16.06.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:
SOFRADA BAŞ BAŞA / Yayına hazırlayan: AYDİL DURGUN
Ali Nesin benim en sevdiğim arkadaşlarımdandır. Böyledir diye her gün görüşür müyüz ya da günaşırı? Hayır. Bazen araya haftalar girer. Kendi işlerimizi yapıyor oluruz. Doğallıkla, Ali’nin ‘işleri’ deyince orada biraz durmalı... Babadır, kocadır, hocadır, Matematik Dünyası dergisinin yayın yönetmenidir, Matematik Köyü’nün ‘muhtarı’dır, Nesin Vakfı’nın -sorumluluklarını vakıf çocuklarına devretmiş olsa da- manevi babasıdır, Sevan Nişanyan’ın arkadaşıdır, daha neler neler... Epeydir “bir buluşalım artık” diyorduk ki Milliyet’in önerisi üzerine Nesin’lerin bahçesinde, iki sevimli küçük Nesin’in, Kuzgun ve Turna’nın, koşuşturma ve bağrışmaları arasında bir araya geldik. Çalışkan, sevimli Milliyet ekibinin işimizi kolaylaştırdığını da söyleyeyim. Bir daha ne zaman toplanırız bilmiyorum. Çünkü söyleşinin hemen ardından, Ali sırt çantalarını omzuna vurup Matematik Köyü’ndeki bir seminer için havaalanının yolunu tutuverdi. Birkaç hafta içinde ben de o tarafa gitsem mi acaba? Böylelikle Matematik Köyü’nün herkesi heyecanlandıran yeni kütüphanesini de görmüş olurum.
Ali Nesin: Gittin mi Gezi’ye?
Semih Poroy: Dün gittim. Dolaştım biraz, arkadaşlarım vardı, onlarla karşılaştık. Ortam çok hoşuma gitti.
Ali N.: Ortam olağanüstü değil mi? Hiçbir şey yapılmasın, böyle kalsın. Olağanüstü bir komünite.
Semih P.: Evet kesinlikle. Ve inanılmaz sinematografik bir görüntü. Bu haliyle orada filmler çekilmiş olsa çok hoş olur, ileride kullanılabilir.
Ali N.: Evet gerçekten göz yaşartıcı. Gaz yedin mi?
Semih P.: Yemedim maalesef, gazların olduğu sırada İstanbul’da değildim.
Ali N.: Gaz yememişsen hakkın olan gazın evine bağlanması için başvuruyorsun.
Semih P: Büyük ihtimalle bürokratik işlemler çıkar, bağlanmaz.
Ali N.: Borçlu çıkarım diyorsun. Ne yapacağız Başbakan’ı?
Semih P.: Bu Gezi Parkı meselesinde yönetimlerin hoyratça davranmaması gerekiyor. Çünkü oradaki nahifliği bir hoyratlıkla darmaduman etmeye kalktığı zaman Türkiye’nin tadı kaçar. Ama bunu yapmaktan kaçınacak bir yönetim kültürü oluşmadı.
Ali N.: Evet, geçenlerde onu söylüyordum; ben 18 yıldan beri yöneticilik yapıyorum ve yöneticilik hakkında anladığım bir şey var ki onu Tayyip Erdoğan’ın da anlamasını isterim: Yönetici hep haksızdır. Hiçbir zaman haklı çıkmaz. Yöneticilik haksız çıkma sanatıdır. Özellikle halka karşı haklı çıkamazsın; halk her zaman haklıdır. Yani türban takmak isteyen de haklı, türbana karşı çıkan da haklıdır. Çünkü onları mutlu etmek, onların kendilerini iyi hissetmelerini sağlamak senin görevin. Bir ülkede ne kadar mutsuz insan varsa o ülkenin yönetimi o kadar kötüdür.
Semih P.: Biraz da mizahi olarak söylenebilirse, hümanizması olmayan kişilerden hükümet kurmamalarını beklemeliyiz.
