Pazar“Çok acımasız bir dünyada yaşıyoruz”

“Çok acımasız bir dünyada yaşıyoruz”

29.03.2015 - 02:30 | Son Güncellenme:

Melis Birkan’ın ilk tiyatro oyunu “Bira Fabrikası” savaş sonrası yaşanan bir güç mücadelesini anlatıyor. Birkan: “Çok acımasız bir dünyada yaşıyoruz. Sahnede de o çok acımasız dünyanın çok acımasız bir tarafını anlatıyoruz. Ama bunu güldürerek yapıyoruz”

“Çok acımasız bir  dünyada yaşıyoruz”

Genç, güzel, çok yetenekli bir dans öğrencisi... Dans ettiği bir etkinlikten sonra arkadaşlarıyla kahve içip sohbet ederken bir kadın beliriyor yanında, bir menajer... Kartını uzatıp “Beni mutlaka ara” diyor. Ve ortadan kayboluyor. Ertesi gün genç kız “Hayatta insanın başına böyle bir şey kaç kez gelir ki?” deyip kadını arıyor. Türkiye’nin önde gelen oyuncularından Melis Birkan’ın işte böyle, filmleri aratmayacak cinsten bir keşfedilme hikayesi var. Menajeri Özlem Durak “Çok uzaktaydı, karanlıktı... ‘Star ışığı’ demeyeyim, sevimsiz bir kelime... Ama orada ‘bir şey’ vardı ve insan bakmak istiyordu. Sadece güzel olduğu için de değil. Özel biri olduğunu hissediyordun, öyle bir enerjisi vardı” diye anlatıyor şimdi o günleri.

Haberin Devamı

Melis Birkan, Özlem Hanım tarafından oyuncu olmaya “ikna edildikten” sonra pek çok başarılı yapımda yer aldı. “Issız Adam”daki Ada rolü ona Sadri Alışık En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nün yanı sıra büyük
bir şöhret de getirdi.

Son olarak yakında TRT’de yayımlanacak dört bölümlük bir mini dizide (“Büyük Sürgün Kafkasya”) rol aldı Birkan ve kariyerinde ilk kez bir tiyatro oyununda oynuyor.
Bu ay sahnelenmeye başlayan, Moda Sahnesi’nin kara komedi türündeki yeni oyunu “Bira Fabrikası”nda hamile bir revü dansçısını canlandırıyor.

Birkan’la buluşacağımız kafeye doğru yürüyorum. Mekanın dışarıdaki masalarından birine oturmuş. Daha sonra renginin güzelliğine
ve gözünün neredeyse dörtte üçünü kaplıyor olmasına çok şaşıracağım gözbebeklerinin parladığını görüyorum uzaktan. Menajeri Özlem Hanım’ın da dediği gibi “Orada bir şey var ve insan bakmak istiyor”.

Haberin Devamı

Bugüne kadar neden bir tiyatro oyununda rol almamıştınız?

Ben iyi bir tiyatro izleyicisi olmaya çalışan biriyim, tiyatro izlemeyi çok seviyorum. İzlediğim oyunlar içinde “Bunda oynamak ne güzel olurdu” dediğim oldu, teklifler de geldi ama
ben izleyici tarafında olmayı tercih ettim bugüne kadar. Çünkü kendimi güvende hissedeceğim birileriyle çalışmaktı isteğim. İlk olacağı için neyi, ne kadar yapabileceğimi bilmiyordum. O yüzden “oluyor”u, “olmuyor”u bana net gösterebilecek bir yönetmenle ve ekiple çalışmaktı kalbimden geçen.

O yönetmen Kemal Aydoğan, o ekip Moda Sahnesi ekibi oldu. Nasıl kesişti yolunuz onlarla?

Moda Sahnesi’nin bütün oyunlarını seyrettim. Bazı oyunlara birkaç kez gitmişliğim bile var. Ekibi de oraya gide gele tanıdım. Kemal Abi’yle selamlaşıyorduk. Göz aşinalığımız fuayeden yani. Görürler de bir yerden bir şeyler olur diye düşünerek de gitmiyordum. Gerçekten oyun izlemeye gidiyordum. Bir gün Kemal Abi aradı ve bu rolden bahsetti. Teksti okudum, çok sevdim. Kemal Abi’ye “Her şey şahane ama ben altından kalkabilir miyim?” dedim. O da “Bana inan, olacak, ben Beyazbüyü’nün sen olduğuna inanıyorum” dedi.

