20.08.2023 - 02:00 | Son Güncellenme:
Ceyda Ulukaya - 17 Ağustos depreminin üzerinden tam 24 yıl geçti. 11 ilde yıkıma neden olan Kahramanmaraş depremleri ise sadece 6 ay uzağımızda. İstanbul’u büyük ölçüde etkileyecek olası Marmara depremine ise her geçen gün yaklaşıyoruz. Uzmanlar deprem riskine dair uyarılarına devam etse de, yaşanabilecek büyük felakete ilişkin risk algısı büyük oranda azalmış durumda. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Bölümü’nden Prof. Dr. Ali Murat Vural, TÜBİTAK destekli ‘İstanbul Örnekleminde Depreme İlişkin Risk İletişim Modeli Geliştirme Projesi’ kapsamında elde ettikleri bulguları paylaşırken “İstanbul bu felaketi satın almış durumda” diye uyarıyor; çünkü geçtiğimiz yıl İstanbul’un 39 ilçesini kapsayacak şekilde 2 bini aşkın kişiyle görüşmeye dayalı araştırmalarından çıkan sonuç bu yönde. Peki 6 Şubat depremleri bu algının değişmesinde etkili oldu mu? Çalışmayı yürüten Prof. Dr. Vural’a İstanbulluların depreme ilişkin algı ve tutumlarını sorduk.
Çalışmanıza göre İstanbullular, kentte yaşanması olası depreme ilişkin nasıl bir algıya sahip?
Odak grup görüşmelerimizde katılımcılar olası İstanbul depreminin toplumsal bir kaosa sebep olacağını, ülke ekonomisine büyük zarar vereceğini ve toplum psikolojisinin olumsuz yönde etkileneceğini vurguladılar. Deprem özelinde en hassas oldukları konunun ailelerine ve sevdiklerine ulaşamama ihtimali olduğu ortaya çıktı. Buna rağmen depremin oluşturacağı olası hasarları azaltmaya yönelik önlem almadıkları tespit edildi. Tedbirlerin faydalı olacağı konusunda büyük oranda ortak görüş var ama depremden sağ kurtulma şansını kaderle ilişkilendirip teslim olmuş oran da çok yüksek. Herkes depreme yönelik bireysel önlem alınması konusunda hemfikir ama yapılması gerekenleri bakanlık ve belediyelerden bekliyor.
Yaklaşık iki yıldır devam eden ‘İstanbul Örnekleminde Depreme İlişkin Risk İletişim Modeli Geliştirme Projesi’ kapsamında, İstanbulluların yanı sıra sivil toplum ve kamu kuruluşlarıyla görüşmeler, medya incelemeleri yürütülüyor. Çalışma bu yıl sonunda tamamlanacak.
Bu algı ve tutumlarda 6 Şubat depremlerinden sonra anlamlı bir değişiklik oldu mu?
İstanbul halkının aklında deprem var, bu gerçeğin farkındalar ama depremi hatırlasalar dahi önceliklerine almıyorlardı. Bence halen de böyle. İstanbul’un günlük yaşam ritmi ve burada yaşamanın sorunları o kadar büyük ki olup biten felaketler bile büyüklükleri ile doğru orantılı olarak, birkaç gün ya da birkaç hafta kalıyor. Hemen sonra o yaşamın ritmi tüm olası felaketlerin önüne geçiyor, unutturuyor. Deprem fikri İstanbulluların akıllarında ancak çok hızlı silikleşiyor.
İstanbul depremi diye bir kalıp var artık ama bu depremden depreme ortaya çıkan bir hatırlama, eleştirme, endişeye kapılma kalıbı. 6 Şubat depremleri de bununla bir kez daha yüzleşmeyi sağladı. Evet, artık ev seçerken yeni bina, sağlam zemin arayışı olduğu söylenebilir. İnsanların telefonlarına deprem ile ilgili uygulama yüklemelerinde, belki deprem çantası yapmalarında etkili oldu. Yine de araştırmalarımızda da sık rastladığımız bir cümle vardır: “Deprem olunca yakında hissediyoruz, deprem olmayınca uzakta” O yüzden deprem silikleştikçe, alınan önlemler de maalesef silikleşiyor.
İstanbulluların depreme ilişkin kabullenmişliklerini değiştirmek için nasıl bir yol izlenmeli?