Ali N.: Bu kadar büyük yetki olduğu zaman, o yetkiyi doğru kullanmak lazım. Tayyip Erdoğan belli ki partide de çok yetkili, sayılan, sevilen birisi. Çünkü yüzde 50 oy almışlar. Yüzde 50 oy alan bir parti dağılır, ikiye bölünür. Solu çıkar, sağı çıkar, liberali çıkar, muhafazakarı çıkar... 10 yıl oldu, bu kadar yıldır da dağılmadıklarına göre demek ki bütün yönetimi elinde tutuyor; çok seviliyor, sayılıyor. Herkes hayran ona belli ki. Muhtemelen bunu da hak ediyor. Belli ki çok çalışan birisi ama galiba biraz dinlenmeye ihtiyacı var.
Semih P.: Bana da öyle geliyor. Çünkü tek parti iktidarlarının yanlışlarına düşülüyor gibi.
“Herkesin kabul edeceği bir öneri Gezi bilim parkı olsun”
Ali N.: İşin tuhaf tarafı; AKP nasıl geldi iktidara? Halkın bir kısmı aşağılanıyordu; “yobaz” deniliyordu, “sıkma baş”, “kültürsüz”, “cahil” deniliyordu. Aşağılanan bu halk AK Parti’yi getirdi. Şimdi aynı şeyi Erdoğan yapıyor, “ayyaş” diyor, ”tinerci” diyor, “öpüşmek olmaz” diyor. Kendi hayat biçimini dayatmaya başlıyor.
Semih P.: Tabii bu tip şeyler karşı tepkileri doğuruyor. Gezi Parkı olayları aslında biraz da kendiliğinden başlayan ve daha çok genç insanların katıldığı bir şeydi. Bu kuşak baskıyı çok bilmiyor. Dolayısıyla o baskıyı somutlaşmış şekilde gördükleri zaman çok rahatsız oldular.
Ali N.: Onlar için bir okul oldu Gezi.
Semih P.: Evet ve çok genç yaşta, çok ciddi bir kimlik edindiler. Onu çok önemsiyorum. Yani çıktılar ve kendi bireysel özgürlük haklarını yüksek sesle söylemeye başladılar. Sokak gösterileri meselesinde bütün dünyada çok aydınlık bir örnek oldu. Aynı şekilde polisin müdahalesi de dünya için çok karanlık bir örnek...
Ali N.: İnsanlara hakaret etmek, “çapulcu” demek, “kendini bilmez”, “marjinal” demek... Hakaret etmek bir tarafa, bir de onlara gazla, suyla saldırmak... Korkunç bir şey. İnanabiliyor muydun sen böyle bir şey olabileceğine? Bir defa Türkiye’de gençlerin böyle başkaldırabilecekleri aklına gelir miydi?
Semih P.: Yok, gelmezdi.
Ali N.: Bir de hükümetin bu kadar insafsız olabileceği, acımasız olabileceği...
Semih P.: Hükümetlerin mekanizma olarak böyle refleksleri var.
Ali N.: Ama bu kendi bacağından vurmak, bana öyle geliyor. Halk oylaması yapmak lazım; Tayyip Erdoğan oy kazandı mı, kaybetti mi bilmiyorum ama kaybetmiş olması lazım.
Semih P.: Bence de kaybetmiş olması lazım. Başka türlü olmaz. Onun bir siyasi faturası büyük ihtimalle görülecektir.
Ali N.: Aslında benim bir önerim var. Herkesin kabul edebileceği bir öneri, halk oylamasına falan gerek kalmayacak. Gezi Parkı’nı bilim parkı yapalım.
Semih P.: Ne güzel olur.
Ali N.: Harika olmaz mı? Yani aynen Matematik Köyü’ndeki gibi, heykeller, planetarium... Turistik cazibe de olur.
Semih P.: İster misin bu fikrini de halkoylamasına sunsunlar.
Ali N.: Kazanırız. Amerika’da şehrin merkezinde var üstelik böyle şeyler. Tabii sadece eğitime yönelik olmayacak, gerçekten park olarak da kullanılacak. Oylamaya falan da gerek yok, herkes de kabul eder gibi geliyor bana.
Semih P.: Bir de mesela bu Gezi Parkı meselesinde Başbakan “Orada direniş gösterenlerden kaçı bu parkı bilir? Vesile çıktı da oraya gittiler” diyor.
Ali N.: Doğru söylüyor ama.
Semih P.: Kaçı için doğru söylüyor?
Ali N.: Gençler için doğru söylüyor.