“Almanca çalışmak işin en kabus kısmıydı”

Haberin Devamı

Oyunun yazarı Koffi Kwahule, Fildişi Sahili’nde büyümüş, Fransa’da yaşıyor. Oyun da bizimkinden başka bir coğrafyada, başka bir zamanda geçiyor gibi... Öte yandan tam da bugün, buralarda yaşadıklarımızı anlatıyor; savaş, kapitalizm, cinsiyetler arası güç mücadelesi,
şov dünyası...

Zamansız bir metin bu, evrensel bir şeyi anlatıyor. Karakterlerin nereden geldikleri, kim oldukları, ne yaptıklarıyla ilgili bilgimiz yok. Bir savaş var. Nerede, ne savaşı bilmiyoruz...

İnsan başka bir zamanda yaşasa ya da şimdi buradan kalkıp başka bir yere gitse bütün bunlardan kurtulabileceğini sanıyor. Oysa oyun ne zamansal ne de mekansal olarak bunlardan kaçış olmadığını gösteriyor...

Aynen öyle. Şunu anlıyor insan; çok acımasız bir dünyada yaşıyoruz. Sahnede de
o çok acımasız dünyanın çok acımasız bir tarafını anlatıyoruz. Ama bunu güldürerek yapıyoruz. Öyle olmasa kimse izlemeyebilirdi.

Böyle bir oyunda oynamanın duygusal karşılığı ne? Sahneden indikten sonra ne kalıyor insana?

Haberin Devamı

Her provadan sonra çok ciddi bir baş ağrısı kalıyordu bir kere. Çoğu zaman ciddi bir vicdan azabı kalıyor sonra... Biz pek çok şeyi oyunda kullanmak için öğrenik. Oysa hepsi ciddi, yaşanmış şeyler. İzleyicide de oyundan sonra acı bir tat kalıyor mu, kalıyor. Ama belki de kalması lazım.

Oyunda epey Almanca konuşuyorsunuz. Biliyor muydunuz?

Hayır. Kimse de bana sormadı rolü teklif ederken. Bir arkadaşımın annesi Alman, onunla çalıştım. Kelime ezberlemekle bitmiyor iş, ne dediğinizi bilmek, doğru tonlamak ve söyleyecekleriniz ezberlemek gerekiyor. İşin en kabus kısmı oydu. Ama oluyormuş.
Değişik bir tecrübe oldu.

“Dizi başka, sinema başka, tiyatro başka...”

Tiyatro sinemaya, televizyona benzemez, er meydanıdır derler ya... Öyle miymiş sahiden?

Başkaymış. Dizi başka, sinema başka, tiyatro başka... Zorluk oranları farklı. Her oyun günü aynı konsantrasyonla, aynı enerjiyle orada olmak, replikleri unutmamak, her seferinde aynı performansı göstermek gerekiyor tiyatroda. “Bunu bir daha yapayım” yok. Tiyatroyu zor yapan bu.

Haberin Devamı

Peki bir tadını aldım bırakmam durumu var mı tiyatro için?

O beni bırakmazsa ben tiyatroyu bırakmam. Bu işi çok sevdim çünkü. Çok ayrı bir tadı ve heyecanı var.

“Silahı üreten, insan. Birbiriyle dövüşen, insan...”

Çok güçlü bir kadın karakter Oyundaki Beyazbüyü. Bir iktidar sahibi olarak şiddet ortamında erkeksileşmemiş. Belki de olabilecek en kadın haliyle görüyoruz onu sahne üzerinde; hamile karnı, revü kıyafeti, topuklu çizmeleri, renkli, parlak aksesuarlarıyla...

Erkek egemen toplumda göze batacak şekilde var etmiş kendini. Bence doğru da yapmış. Güzellik, dişilik, doğurganlık... Bunlar her kadında olan şeyler. Ama bunları nasıl kullandığınız, bunları neye çevirdiğiniz değişiyor.

