Pazar‘Çok açılırsam özümü kaybederim’

‘Çok açılırsam özümü kaybederim’

23.06.2019 - 07:50 | Son Güncellenme:

Burcu Özberk: “Mahalle havasını seviyorum, bakkalı arayıp; ‘Abi bana şunu yollasana’ demeyi, enginarcı abiye ’Günaydın’ demeyi. Minimalizmi koruyamazsam, bu şekilde yaşayamazsam, çok açılırsam özümü kaybedermişim gibi hissediyorum”

‘Çok açılırsam özümü kaybederim’

Bu hafta Kanal D’nin reyting listelerini alt üst eden Yeşilçam filmleri tadındaki dizisi “Afili Aşk”ın Ayşe’si Burcu Özberk’le buluştuk. Özberk hem güzel hem yetenekli hem de mütevazı. Öyle ki sohbete “siz” diye başladık “sen” diye bitirdik. Sıcaklığı ve samimiyeti bir anda insanı sarıyor. Bence çok sevilmesinin ve başarısının sebebi de bu çünkü cici kızı oynamıyor; gerçekten öyle. Burcu Özberk’le hem diziyi hem de İstanbul’daki yaşantısını konuştuk. İyi pazarlar…

Haberin Devamı

-Şimdi çok klişe ama soracağım; sizi hep güzelliğinizle anlatıyorlar ama konservatuar çıkışlı bir tiyatrocusunuz aslında değil mi? Nasıl oldu bu sektöre girişiniz?

Ben küçüklüğümden itibaren zaten konservatuar okumayı çok istiyordum. Eskişehir’de büyüdüm ama orada okumak istemedim, Ankara’da okumak istedim, kendi ayaklarımın üstünde durayım istedim. Ankara’da okurken Erdal Beşikçioğlu’nun bir tiyatrosu vardı. Onun seçmelerine girdim, orada tiyatroya başladım. Sonra o sene tiyatro kapandı. Ve beni ajansla tanıştırmak istedi Erdal Hoca. Erdal Beşikçioğlu bana “Fizan’a gidiyoruz” dese de giderdim. Çok saygı duyduğum bir insan çünkü. Sonrasında İstanbul’a gittim, ajansla tanıştım. O sırada da “Muhteşem Yüzyıl”da Nurbanu karakteri için seçme yapıyorlardı. Nurbanu için daha ünlü bir isim istediler ama benimle de çalışmak istediler. Huricihan karakteri yazılıyordu. O role uygun görüldüm ve böylece sektöre girmiş oldum. Ben ne oluyor anlamaya çalışırken, kendimi İstanbul’da sette buldum.

Haberin Devamı
‘Çok açılırsam özümü kaybederim’

-“Muhteşem Yüzyıl” nasıl bir deneyim oldu?

Gerçekten muhteşemdi, okul gibi oldu bana. Bir de Halit Ergenç, Vahide Gördüm gibi usta oyuncuların yanı sıra genç kadro da çok iyiydi. Sadece şöyle bir zorluğu oldu; kamera bilmiyordum. Üçüncü kez tekrar çekiyoruz mesela benim yakınım çekiliyor, geneli var bunun, ikilisi var, yakını var. O kadar bilmiyorum ki hata yapıyorum ve benim yüzümden bir daha baştan alıyorlar zannediyordum. Oralar biraz zordu, o alışma süreci…

“Hedefim şöhret değildi”

-Eskişehir’de çocukluğunuz geçmiş, Ankara’da okumuşsunuz. Şimdi de İstanbul’da yaşıyorsunuz. İstanbul zorladı mı Ankara’dan sonra? Nasıl alıştınız?

İstanbul zorladı biraz. Eskişehir çok küçük bir şehir; her yere yürüyerek gidebilirsin. Ankara’da evimden konservatuvara, okula yürüme mesafem de yarım saatti. Ankara biraz daha büyük ama okuluma yakın bir ev tutmuştum. Sonra tiyatro oldu, tiyatroya da yürüyorum, her yere yürüyorum. Böylece kendime bir üçgen kurmuştum. O üçgen içinde gelip gidiyordum; çevrem belli, arkadaşlarım belli. İstanbul’a gelince tabii hayat çok hızlı akmaya başladı. O hıza alışmam biraz zor oldu. İnsanlar sürekli telaşlı. Metroya biniyorsun, metrobüse biniyorsun; ben binene kadar bir tur insan benden önce biniyordu mesela. İç Anadolu bölgesi daha farklı. Eskişehir’de zaten Eskişehirliler var. Ankara’da Ankaralılar. İstanbul çok farklı; bütün medeniyetler burada buluşmuş ve bunu da hissediyorsun ve yaşın verdiği küçüklükle, küçük bir şehirden gelmiş olmanın verdiği tedirginlikle biraz zorlandım ama alıştım.

