16.11.2014 - 02:30 | Son Güncellenme:
Mehmet Tez - mehmet.tez@milliyet.com.tr
Athena uzun yıllar dinlenecek bir albüm yapmış: “Altüst”. Belki bugüne kadar müzikal açıdan en sofistike albümleri bu. İlk kez bu kadar fazla klavye ve synthesizer kullanıyorlar. Gökhan Özoğuz ve Hakan Özoğuz’un başı çektiği grupta Emre Ataker (klavye), Umut Arabacı (bas) ve Sinan Tınar (davul), Athena’nın müziğini zenginleştiren yeni üyeler. Bence Athena’yı çok daha derinlikli, farklı bir boyuta taşımışlar.
Grubun prova ve kayıtlarını yaptığı stüdyoda buluştuk. Aynı zamanda hobi evi, müzik dinleme kulübü ya da şehirli bir organik tarım bahçesi gibi bir yer. Biber, patlıcan, kabak... Böyle ortamlarda muhabbet ettik.
Albümün adı “Altüst”. Kapakta bir dönme dolap var. Ne anlama geliyor sizin için?
Gökhan Özoğuz: Dönme dolap dövmesi yaptırmak istiyordum. Bakınıyordum. Bir gün kayıt stüdyosuna giderken kayboldum. Bir yerlere girdim ve karşıma bir dönme dolap çıktı ve gerçeğini bir anda karşımda bulunca etkilendim. Hayatta en üstte de olabilirsin en altta da; bunu ifade ediyor. Bir hayat döngüsü. Kabinin içinde de insanlar var, bir alttalar bir üstte. Hoşumuza gitti. Albümün adını da Umut önerdi. Albüm kapağı Emir Sarısaç tarafından Gürcistan’da çekildi.
“Gezi’nin patladığı günün ertesinde üç beste yaptım”
Üçüncü köprü inşaatı önünde poz veriyorsunuz. Bu bir mesaj mı?
Gökhan Ö.: Her şey çok net. Orayı bir daha hiçbir zaman o şekilde görmeyeceğiz. Fotoğrafın zamanda çok belli bir anı yansıtması bakımından da bu fikri ilginç bulduk. Değişimin ortası, tarihi bir an.
Hakan Özoğuz: Muhtemelen beş yıl içinde o fotoğrafta görülen her yer beton olacak.
Gezi dönemi sonrasında inişli çıkışlı, toplumsal ve siyasi açıdan hareketli bir dönem yaşıyoruz.
Olan biten sizi nasıl etkiledi?
Hakan Ö.: Gezi’nin patladığı günün ertesi üç beste yaptım. “Üç Lira Bir Anahtar” onlardan biridir.
Gökhan Ö.: Menajerimize “Bu olaylardan sonra Pasaj bizden mutlu bir albüm beklemesin çünkü bunu yapamayız” demiştim. Bu albümdeki şarkıların hiçbirinde güneş açmaz. En neşeli şarkıda bile buruk bir ton vardır. Bana kalırsa olanlar korkunçtu. Müzisyen olarak beşimizin de duyguları çok ön planda. Çevreden soyutlanmamız mümkün değil. Yalnız biz albümde bu konuda doğrudan bir cümle söyleyip mesaj vermeyi tercih etmedik. Albüme yayılan bir duygu var, bu şekilde düşüncelerimizi yansıttık.
Yaratıcılığı tetikliyor mu böyle dönemler?
Hakan Ö.: Tabii tetikliyor. Bütün alanları tetiklediği gibi. Müzik bunların içinde doğrudan etkilenen özel bir alan. Hayatımda çok şarkı yaptım ama o dönemki gibi art arda şarkı yazdığımı hatırlamıyorum.
Gökhan Ö.: Yeni arkadaşlarımız var. Sinan, Umut, Emre. İlk defa kafamızda bir hedef olmadan birlikte stüdyoya girdik. Besteleri çalmaya başladık. Kayıt zamanı gelip çattığında hâlâ hiçbir şey belli değildi. Sonra bir şey oldu.
Ne oldu?
Gökhan Ö.: Yine bir kayıtgünü, yine belirsizlik. Stüdyonun yan duvarında bir inşaat var. Bitişik duvarın öte yanından korkunç bir koku geliyor. Yerleri epoksi yapıyorlar, onun kokusu. Duramıyoruz. Yana gittik, ustalar kendinde değil. Maske falan takmamışlar, resmen “evde değil” adamlar. İçeride oksijen kalmamış. Herkes bir sersemledi. Döndüğümüzde stüdyoda aramızda konuşurken uyumuşuz. Uyandık ve her şey değişmişti. Ciddi söylüyorum. Albüm bir anda netleşti.
Hakan Ö.: Bazı şeylerin çözülmesinde bayağı yardımcı oldu. O gün sound çıktı. “Kalem” kaydedildi ve devamı da geldi.
Gökhan Ö.: Londra’ya gidip geldikten sonra çok şey değişmişti kafamda. “Pis” albümünün ardından, “Bundan sonra boşa sıkacak kurşunum yok” diye düşünüyordum. Gerçekten heyecanlanacağımız bir şey yapmak için uğraşmamız gerekiyordu. Bunu başardık. Sinan, Emre ve Umut’la benim şu ana kadar yaptığım en heyecan verici müziği yapıyoruz. Bu albümle Athena tarihinde başka bir sayfa açtığımızı söyleyebiliriz.