Hamileler ellerini sık sık karnına götürür, Beyazbüyü neredeyse hiç götürmüyor...

Özellikle öyle olmasını istedik. Yaşamadığım için bilmiyorum ama sanırım hamileler bebekle bir bağ kurmak için ellerini karınlarına götürüyor. Oysa Beyazbüyü’nün böyle bir bağ kurmaya ihtiyacı yok. Hamile kalmak istemiş, kalmış. Bu doğal durumu kimseye karşı kullanma gereksinimi de duymuyor.

“Doğurganlık en büyük silah” demişsiniz bir röportajda...

Doğal bir şey üreme. Ama o doğal durum sonucu ortaya çıkan şey savaşlara, felaketlere neden oluyor. Silahı üreten, insan. Birbiriyle dövüşen, insan. Ben Beyazbüyü’den çıkacak çocuğu çok merak ediyorum mesela. O güçten, o erk durumundan çıkacak çocuk da muhtemelen onun gibi olacak. O da bir altındakilere hükmetmek isteyecek...

“Sürekli popüler olanı kovalamak yıpratıcı, ben öyle mutlu olamam”

12 yıl olmuş oyunculuğa başlayalı. Bu süre içinde neler değişti, neler aynı kaldı?

Galiba o baştaki amatör, ne yapacağını bilmeyen ama bulmaya çalışan halim aynı kaldı. Her işe sıfır noktasından başlamak kendimize dürüst davranmamızı sağlıyor. “Bunu yaptım, bunu yaptım, bunu da kesin yaparım” demek hiç bana göre değil.

Ya sevmeseydiniz bu işi, şimdi nerede, ne yapıyor olurdunuz?

Başka bir şey denerdim. Ama ne olurdu bilmiyorum. Bu olmazsa başka bir şey yapamam diye düşünmedim hiç. Öyle bir sıkılganlığım yok hayatla ilgili. İnsan mutlaka başka bir şey bulur. Dans okuduğum için öğretmenlik mi yapardım bilmiyorum. İrili ufaklı işler de denemiştim zaten okuldan sonra. Çünkü dansa ilkokuldan sonra başlıyorsunuz. İnsanın mesleğine karar verebileceği bir yaş değil.

“Farklı şeyler deniyorum, bu aralar boks çalışıyorum”

Bu süre içinde şöhretle ilişkiniz değişti mi? “Issız Adam” döneminde zirve yapmıştı, herhalde sonra bir dönem azaldı... Bu dalgalanma nasıl etkiledi sizi?

İnişler ve çıkışlar bu işin dinamiği. Sürekli yukarıda olması da sürekli aşağıda olması da insana zarar verir. Şöhretin, mesleğin bir getirisi olduğunun bilincinde olup artmasına, azalmasına takılmadan anın tadını çıkarmak lazım. İçinde olduğum durumdan gayet memnunum. Bazen hiç kimsenin tanımıyor olması, görünmez olmak güzel geliyor, bazen de birinin tanıyıp bir şey söylemesi, fotoğraf çektirmek istemesi...

Hiç “Ben şimdi popüler oldum, bundan sonra da popüler olacağım işler yapayım” demediniz. Uzun süre ortalıkta olmadığınız oldu...

Sevmediğim şeyi yapamıyorum ben. Sürekli popüler olanı kovalamak yıpratıcı olur, ben öyle mutlu olamam, biliyorum.

Çalışmadığınız zamanlarda neler yaparsınız?

İki kedim var, onlarla ilgileniyorum. Haftada üç-dört gün spor yapıyorum. Pilates yaptım uzun süre. Şimdi farklı şeyler deniyorum. Bir hocamla boks çalışıyorum. Bir başka hocamla da başka antrenmanlar yapıyoruz; kinesis de var içinde, pilates hareketleri de var...

Dansı tamamen bıraktınız mı?

2003 mezunuyum, modern dans okudum. Okul bittiğinden beri dans etmiyorum. Güzel bir şey izlediğimde içim kıpır kıpır oluyor ama “Hadi ben de şöyle bir şeyde olayım” gibi bir hissiyatım yok.