Sağlıklı toplum, problemlerinin farkında olan toplumdur. Problemlerin normal olarak kanıksanması iyileşmenin ve değişmenin önündeki en büyük engel. Özellikle depremi kader görme eğilimi çok yüksek. İstanbul’da yaşanacakların farkında ve gereğinin yapılmasından yana herkes. Ne var ki yaşananları da kanıksamış durumda. Oysa bu kanıksadıkları durumun, tam da vatanın, bayrağın, milletin çöküşü de olabileceğini fark etse durumun da ciddiyetini anlamış olur diye düşünüyorum. İstanbul’un depreme hazır olması, fiziksel şartların iyileştirilmesi kadar kültürel ve iletişim yöntemlerine ilişkin değişiklikleri de gerektiriyor. Binanın taşıyıcılarını güçlendirmek kadar toplumsal kültürün alt yapısını elden geçirmek gerekiyor. Asıl sorun orada çünkü. Bir depreme hazırlanmayı, bir ulusal hedefe dönüştürmediğimiz, her bir kişiyi de bu hedefe ulaşmada bir taşıyıcı olarak görevlendirmediğimiz sürece, bu dava kazanılmaz. Bu yüzden mesele, bir memleket meselesidir.
Yarının İstanbul’u bu sergide
Depreme dayanıklı kentlerin nasıl planlanması gerektiği konusunda yol gösterici çalışmalardan biri de Salt Beyoğlu’nda gösterimi devam eden “Yarının Depreme Dayanıklı Şehirleri” sergisi. Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü Deprem Mühendisliği Ana Bilim Dalı ile Pattu Mimarlık iş birliğiyle hazırlanan serginin, 27 Ağustos’a kadar Salt Beyoğlu’nda sergilendikten sonra, İstanbul Planlama Ajansı bünyesinde ziyarete açılacak. Sergiyi, aynı zamanda projenin yöneticileri olan, Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü’nden Prof. Dr. Eser Çaktı ve Dr. Emin Yahya Menteşe anlattı.
Prof. Dr. Eser Çaktı
“İstanbul’un tüm ilçelerini dolaşmasını istiyoruz”
Sergi, 2019’dan bu yana yürüttüğümüz, deprem riskinin kontrol altına alınması konulu ‘Yarının Şehirleri’ projesinin bir parçası olarak hayata geçti. Bu projede risk iletişimi özel bir yer tutuyor. Bilginin kamuya doğru ve doğrudan aktarımı için bu tip sergiler en önemli yöntemlerden biri kanımızca. Birçok bilgiyi basitleştirerek, sadeleştirerek ifade etmeye çalıştık. Üç boyutlu yapı modelleri ve maketlerle yapılan yanlışları vurgulamaya, doğrusunu göstermeye gayret ettik. Gördük ki insanlar bu ürünlere dokununca, yakından inceleyince, iletmek istediğimiz bilgi çok daha anlaşılır hale geliyor ve mesaj kalıcı oluyor. Serginin İstanbul’un ilçelerini ve başta Marmara Bölgesi olmak üzere Türkiye’nin diğer kentlerini de dolaşmasını çok önemsiyor ve arzu ediyoruz. Modüler olarak tasarladığımız bir sergi olduğu için içeriği başka kentlere adapte edebiliriz.
Dr. Emin Yahya Menteşe
Risk analiziyle geleceği planlamak için
Sergiyi, dört ana başlık etrafında, risk odaklı şehir planlamayı temsil edecek bir akış ile tasarladık. Öncelikle insanlara depremin ne olduğunu anlatmamız gerekiyordu. Deprem 101 bölümü bu amaçla tasarlandı. Ardından depremin bugüne kadar hayatımızı nasıl etkilediğini deprem kronolojisi bölümünde çalıştık. Burada verdiğimiz en temel mesaj şu: Deprem bu topraklarda hep vardı ve de olacak. Peki biz deprem ile nasıl mücadele etmişiz ya da edememişiz? Afet riskini azaltmak için birçok kanun ve yönetmelik çıkmış. Hangi mevzuat hangi amaçla çıkmış, hangisi faydalı, hangisi değil bunları sergiledik. Burada imar afları gibi temel yanlışlar var. Ama bir de uygulama tarafı var. Kanun ve kuralları nasıl kötü uygulamışız; yanıtını çeşitli maket ve simülasyonlarla göstermeye çalıştık.
Son bölüm ise doğrudan gelecekle alakalı: Bu şartlar altında gelecekte ne yapacağız sorusuna yanıt arıyoruz. Bunun için bir planlama oyunumuz var. Gelecekte nasıl bir kent görmek istersin sorusu üzerinden insanlara yetki veriyoruz. Magnetler ile yeşil alan, binalar, ticaret alanları vb konumlandırıyorlar. Son kısımda ise risk analiz modülümüz var. Aldığımız kararların nasıl etkiler doğurduğunu hesaplıyoruz: Hasarlı binalar, can kayıpları, sağlık hizmetlerine erişimde problemler gibi... Bunu basitleştirerek anlatmaya çalışıyoruz.