02.02.2020 - 07:00 | Son Güncellenme:
BUKET AYDIN - PAZARDAN PAZARA
Ünlü ailelerin çocuklarına hep üzülmüşümdür. Hele bir de anne de baba da çok başarılı isimlerse çocuk için hayat cehennem olur. Küçük yaştan itibaren beklentiler yüksektir. Ama işte “Şunun oğlu bunun kızı o yüzden şanslı” denilerek her başarıları küçültülmeye çalışılır. Bunun ülkemizdeki en büyük örneklerinden biri kuşkusuz Kerem Alışık. Babası Sadri Alışık, annesi Çolpan İlhan, dayısı Attila İlhan… Hepsi birbirinden önemli hepsi birbirinden başarılı. Bu aileden çıkıp kendini ispat etmenin zorluğunu da dibine kadar yaşamış bir isim Kerem Alışık. Ama bu savaştan galibiyetle çıkmayı da başaranlardan. O sadece iyi bir oyuncu değil ülkemize tiyatro anlamında da çok önemli oyunlar kazandıran bir isim. Kerem Alışık ile “Bir Zamanlar Çukurova”dan “Amadeus”a ailesinden özel hayatına kadar her şeyi konuştuk. Keyifli okumalar. İyi pazarlar...
2 sezondur devam devam eden “ Bir Zamanlar Çukurova”da oynuyorsunuz. Çok da sevilen bir iş, nasıl gidiyor?
Çabanın, emeğin, akıtılan terin olduğu yerde başarının gelmesi hepimizi umutlandıran,gururlandıran, mutlandıran bir hadise. Başarmayı Montaigne “Denemeler” de şöyle açıklıyor; 4 tane ana kural var; sevmek, bilmek, çalışmak ve cesaret etmek. Bu tam da hem bizim dizinin hem de emek verilen bütün işlerin özeti aslında. Bu işi iyi bileceksin, iyi analiz edeceksin, çok seveceksin, çok çalışacaksın ve hiçbir şeyden korkmadan denemeyi göze alacaksın.
Oyuncuların hepsi uzun çalışma saatlerinden şikayet ediyor. Bazı oyuncular internet platformlarına yöneldi. Sizin bakışınız nasıl?
Ben de aynı doğrultudan bakıyorum çünküşartlar ağır. 150 dakika dizi süreleri çok.
Bu hep böyle gidecek mi? Yoksa kendi kendini mi bitirecek televizyon dizileri?
Bu arz talep meselesi. Şimdi bu 150 dakika herkese çok. İnsani şartları zorlayıcı koşullarda çalışılıyor. Oyuncular sahnesi olduğunda setteler, oynuyor ve gidiyorlar. Bir de bütün sahneleri çekmek zorunda olan emekçiler var. Bir iş özetiyle beraber bütün bir prime time’ı, 3 kuşağı kaplıyor. Dizilerin artık matematiği bu.
“Aslolan hikaye; hikayeniz sağlam olacak”
Eskiden ünlü oyuncuların başrol olduğu diziler hep tutardı ama artık o da olmuyor. Neden sizce?
Aslolan öyküdür, hikayedir. Bir projenin insanları kucaklama, sarma, içine alma faktörü hikayedir. Bu daha önce de böyleydi şimdi de böyle. Şimdi daha anlaşılır hale geldi diyebiliriz. Oyuncu hikayede yorumlayan, karakteri sevdirmeyi amaçlayan, birtakım yaratıcılıklar katan bir figür. Çok güzel hikayeler yazılıyor, bazı hikayeler seyirciye çok geçiyor, bazıları geçmiyor, bazılarını anlamıyor seyirci anlatım dilinde yetersizlik oluyor. Türlü türlü sebepleri var bunların. Ama artık sinema da televizyon dünyası da şunu anladı; aslolan hikaye. Hikayeniz sağlam olacak.
Var mı takip ettiğiniz başka bir dizi?
Vallahi ben kendi dizimi bile yayın sırasında seyredemiyorum, bir de benim kişisel anlamda tiyatro oyunum da olduğu için. İstanbul’a gelince sağ olsunlar 2 gün boş buluyorlar, 2 gün oyun koyuyorlar. Ben buraya geliyorum, “Esaretin Bedeli”ni oynuyorum, gecesinde tekrar sete dönüyorum. Çok yorucu. Onun prova dönemi vardı, diziyle çakıştı. Ben sabah 6:00’da Esaret’e çalışıp, 7:30’da sete gidip, Fekeli’yi oynadığımı biliyorum. Şimdi deİstanbul’a gelince oyuna gidiyoruz. Bir de ayrıca bizim prodüksiyonumuz olan “Amadeus”u çıkardık. Çok az bir vakit kalıyor. Onu da okumaya ayırıyorum. Küçüklüğümüzden beri bizde okuma saati vardı. Anne baba derdi ki; “Okunacak!”Koşullu büyüdüğümüz için oradan alışkanlık olduğu için…
O zaman istemiyor muydunuz okumak?
