olamıyorsun. Zamansızlık nedeniyle bir yere aidiyet hissetme boyutunda derinleşme mümkün olmadığı için ben daha çok insanlara aidiyet geliştirdim. Sevdiğim insanlara ait hissetim kendimi. Sevdiğim duygulara, mefhumlara, değerlere ait hissettim. Birlikte yaşama kültürü, vicdan, adalet gibi kavramlarda aidiyet aradım. Oralarda da aidiyet duygumu tatmin ettim. Kendini nereye ait hissediyorsun dersen bir lokasyon vermem zor. Hiç o kadar fırsatım olmadı. Hayatımdaki en istikrarlı kısım son 23 senelik İstanbul. Öncesinde sürgün memurlar gibi oradan oraya sürünmekle geçti hayatım.
İstanbul’a gelme ve şehri keşfetmeniz epey sonra... Ahmet Mümtaz Taylan’ın İstanbul’u nereleri?
Her yeri, her santimini anlamaya çalışıyorum. İstanbul’u anlamaya çalışmak aslında beş bin yılı anlamaya çalışmak gibi bir şey. Bu şehir çok katmanlı ve kadim bir şehir. 1453’te almış görünüyoruz ama hâlâ giremediğimiz yerleri var. İstanbul hâlâ teslim olmuyor. Sadece bize değil hiç kimseye teslim olmadı. Bin yıllar içerisinde kendini bir şekilde üstünde yaşayan insan topluluklarının her birinden korumayı başardı bir miktar. Bu şehri, bu şehirde yaşananları, kültürleri, kültürler arasındaki etkileşimi anlamaya çalışıyorum. Böyle bir öğrenme süreci bu tür bir merak taşıyan birisi için İstanbul bir memba. Ömür yetmez bu şehri anlamaya. Bu yolda ateşböceği gibi İstanbul’un etrafında uçup duruyoruz. İstanbul sadece yaşanacak değil gerçekten de aşık olunacak bir yer.
“Ara Toplam”ına baktığında kendine nasıl bir karne veriyor Ahmet Mümtaz Taylan?
Devamlılığı iyidir Ahmet Mümtaz’ın... Derstedir, arada bir ufka bakar tam anlıyor mu bilemezsin... Ama yolda olmaya özen gösteriyorum. Bir dönem burada bulunmuş olmayı hak etmiş olmak için peşine düştüğüm hiçbir konuda emeğimi esirgemeden gücümün, aklımın, irademin, tutkumun izin verdiği son noktaya kadar zorluyorum. O sınırı geliştirmeye çalışıyorum. Giderken daha az ağlamak için yapıyorum bunları. Keşkelerden mümkün olduğu kadar azade olmaya çalışıyorum. Neticede bunun sınırı kendi yeterliliğinizdir. Tekamülün çalışkan bir öğrencisi olmaya çalışıyorum.
Ahmet Mümtaz Taylan’ın Irmak Zileli’nin sorularına samimi cevaplar verdiği nehir söyleşisi “Ara Toplam” Kronik Kitap’tan yayımlandı.
“O karakterlerde deli morali var”
“Leyla ile Mecnun” TV tarihimizin en kült işlerinden biri. Herkes de o geminin yeniden gelmesini bekliyor. Nasıl bir bağ kurdu insanlar sizce? Ve geri dönecek mi?
“Leyla ile Mecnun”un yeniden çekilme ihtimali var. Bize de ne diyorsunuz dediler, herkes kendine göre cevap verdi. Ahenkli bir şekilde, tam kadro yapabileceksek niyetimiz var. Beni tedirgin edense aynı nehirde iki defa yıkanma meselesi... Bu zor bir iştir. “Yapmasanız mı acaba? O öyle mi kalsa?” diyenler var. Çok iyi anlıyorum. Benim içimde de böyle bir duygu var. Bir kısım seyirci de diyor ki: “Biz çok özledik, illaki yapın.” Onlara da katılan bir yanım var. Korka korka yapabileceğimizin en iyisini yapmaya çalışacağız eğer gerçekleşirse. Peki, seyirciyle arasında neden böyle bir bağ oluştu? Çünkü sürekli yenilen ama hiçbir zaman kaybetmeyen insanlar onlar. Birbirlerine aitler ve birlikte yaşamayı seviyorlar. Güçlüler bu nedenle. Her dalgada bükülebilir biraz nefessiz kalabilirler ama hiçbir zaman kaybetmezler. Çünkü o karakterlerde deli morali var. Türkiye’de yaşayan insanlarda da sürekli yenilip hiç kaybetmeme gibi bir devam iradesi olduğu için herhalde çok uyuştu.