Semih P.: Orada insanların anıları var.
Ali N.: Ama gece girilmeyecek bir yerdi orası son yıllarda.
Semih P.: Onu söylemiyorum ama. Bayağı bir yıllardan bahsediyoruz bunu söylerken.
Ali N.: Evet, eskiden hoş bir yerdi.
Semih P.: Benim 4,5 yaşlarında orada, geyik heykellerinin önünde çekilmiş fotoğrafım var ki, İstanbullu değilim ben; İstanbul’a geldiğimizde ilk oraya götürürdü bizi ailemiz.
Ali N.: Bir de yeşil alan kalmadı. Geçenlerde ölen bir kadın, büyük bir araziyi belediyeye bırakmış park yapılsın diye Cihangir’de... Park yaptılar...
Semih P.: Ne güzel.
Ali N.: Otopark yaptılar ama.
Semih P.: İşte buyurun yani, park deyince ne anlaşılıyor Türkiye’de!
“Bence biber gazı zihin açıyor”
Ali N.: İki tane ders verdim parkta, Twitter’dan, Facebook’tan duyurdum. Lise öğrencileri, Matematik Köyü’ne gelmiş öğrenciler geldi heyecanla. Bir de aralarında gerçekten Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın söylediği gibi, tinerci, çapulcu nitelendirebileceğimiz, “hiçbir işinde akıl yoktur, bilimsel bir şey yoktur”diyebileceğim kişiler vardı. Dişleri yok, yıkanmamış aylardan beri, üstü başı perişan... Gerçek Gezi Park’lı, yerlisi. Soruları biliyordu bazıları ya da yanlış cevap veriyordı ama doğrusunu anlatınca anlıyor ve gülüyordu.
Semih P.: Müthiş.
Ali N.: Müthiş yahu. Gerçekten kimseyi aşağılamamak lazım. Önyargıyla yaklaşmamak lazım. Bir tanesi hele, bir genç çocuk; lisede bir kıza âşık olmuş, “Kız yüz vermeyince ben de buraya düştüm” diyor. Ama müthiş bir zekaydı, can kulağıyla dinledi, cevap da veriyordu; doğrusu anlayınca çok hoşuna gidiyordu. Ama her zaman yapmak istediğim bir şeydi bu. Kıskanırdım hep, şarkıcılar, türkücüler meydanlarda şov yapıyorlar falan... Bilimsel konuşmalarla şov yapamazsın tabii.
Semih P.: Ama sen güzel bir şey yapmışsındır orada büyük ihtimalle.
Ali N.: Birinci konuşma çok güzeldi. Verdiğim en güzel konuşmalardan biriydi. Yaşlı teyzeler, amcalar, pırıl pırıl gençler... Baharda ve sonbaharda her gün giderim oraya konuşmaya ben mesela, sen de karikatür için gidersin.
Semih P.: Bütün karikatürcüler olarak gideriz.
Ali N.: Ressamlar gider, heykeltıraşlar gider...
Semih P.: Yani biraz önce bahsettiğin bilim parkı da dahil olmak üzere ne kadar güzel, şenlikli mekan olur orası.
Ali N.: Hyde Park gibi... Düşüncelerini söyleyeceksin, sanatını icra edeceksin.
Semih P.: Ve düşünsene 16-17 gündür bütün dünya istinasız Gezi Parkı’nı konuşuyor. Zaten Gezi Parkı’nda öyle bir yer olması için her şey hazır. Dünyanın bildiği bir yer oldu. Oraya güzel bir şey yapacaksın ki devam etsin. Oraya kılıksız birtakım binalar dikmenin, insanlarla, gençlerle, doğaseverlerle inatlaşmanın, gerginleşmenin hiçbir anlamı yok yani.
Ali N.: Zaten eğer kışla yaparak tarihe geçeceksen, böyle yaparak 10 defa tarihe geçersin. Kışla yapsan ne olacak ki oraya?
Semih P.: Hiç yani. Ayrıca şunu hiç unutmayalım; bu, ‘çapulcu’dan “chapulling” diye İngilizce bir terim üretildi ve bütün dünya dillerinde gösterilerde kullanılacak büyük ihtimalle. Bu inatlaşan bir yönetimin arkasına bağlanmış bir tenekedir bence. Bunu çok fazla hak etmemek lazım.