Ne diyorsun; aklım topta; futbola gideceğim çünkü. Önceleri kaytarıyordum, sonra dedim ki, bu 2 saatte okunacaksa okuyayım. Bilmenin başarıdaki önemi okumaktan geçiyor. Okuyan insan düş kuruyor, düş kuran insan düşünüyor. Düşünen insan soru soruyor, soru soran insan birey oluyor. O zaman kendini fark edebiliyorsun. Farkında olursan farklı olursun bu hayatta. Senin farkındalığını yükselten durum ya okumak, o zaman diyorsun ki Allah razı olsun, iyi ki bana bunu yapmışlar, iyi ki ben okumuşum.
Attila İlhan dayınız; zaten sizin hiç kaçarınızda yokmuş?
Yoktu oraya düşecektik zaten. Ama yaratıcılığınızı tetikleyen, yaratıcılığınızı yükselten, mesleki anlamda size hizmet eden şeyleri farkında olup veya olmayarak biriktirdiğiniz şeyleri okumaya borçlu olduğunuzu anlıyorsunuz. 3 şey var yapacağımız; okuyacağız, izleyeceğiz, gözlemleyeceğiz. Bu bizi donatan, bizim bütün algılarımızı açan ve yaratıcılığımızı tetikleyen en önemli unsur. Bu bilginin birinci şartı, bir diğeri de hafıza. Bildiğiniz şey kafanıza girenler değil, ağzınızdan çıkanlar. Siz unutursanız ne çıkacak ağızdan. Onu da kullanmayı anlıyorsunuz zaman içinde. Sen Attila İlhan dedin, işte Attila İlhan öyle biriydi. 30 sene önceki hadiseyi, ismi, cismi sor tak söyleyebilecek bir dehaydı. Zweig der ya“İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar” kitabında; “Herkesin yıldızının parladığı anlar vardır. Deha onu kullanandır”. Zekâyı taşımak yetmez, kullanmak lazım ya Attila İlhan öyle bir adamdı. Hafızası inanılmaz boyutta bir adam. Gördüğünü alıp koyan, okuduğunu kafasının bir yerinde tutan ve onu yeri geldiğinde çıkaran.
Siz Sadri Alışık’ın oğlusunuz, Çolpan İlhan’ın oğlusunuz, Attila İlhan’ın da yeğenisiniz. Ama bir şekilde Kerem Alışık oldunuz. Kendiniz olabilmek nasıl bir süreçtir.
Ayrıca şu da bir gerçek; hepsi de mesleklerinin en iyileri. İnsanın hayata karşı ödevi yaşamak ya; böyle bir aileye mensup olmak iki defa yaşamak, iki kere doğmak. Kendini kanıtlama uğraşı, sağlam durabilmek, her şeye göğüs gerebilmek, o gölgelerin kendi gölgelerin olmadığını anlatabilmek ve kendi gölgeni oluşturabilmek. Ben çok muharebe kaybettim ama harbi kazandım, savaşı kazandım. Mutluluk mutlu etmek için kederi bekler ya, Schiller “Istırap çekmemiş ruhlar saadetten anlamaz” der, ben bu dayakları çok yedim hem de bel atına vurularak yedim. Bir şey daha söyleyeyim böyle bir aileye mensup olmak bir de kötücül, kıskanç bir bakış açısı da getiriyor tanımadan, önyargıyla. Bu şanslı adam bu kötü olsun gibi bir antipati de yaratıyor. Ben iyi not alırdım imtihanlarda ilkokulda yatılıydım; millet derdi ki, “Tabii o Sadri Alışık’la Çolpan İlhan’ın oğlu ona 5 verdiler, 10 verdiler” ne alakası var. Ben çalıştım ben aldım. Şu an bana bu soruyu sorduğun için ben bu zaferi kazanmış hissediyorum kendimi. Ama ne kadar zaman aldı, ne kadar büyük bir mücadele. Omuzlarımızın üstünde taşıdığımız yüke, sorumluluğa bak. Umutlarımızın büyüklüğüne bak ki ben bu umudu hiç kaybetmedim. Yapacağım ben, inanıyorum ki bu insanlara kendimi anlatacağım ve görecekler isteği, umudu bugünleri yaşamama neden oldu. Diyor ya Cemal Süreyya; “ Kapatma kitabın kapağını umut belki gelecek sayfada”. Ben o umudu hep besledim ve inanıyordum. Kendinize inanırsanız başkaları da size inanır. Şans insana bütün nimetleri verirama onu tatmak için burun gerekir ya…Kendime de haksızlık etmeyeyim, kendi çabama, emeğime, yeteneğime. Direndim, tutundum. “Direnmek yaşamaktır” Mevlana söyler.