“Dikkatli kulakların fark edeceği hatalar var”
Geçen albüm iki kişiydiniz şimdi beş kişisiniz. Nasıl oldu
bir araya gelmeniz?
Emre Ataker: Aynı mahallenin çocuklarıyız. Zaten tanışıyorduk. Güzel bir uyum sağladık.
Sinan Tınar: Hepimiz eski kayıtları, analog sound’ları dinleyip seviyoruz. Bu albümün de o beğendiğimiz kayıtlara benzemesini, “zamansız” olmasını istedik.
Umut Arabacı: Dikkatli kulakların hemen fark edeceği hatalar var albümde. Biz bu şekilde kullanmayı tercih ettik. Hislerimizi ön plana aldık. Beğendiğimiz kaydı ellemeden bıraktık.
Gökhan Ö.: Birçok şarkı bir defa çalındı ve düzeltilmeden albüme girdi. Bir daha aynı çalamadık. Plak olarak da sınırlı sayıda basmayı planladık. Albümlerimiz arasında plağa en çok yakışacak albüm bu.
Umut A.: Birlikte epey yol yaptık ve zoraki müzik yapmak için bir araya gelmiş bir ekip değiliz. Herkesin katkıda bulunduğu bir albüm yaptık.
Mazhar Alanson’la çalışma fikri kimindi?
Gökhan Ö.: Uzun zamandır eski Türk sound’larını dinliyorduk. MFÖ de dahil 60’ların, 70’lerin ortalarına kadar gelen dönemde yapılmış natürel kayıtlı bütün müzikler üzerinde çalıştık. O dönemin tadını benimsedik ve albümde de yansıtmaya çalıştık. “Adımız Miskindir Bizim” hem içerik hem müzik açısından bizi çok heyecanlandıran bir parça. Duyduğumuz anda etkilenmiştik ve zaten yapmak istiyorduk. Stüdyoda takılırken de aklımızdaydı.
Gökhan Özoğuz: “Televizyondaki performansımla Athena’nın alakası yok”
Gökhan jüri üyesi olduğun “O Ses Türkiye” nasıl gidiyor, seni nasıl etkiliyor?
Müziğin içinde olduğum sürece kafama oturtabildiğim her tarafında olmaktan mutluluk duyarım. Ama benim televizyonda gösterdiğim performansla Athena’nın hiç alakası yok. Biri senelerdir yaptığım şey ruhumun bir tarafı. TV başka bir tarafı.
Sevdin mi peki televizyonu?
Çok başka geliyor. Biliyorsun orada arkadaşlar geliyor onlarla çalışıyoruz, şarkıları değiştiriyoruz. Orası benim için müzikle ilgili bir oyun alanı gibi. Türk televizyonunda bir “Let The Sunhine In”in farklı versiyonlarını çalıştırıp sunmak heyecan verici.
“Türk müziğini zengin buluyoruz”
Türkiye’de müzik dinleyicisi nereden nereye geldi size göre?
Gökhan Ö.: Yeni jenerasyon bir sürü yabancı konser izleyebiliyor. Kafalarında yeni bir kapı açılıyor. Bence inanılmaz bir kuşak geliyor. Bugün 14-15 yaşında olanlar bu birikimlerini bir sonraki kuşağa aktardıklarında çok değişik bir ortam oluşacak. Türkiye’nin müziğinin, kültürünün çok farklı yönleri çeşitli şekillerde ortaya çıkacak. Bu dünyaya da yansıyacak.
Siz de aslında Batılı görünen ama Türk dinleyicisinin dilinden konuşmayı bilen bir grupsunuz, katılır mısınız?
Gökhan Ö.: Evet ama gelecek kuşaklar bunu daha güzel yapacak. Biz arada kalmış bir kuşağız, gelecekte çok farklı olacak.
Hakan Ö.: Mayamızda var. Türk müziğini zengin buluyoruz. Bunu değişik şekillerde icra etmekten hoşlanıyoruz.
Umut A.: Şarkı sözleri de önemli. Gökhan bu toprakların dilinden konuşmayı biliyor.
“Platformlar insanı müzikten soğutuyor”
Dijital teknolojilerin ve imkanların müziği nasıl etkilediğini düşünüyorsunuz?
Gökhan Ö.: Spotify ve Deezer gibi platformlar insanı müzikten soğutuyor. Ben sadece şarkı ve liste dinlemekle müziğin bütün anlamını yitirdiğini düşünüyorum.
Sinan T.: Baştan sona dinlenecek albümler vardır. Benim için önemlidir bu. Eve gelip çayını koyar, müziğini dinlersin. Kulaklığını takıp yatağına uzanırsın. Bunun keyfini kaybediyoruz giderek.
Gökhan Ö.: Ben sevdiğim bir grubun plak ya da CD albümünü alıp dinlerim. Çünkü bunlardan aldığınız tadı dijitalden alamazsınız.