Ali N.: Halkın mizah gücü müthiş değil mi? Bence biber gazı zihin açıyor. Gerçekten...
Semih P.: Aslında doğrusu ben de oralarda bulunsam çok iyi olurdu. Çünkü benim çocukluktan beri sinüzitim vardır, bana iyi gelebilirdi.
“Kütüphane neredeyse hazır”
Ali N.: Bu gece köye gidiyorum.
Semih P.: Kütüphanenin her şeyi tamamlandı mı?
Ali N.: Neredeyse... İnsanlara gösterecek bir kütüphanemiz var. Bir-iki raf, merdiven eksik. Mobilyalar eksik, paramız olmadığı için... Zamanla olacak.
Semih P.: ‘Göç yolda düzülür’ diye bir söz vardır, onun gibi. Peki, kitap kabul ediyor musunuz?
Ali N.: Kitap kabul ediyoruz ama tabii akademik kitaplar... Diğer kitapları da kabul ediyoruz da Nesin Vakfı’na ya da orada evlere, ortak yerlere koyuyoruz. Orada bayağı büyük bir kütüphane var aslında yani. Bu da devasa bir kütüphane oldu. Adını da Sevan Nişanyan Kütüphanesi koyduk.
Semih P.: Çok güzel, onun da
çok emeği var çünkü.
Ali N.: Evet, çok. Hem Şirince’ye yaptıkları hem köye ve Türkiye’de yaptıklarıyla doğrusu.
Semih P.: Zaten Matematik Köyü hem seninle hem Aziz
Nesin ile hem de Sevan’ın
ismiyle anılıyor. Sevan’ın büyük emekleri hep akıllarda.
“Haftaya Le Monde’da Gezi için mizah sayfası var”
Ali N.: Çok güzeldi geçenlerde karikatürün. Bu hani yukarıda
Tayyip Erdoğan var...
Semih P.: Eyvallah. Bu olaylarla ilgili haftaya Le Monde gazetesinde bir mizah sayfası çıkacak... Her hafta çıkan mizah sayfasını bu defa Gezi Parkı ile ilgili yapacaklar. Büyük olasılıkla yabancı çizerlerin yanında Musa’nın, Baruter’in ve benim de birer karikatürümüz olacak. Böyle durumlarda önemli olan galiba konuşmayı öğrenmek. Sertleşmekten çok, oturup konuşmak gerekiyor.
Ali N.: Bir Başbakan böyle bir şeye sevinmeli, insanlar ülkelerine sahip çıkıyorlar. Bak son seçimlerde oy verme oranı yüzde 90’dan fazlaydı. Bu gerçekten insanlar geleceklerine sahip çıkıyorlar demektir. Bence geçen seçimlerde halk kazandı. Halk, “benim bu ülkenin geleceğinde sözüm var ve oyum var” diyor. Şimdi oradaki insanlar da ülkelerine sahip çıkıyorlar. Başbakanın “bravo” demesi lazım.
Semih P.: Bir başbakanın en mutlu olması gereken an, halkının da mutlu olduğu an olsa gerek.
Ali N.: Neyse ki Twitter’ı kapatmadılar. O sonları olurdu.
Semih P.: Ortadoğu’daki pek beğenmedikleri kişilere dönerlerdi ki çok bıçak sırtı döndüler oradan.
Ali N.: Üzülecek bir durumdu. Bence Başbakan Tayyip Erdoğan bir ay boyunca gitsin bir tatil yapsın. Eşiyle birlikte Baden Baden mi olur, başka yer mi olur... Çünkü artık çok yoruldu, sinirleri yıprandı. Kolay değil.
Semih P.: Bir de bizde bütün siyasetçiler özellikle son dönemde bağırarak konuşuyorlar ve nerede mikrofon görseler konuşmaları gerek gibi hissediyorlar. Hayra alamet bir şey değil bu. Yani dediğin gibi böyle sakin bir yerde biraz dinlenseler, böyle ulvi, devlet görevi gibi şeyleri düşünmeden...
Ali N.: Bu vardı ya; iki dönemden sonra üçüncü dönem olmayacak... Onun yerine birinci dönemden sonra bir ay tatil. Zorunlu tatil...