Kaç senedir oh çektiniz?
“Frankenstein”la başlar. Oradan sonra sustular. Şimdi oyna desen oynamam. Deli işiydi. Nefes nefeseydim her oyunda. Benim ömrüm bu mücadeleyle geçti. Oh çektim ama yine mücadeleme devam ediyorum. Şu anda yakın planı çekilmiş oyuncu rahatlığı var. (kahkahalar)
Oğlunuz oyunculuk yapıyor mu?
Sadri şimdi yavaş yavaş pişiyor, oyunculuğa girdi. Buraların mutfağından yetişti. Eğitimini aldı. Şimdi her işin başında, koşturuyor. Hem idare anlamında hem sanatsal bakış açısı anlamında. Çok büyük yükümüzü aldı. Yetişiyor yani. Dizide de benim yani Fekeli’nin gençliğini oynadı. O da armut ağacının dibine düştü.
Aynı zorluklardan geçer mi sizin gibi?
Şimdi bakış açısı biraz değişti. Bana oldu olan biraz. Anladılar ki orası başka burası başka. Attila İlhan’ın yeğenisin diye Attila İlhan’la senin şiirini niye kıyaslasınlar ki? Herkes kendine göre bir şey yazıyor. Attila İlhan daha üstü yok ki onun. Senin dayın Attila İlhan ne yapacaksın ki? Sen şiir yazınca senin şiirini Attila İlhan’la kıyaslıyorlar mı? Yok.
“Tiyatrolar da kendilerini temize çekti”
Sizin tiyatronuz da çok uzun zamandır açık son dönemdeki tiyatro izleyicisiyle ilgili ne düşünüyorsunuz?
25 yıl oldu bizim tiyatro kurulalı. Eskiden detiyatro izleyicisi vardı ama son 3-4 yıldırinanılmaz bir boyutta. Sinema izleyicisindeki azalma da belki tiyatrodan. Biliyorsunuz gişeler eskisi gibi değil. Tiyatroda nefes var, insan var, seyirci beğendiği oyuncuyu orada canlı canlı izleyebiliyor. Şimdi şu da arttı tiyatro da; iki kalas bir heves dekor kuralım oynayalımdan çok, görselliğe hizmet eden çok daha iyi oyunlar çok daha kaliteli oyunculuklar ve rejiler var artık.
“Amadeus” da büyük bir proje değil mi?
Bu anlamda “Amadeus” son zamanlarda özel tiyatrolar anlamında yapılan çok cesur yürekli, büyük ve haşmetli bir proje. Biz mesela bu konuda bir örnek oluşturduk, rol model olduk. Dedik ki; “Özel tiyatro Amadeus Mozart gibi bir dönemi anlatan oyunlar da koyabilir. İki büyük müzisyen arasındaki kıskançlık ve çatışmalarından oluşan ama fevkalade güzelbir draması olan bir öyküyü anlatabilir”. Oyunda aryalar söyleniyor, sopranolar var, canlı çalınıyor. Büyük prodüksiyon... Bunlar devlet tiyatroları veya ödenekli tiyatroların yapabildiği projeler. Biz de bu kapıyı açtık. Seyirci de oyunlara, emeğe öykünüyor, geliyorve izliyor. Önemli bir prestij, bunun hakiki mutluluğunu yaşıyoruz şu anda. Tiyatrolar da kendilerini temize çekti. Çok daha iyi hizmet sunuyorlar. Sağ olsun seyirci de geliyor, hiç yalnız bırakmıyor.
Nasıl oldu acaba bu?