Haberin Devamı

-Sanki her şey tesadüf olmuş, Instagram’da takipçi kasmamışsın, dizi oyuncusu değil, tiyatro oyuncusu olmak isterken dizilerde tanınmış ve ünlenmişsin. Böyle hedeflerin yoktu galiba?

Ben konservatuara girdiğimde, Hacettepe’yi kazandığımda o zaman “Deniz Yıldızı” diye bir dizi vardı ve onun yapımcısı Ankaralıydı. Beni sınavlara girerken görmüş: “Lütfen gel bizim dizimizde oyna, bir iş yapacağız sen onun başrolü ol” dedi. Dedim ki “Gerçekten böyle bir şey yapamam. Ben okul okumaya geldim, oynayamam”. O zaman ben üniversitede okurken kiramı babam yolluyordu ama geçinebilmek için her hafta sonu palyaçoluk yapıyordum, çalışmak zorundaydım. Televizyona gireyim, şöhret olayım, ünlü olayım değildi hedefim, sadece tiyatro yapmak istiyordum. 50 yaşıma 60 yaşıma geldiğimde saygı duysunlar istedim. İçimdeki en büyük his, en büyük dürtü buydu oyunculukla ilgili. Bir de Eskişehir Şehir Tiyatroları çok güzeldir. Bütün oyunlarına gittim ve çok farklı bir bağ vardır onlarla seyircinin arasında. Ankara seyircisi de farklıdır. Ankara oyuncuları, oyunları da farklıdır. Seyirciler alkışlarken, sahnede olmayı çok isterdim mesela. En büyük isteğim en büyük arzum buydu.

Haberin Devamı

“Bu döneme ait değilim gibi hissediyorum”

-Normal hayatında eskiye bir özlem duyar mısın? Mesela “Yeşilçam aşkları vay ne güzelmiş, artık yok” diye geçirir misin içinden?

Evet, duyuyorum. Ben zaten bu döneme ait değilim gibi hissediyorum bazen. Eskiden daha masummuş her şey. Yani şu anda gerçekten fastfood dönemi, tüket geç, tüket geç! Her şeyin daha romantik olduğu dönemde yaşamak isterdim.

Haberin Devamı

-Özel hayatınla da gündeme gelmiyorsun o da çok dikkatimi çekti. Göz önünde bir şeyler yaşamayı sevmiyorsun anladığım kadarıyla…

Doğru algılamışsınız çünkü küçük bir yerden geldim; anneannemle dedemle büyüdüm, onlar büyüttü beni. Nereden geldiğini hiç unutmaman lazım, ne yaparsan yap, ne olursan ol. Buraya İstanbul’a geldim 5 yıldır en iyi arkadaşım, tüm hayatımda da en iyi arkadaşım Hande (Erçel) oldu. Geldim ve bir arkadaş kazandım ve biz birbirimize sahip çıktık. İnsanlar diyor ki; “Neden Avrupa yakasına gelmiyorsun?” Fenerbahçe’yi seviyorum. Neden? Çünkü daha küçük. Mahalle havasını seviyorum, İşte bakkalı arayıp ‘Abi bana şunu yollasana’ demeyi, enginarcı abiye ‘Günaydın’ demeyi. Minimalizmi koruyamazsam, bu şekilde yaşayamazsam, çok açılırsam özümü kaybedermişim gibi hissediyorum o yüzden doğru görmüşsünüz.

“Artık hayalden çok huzurlu olmaya odaklıyım”

-Genel olarak bir hayalin var mı? Ne olsun istiyorsun bundan sonra?

Huzurlu olmak istiyorum, hayalim yok. Sevdiğim insanlarla huzurlu olmak istiyorum. Huzurum şu anda bu yaptığım iş “Afili Aşk”. Burada huzurluyum, yarın bu bir sahne olabilir, ertesi sene sahneden, oyunculuktan tamamen uzak kalıp, başka bir yere gitmek isteyebilirim. Bilmiyorum istediğim tek şey huzurlu olmak. Hayalden çok artık huzurlu olmaya odaklandım sanırım.

-İç huzurun var ama galiba senin?

Var, huzurluyum ben kendi içimde. Aslında çok enerjik bir insanımdır özellikle kendi arkadaş çevremde. Ama evde sakin sakin müzik açayım, manzarada bir kahve içeyim, bir şeyler okuyayım, dört tane kedi var evde onlarla oynayayım, yeter. Güzel bir huzur geldi. Bu sene özellikle büyüdüm. Hele ki iki kayıptan sonra; biri Hande’nin annesiydi biri de ablamın eşi, eniştem. Hayatta başka bir gerçeklik var, onu fark ettim. Onu fark ettikten sonra daha sakin ve daha huzurlu olmaya başlıyorsun.