Semih P.: Arada da sömestir tatili falan... Dinlenseler iyi olur.
Ali N.: Kitap okusalar hümanizm üzerine, demokrasi üzerine... Bir aylık hatta bir yıllık olabilir. Severse tatili...
Semih P.: Gazetelerde, köşelerde yazar ya “Yazarımız yıllık izninin bir bölümünü kullandığı için yazılarına ara vermiştir” diye. “Yıllık izninin bir bölümünü kullandığı için başbakanlığa ara vermiştir” (gülüyor).
“Her çizerde beyaz kağıt korkusu vardır”
Semih P.: Senin babanla mektuplaşmaların kitaplaştı ya, bazı kitaplarda da Aziz Bey yayımlamıştı bir kısmını. O yazışmalarda sen babana “desen kursuna gidiyorum” diye yazarsın. Tabii, senin resme olağanüstü bir yatkınlığın var. Hakikaten desenin oldukça güçlü. Hani, burada dedikodu yapmayım ama bazı ressamlardan çok daha güçlü desenin var. Ama bu sadece o kurslardan edinilmiş bir şey değil. Sen desen çok çalışıyorsun.
Ali N.: Fransa’da “cours du soir” diye bir şey vardı. Akşam kursları. Onun adı kurstu ama
kurs gibi değildi. Bir hoca vardı, model gelirdi, okullarda, akşam öğrenciler çıktıktan sonra müzik, şan, resim dersleri olurdu. Ondan sonra Amerika’da devam ettim. Yeteneğim yok aslında; eşek gibi çalıştım da ondan.
Semih P.: Ama seviyorsun sen resim yapmayı. Biraz sancılı oluyordur mutlaka...
Ali N.: Sancılı oluyor ya. “Allah’ım niye yapıyorum bunu?” diyorum. Çok korkuyorum bir defa. Yani, sen çok ustasın tabii, otomatiğe bağlamışsın sanki ama ben öyle değilim.
Semih P.: Ben de korkuyorum aslında.
Ali N.: Niye canım, sen beyaz sayfada tak tak tak çiziyorsun. Benim elim titriyor.
“Ben de biraz ağa sayılırım”
Semih P.: O, bir an önce kurtulayım diye beyaz kağıttan... Yoksa her çizerde beyaz kağıt korkusu vardır. Ben özellikle siyasal karikatür için “Bir karikatürcüyü tahrik eden şey bir siyasetçi değil boş bir kağıttır” derim hep. Boş kağıt gördüğün zaman ya korkarsın ya da korkunu yenmek için o kağıda bir şey çizersin.
Ali N.: Bir yandan bir şey yapmak istiyorsun, o dürtü var, bir yandan ödün patlıyor. O yüzden ben ne yaptım biliyor musun bir zamanlar? Baktım çok korkuyorum, bir gün önüme o büyük kağıtlardan aldım, elimi kömürledim, her tarafı kirlettim. Artık korkmayacağım dedim, zaten kirlendi kağıt!
Semih P.: Sergi de açtın sen epey. Güzel sergilerdi gerçekten ama özellikle bu Matematik Köyü çalışmaları falan derken...
Ali N.: Dergi var bir de. Üç-dört yıldır hiç desen yapmıyorum. Eskiden elimde kalem-kağıt olmadan dolaşmazdım.
Semih P.: Kimi akşam masalarında az mı portreler çizdik.
Ali N.: Dergiyi bırakıyorum ama bu yıl sonunda. 11 yıl oldu çıkaralı, hiç destek gelmedi. Tosun Terzioğlu zamanında TÜBİTAK destek verdi biraz, reklam verdi. Ama devlet?
Semih P.: Ve Matematik Dünyası derginiz, benim gibi ortaokul yıllarında, lisede matematikten sürekli korkmuş bir adamı bile matematiğe yaklaştırdı. Duygusal olarak yaklaştırdı; tabii matematiği disiplin olarak sevmek ayrı bir enerji gerektiriyor.