Tiyatronun önemini kavradı halkımız. Oyunlar bunu tetikledi. Bu yeni olan bir şey değil. Hiçbir şey yeni olmuyor ya; karı koca tuzla karabiberden kavga edip ayrılıyor ama o ayrılığın geçmişten ne kadar birikimi var aslında. Tiyatro da bu çabanın, emeğin ürününü aldı. Biz 50 kişilere oynadık ilk çıktığımızda. Şimdi 1050 kişilere sığamıyoruz. Biz seyircimizi tek tek biriktirdik, damla damla biriktirdik. Bunun gibi bir sürü tiyatro insanı böyle yaptı ve şimdi bunun dönüşünü alıyor. Halkımız bunu nihayet anladı; tiyatro insanı onarıyor, tiyatro insanı tedavi ediyor. Size bir şey söylüyor. Sanat neden doğar? Haksızlıkları görüp yansıtma arzusundan doğar. Toplumcu gerçekçi yazarlar bir şey görürler ve onu söylemek için bir öykü, bir şiir kaleme alırlar. Tiyatro bunları en iyi anlatan sanat. Seyirci de burada gülmek istediğine gidiyor, anlamak istediğine gidiyor, görsel bir şölen olarak izlemek istediğine gidiyor. Seçiyor ve gidiyor. Bu bizim gibi tiyatroya ömrünü veren, tiyatrodan beslenen insanlar için müthiş bir mutluluk.
“Amadeus tiyatro için bir devrim niteliğindedir”
“Amadeus”a ilgi nasıl? Okan Bayülgen ve Selçuk Yöntem gibi çok değerli oyuncular oynuyor. Oyuncu seçimleri nasıl oldu?
Okan’ın önermesi benden geldi, Selçuk Abi’nin de. Çok değerli bir yönetmenimiz var Işıl Kasapoğlu onunla da oyuncularla ilgili mutabık kaldık. İzleyince göreceksiniz zaten Okan Mozart’ı çok çok iyi oynuyor. Selçuk Abi de şahane. Çok mutluyuz. Şu anda Şubat biletleri de Mart biletleri de bitti.
- Çok büyük prodüksiyonlu oyunlar kar edebiliyor mu?
Bizim kazanmaktan anladığımız şu; her sene iki üç oyunlu repertuvarımızı yapabilelim; bu bizim için kazanmak. Bu döngüyü sürdürebilmiş olmak, bunu 25 yıldır yapabiliyor olmak bizim için kazanç. Biz yat, kat peşinde değiliz. Tüccar da değiliz, bu işlerden de anlamayız. Ama biz sanatı hep sürdürebiliyor olmaktan mutluluk duyuyoruz. Bu elimizde kaldığı sürece kazanıyoruz demektir. “Amadeus” çok büyük bir yapım. Türkiye’de özel tiyatroda yapılmış bilmiyorum “Alice Müzikali”nin maliyetini ama kendi adımıza tiyatro olarak söylüyorum en bütçeli oyundur. Adeta bir devrim niteliğindedir. İlk defa bir özel tiyatronun bu bütçede bir oyunu hiçbir mali destek almadan yapması. Ekip 62 kişi.
Nasıl karar verdiniz?
Oğlum Sadri’yle arkadaşı Cemil Demirol yürüyorlar. Bu çocuklar bu işi beraber yapıyorlar. Londra’da yürürken, NationalTheatre’da “Amadeus” oynuyor. “Yapılır mı?” diye düşünüyorlar. Biz daha önce orada “Frankenstein”ı görüp yaptık. Dedim ki; Niye yapılmasın… Yaparız… Yapabiliriz diyorsak yaparız… Cesaretimizi, deneyimimizi koynumuza aldık ve yaptık. Onun için diyorum cesaret bu işlerde önemlidir.
‘Çaya kaç şeker atayım?’ diye soran biri olmalı”
Özel hayatınızla da zaman zaman çok konuşuluyorsunuz.
Yok canım konuşulduğum falan yok. Ben yalnız bile değilim. Eskiden yok ben yalnızlığımı yalnız bırakmam diyordum. Şimdi fikrimi değiştirdim. Bakıyorum da insanın evinde “Çaya kaç şeker atayım?” diye soran biri olmalı. Bir can yoldaşı lazım insana. Paylaşım çok önemli çünkü. Duvarla paylaş olmuyor, kendinle paylaş olmuyor. İçine atıyorsun ama içinden atamıyorsun. Bir sırdaşın, bir danıştığın, iyi kötü bir konuştuğun, set bitince gideceğim, onunla çorba içeceğim dediğin biri olmalı.