-Ne kadar güzel bir arkadaşlığınız var Hande Erçel’le. Bu sektörde bu kadar güzel bir dost bulmak zor normalde ama sizin ki kolay olmuş gibi gözüküyor.

Evet, bulduk birbirimizi. İyi ki de bulmuşuz. Hande’yle bambaşka bir şey oldu, beraber tatile de gittik. Onlar aile olarak yemek yerlerdi, ben setten gelirdim “Hadi sen de gel” derlerdi. “Hadi kızım sen de gel, kızımız sayılırsın” derlerdi.

“Senaryoyu okuduğumda bu iş tutacak dedim”

-“Afili Aşk” nasıl gidiyor? Senaryoyu okuduğunda ne düşündün ne hissettin? Tutar dedin mi?

‘Çok açılırsam özümü kaybederim’

Deneme çekimine geldiğimde zor bir süreçteydim çünkü eniştemi yeni kaybetmiştim o zaman. O yüzden Bursa’daydım. Gerçekten sıcak bir işte oynamak istiyordum. Senaryoyu okuduğumda o havayı aldım. Bütün karakterlerin tutarlılıkları var. Önce yönetmenimiz Serdar Gözelekli hocayla ve Çağlar Ertuğrul’la tanıştım. Çok heyecanlandım ve “Olacak” hani inşallah olur değil, “Olacak, bu iş tutacak” dedim. Ben bunu “Güneşin Kızları”nda da hissettim ve sonra gerçekten hiçbir işimde bunu hissetmedim ve ilk hissettiğim de “Afili Aşk” oldu.

-Senaryo tanıdık sanki çocukluğumuzdan gibi…

Seyirci de mesela Çağlar’ı Tarık Akan’a benzetmiş, beni de Filiz Akın’a benzetmiş. Onların filmlerine benzetmişler diziyi. İnsanların bir de ihtiyacı var böyle işlere; çoluk çocuk otursun evinde izlesin.

-Çağlar Ertuğrul’la aranız, uyumunuz nasıl?

Çağlar çok komik ve zeki biri. Zeki bir çocuk olduğu için sahnelerde doğaçlamaya çok açık ve seni oyuncu olarak hep besliyor. Onunla oynamak çok keyifli. Hem birbirimizi motive ediyoruz hem birbirimize destek oluyoruz.

“Kanal D uğurlu kanalım gibi oldu”

-Esas tanınman “Güneşin Kızları”yla oldu değil mi? O süreç nasıl gerçekleşti? Instagram’da 3 milyon küsur takipçin var çok ciddi bir oran bu. Bir anda o ün, o şöhret neyi değiştirdi? Ne oldu?

“Muhteşem Yüzyıl”dan sonra Erdal Hoca (Beşikçioğlu) “Tiyatro yapman lazım” dedi. Tiyatro yapmaya devam ettim. Sonra “Güneşin Kızları” geldi ve çok etkilenmiştim senaryodan. Çok dinamik bir ekipti o da. Hatta dedim ki ‘Kanal D uğurlu kanalım gibi oldu’ sonra da “Afili Aşk” geldi çünkü. İki işi de çok sevdim, çok güzel bir enerjiyle başlamıştık orada da. Bu işte de gerçekten karşılığı güzel geldi. Gittiğimde anlamadım hani hep setteyiz, hep yoğun çalışıyoruz falan ama takipçi artıyor, mesajlar geliyor insanlar tanımaya başlıyordu. Galiba ben o zaman hep Ankara’ya gidip geldiğim için oyunum devam ediyordu çünkü çok fark etmedim ne olduğunu.

-Özel bir şey yapmadın yani sosyal medya için?

Hiç özel bir şey yapmadım. Moda’da oturuyorum; sahile iniyorum, yürüyorum. Hande (Erçel) ile çok yakındık, hala yakınız. O hemen benim iki sokak üstümde oturuyor, birbirimize gidip geliyoruz. Setten boş bulduğum zaman en fazla gidip alışveriş yapıyordum. Böyle bir hayatımız vardı ama zamanla fark ettik ki, insanlar bizi tanıyor, Ünlü olmak, şöhret olmak değil de tanınmak ilginç geliyordu. Bir de Araplar… Onlar da çok izlediği için bizim dizileri alışveriş merkezindeyken mesela ben, yanıma gelmeleri, beni tanıyor olması çok ilginç gelmişti.

-Çok ilginç gerçekten.

Evet, dün de modaya arabamı bıraktım yine İranlılar, Araplar vardı. Hemen tanıdılar. Onlarda da mesela farklı bir şey var çok sahipleniyorlar, bırakmıyorlar.