Ali N.: “Nasıl sevdiriyorsunuz matematiği?” diyorlar bana. Olduğu gibi anlatıyordum da seviyorlar. Nasıl sevdireceksin ki başka? Döve döve sevdirecek halin yok. Bazen köye gelen çocuklara “Okulda iyi misin?” diye soruyorum. “Yok” diyor, “Çok kötüyüm, matematik en kötü dersim. Hiç sevmiyorum.” “Kızım niye geldin? Zorla mı getirdiler?” “Yok, ben kendim istedim. Son bir şans vermek istedim” diyor.
Semih P.: Giderken nasıl gidiyor?
Ali N.: Ağlaya ağlaya... Kimisi, annesi-babası zorluyor gerçekten ağlaya ağlaya geliyor, ayrılırken üzüntüden ağlaya ağlaya gidiyor. Orada kendilerine saygı duyulduğunu görüyorlar. Çocuk yerine koymuyoruz onları. Orada yapılan evler, oturma yerleri, banyolar, sınıflar, ağaç altındaki o dinleme yerleri...
Her şey belli ki onlar için.
Semih P.: Geçen sene ben de bir seminer için köyde kalmıştım ya dört-beş gün, o ortamı yaşadım. Çok güzel oldu orası gerçekten.
Ali N.: Hayatımda yaptığım en güzel şey. Çünkü o çocuklar yazın hiçbir şey yapmıyorlar ki... Orada sorumluluk alıyor; bulaşık yıkıyor, hela temizliyor, patates doğruyor, bahçe suluyor. Çok hoşlarına gidiyor. Bir ağanın oğlu gelmişti bir gün. “Ben hela temizlemem” dedi. “15 gün boyunca sıçmazsan kabul,” dedim. Biz de ağa sayılırız biliyorsun (gülüyor).
Semih P.: Kocaman bir köyün var, evet.
Ali N.: Bayağı büyüdük. 120 kişi kapasitemiz.
“Adaletin tepetaklak olduğu bir ülke herkes için çok tehlikeli”
Semih P.: Biz seninle ilk ayaküstü tanıştığımızda Madımak Oteli’nin dumanları henüz tütüyordu hatırlıyor musun? Torbalı’daydık... Aziz abi ile gelmiştin sen, yurt dışından yeni geldiğin dönem. O Madımak olayının üzerinden 1,5 ay falan geçmişti. İzmir Torbalı Güz Şenlikleri’ndeydik. Aziz Abi’nin konuşması yine, bir kışkırtma olur gibi garip gerekçelerden engellenmişti. Fakat bizim karikatür, mizah üzerine konuşmamızın sonuna doğru soru sormak için mikrofonu almış ve bir güzel konuşmuştu.
Ali N.: Evet hatırlıyorum onu.
Semih P.: 91-92’ydi galiba,
değil mi?
Ali N.: Çok kötü yıllardı onlar. Türkiye’nin çok korkunç yıllarıydı.
Semih P.: Yani, oralardan iyi-kötü kavga ederek, siyasi atmosferi iyi-kötü normalleştirmeye çalışarak, bir 20 yıl kadar geliyorsun. Ondan sonra yeniden duvara çarpmak gibi bir şey çıkıyor karşına. Demek ki ders almak konusunda pek başarılı değiliz. Kendimize yapılanın başkasına yapılmamasını istemek gibi dürtülerimiz olmadığı zaman siyasette iyi yol almak ya da hızlı yol almak mümkün olmuyor. O zaman da sıkıntıyı herkes çekiyor.
Ali N.: Evet, gerçekten eleştirdikleri her şeyi kendileri yapıyorlar. Eğitimle beyin yıkamadan güç kullanımına, adaleti etkilemeye kadar...
Semih P.: En tehlikeli şey o, neredeyse. Yani adaletin tepetaklak olduğu bir ülke herkes için çok tehlikeli olur. Hatta onu isteyenler için bile çok tehlikeli olur.
Ali N.: Mustafa Balbay, zavallı dört yıldır hapiste.
Semih P.: Evet. Ben şunu düşünüyorum: Bu siyasal iktidar askerler konuştuğu zaman çok kızıyordu ve haklıydı. “Siyaset yapmak isteyen üniformasını çıkarsın ve yapsın” diyorlardı. Siyaset yapmak için siyasete girdi birileri, öyle ya da böyle milletvekili seçildiler. İşte siyaset yapacaklar ama salmıyorsun adamları, içerideler.
Bu da mizahi bir durum.