03.02.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:
“Sofrada baş başa”
Hazal Kaya: Yine gençleşmişsin.
Selçuk Yöntem: Doğru söyle, harbi konuş.
Hazal K.: Gerçekten... Berlin’deki halin vardı ya, onun gibisin şu an. Fotoğrafları buldum da geçen gün, çok güzel o fotoğraflar, ben ufacığım.
Selçuk Y.: Kaç oldun şimdi?
Hazal K.: 22’yim şu an.
Mekanın sahibi Ece Aksoy’un
tavsiyeleri ile şekilleniyor menü; başlangıç olarak
zeytinyağlı tabağı, “domatese kar yağdı” salatası geliyor.
Hazal K.: Yeni geldim Hollanda’dan, dün sabah...
Selçuk Y.: Beğendin mi?
Hazal K.: Şahane. Çok sevdim, çok soğuktu sadece. O beni çok yordu. Bayağı sete gider gibi içliklerle falan çıktık. Siz efendim, nereden yeni gelmiştiniz?
Selçuk Y.: Ben de İsviçre’ye gittim. Basel’de sınır kıyısında bir kasabada
Türk filmleri festivali vardı. Çok güzel ağırlandık. Seyircinin ilgisi muhteşemdi. Genç insanların amatör ruhlarının verdiği enerjiyi gördüm, çok takdir ettim. Seyircileri 20 bine ulaşmış. Yeni geldim oradan. Şimdi yarışma programımın çekimleri tekrar başladı. Sen ne zamandır çalışmıyorsun?
Hazal K.: Ben ekimden beri çalışmıyorum.
Selçuk Y.: Nasıl geldi bu dönem sana?
Hazal K.: Garip geldi. Şunu fark ettim; biz sette çalışan insanlar olarak, çalışmayınca ne yapılacağını bilmiyormuşuz. Sabah neye uyanacağımı bilmiyorum. Beş yıldır ben set programının üzerine kendi programımı inşa ediyordum hep... Günümü planlayamaz oldum mesela.
Selçuk Y.: Ama bir süre sonra güzel oldu mu birazcık dinlenmek, sabahleyin istediğin kadar uyumak, dostları ziyaret etmek, sosyal yaşama girmek, kendine zaman ayırmak...
Hazal K.: Müthiş bir şey o. Mesela bir dizinin tutmama ihtimali beni hep çok korkuttu. Şimdi başıma geldi ya, o kadar da kötü bir şey değilmiş, hepsi deneyim oluyor. O zaman benden bir soru...
Bu festivaldeki gençlerden bahsettin ya, amatör ruhtan; iki sene seninle çalışmış biri olarak diyebilirim ki o amatör ruh hep vardı sende Selçuk abi. Nasıl korunuyor o?
Selçuk Y.: Ne bileyim. Okuldan mezun olduğum zamanki enerjim, duygum, coşkum neyse, hâlâ onu taşıyorum. Bunu da fazla sorgulamıyorum. Beni herhalde bu diri tutuyor. Biraz da yaşama pozitif bakmak gerektiğine inanıyorum. Eminim sen de öylesin. İlk zamanlar biraz öyle
olmasan da...
Hazal K.: Ama ergendim Selçuk abi. 17 yaşımdaydım sete ilk girdiğimde, “Aşk-ı Memnu”ya. 18’inci doğum günümde set vardı.
Selçuk Y.: Evet doğru. Çok iyi hatırlıyorum. İnsan kendini 70’inde de, 80’inde de bırakmamalı.
“Küçükken dansöz olmak istiyordum”
Hazal K.: Geçen gün eski bilgisayarımdan fotoğraf ve videoları yeni bilgisayara kopyalamak istedim. Çıkan videolar fotoğraflar hep “Aşk-ı Memnu”dan. Ne komiklikler, ne gariplikler... Bir de mesela yağmur yağdı, dışarıda bir sahnede çok üşüdük. O, o an için sıkıntı ya, şimdi düşününce “bir daha üşüyelim” diyorum. O zaman da hep sen söylüyordun “Çok çok özleyeceksiniz, üşümeyi bile özleyeceksiniz” diye.
Selçuk Y.: Çünkü kolay kolay öyle bir buluşma olmayacak. Ben de çok özlüyorum gerçekten. Hilal’in (Saral) yönetmenliğini özlüyorum, Kıvanç’ın (Tatlıtuğ) Zerrin’in (Tekindor) matraklıklarını... Ne bileyim yani seninle didişmemi, kostümcüyle didişmemi, herkesi esasında...
Hazal K.: Ve hâlâ görüşüyoruz. Görüşüyor olmamız bile çok şahane
bir şey bence. Çok iyi hatılıyorum;
17 yaşındayım, benim ikinci işim... Arnavutköy’de ajansta “Selçuk Yöntem baban olacak” dediler, bayıldım, bittim. “Oynayamam onun karşısında, ne yapacağım?” dedim.
Selçuk Y.: Küçükken, ilk aynaya baktığın zaman ne düşündün? Aklından ne geçmişti? Hatırlıyor musun?
Hazal K.: Ne zor bir soru sordun...
Bu işte çok klasiktir ya, tarakla şarkı söylemeler, kendi kendine kliplerde oynamalar falan... Seçtiğim bütün meslekler o dönem hep sahneye dair. Dansöz olmak istiyordum mesela, çok ciddiyim. Dansöz olacağım ben, göbek atacağım... Bir de bale yapıyorum o esnada, saçma dansöz olmayı istemek. Bale hikayesi ilerledikçe balerin olmak istedim çok, sonra işte rock star olmak istedim. Ama işte hep sahne, hep böyle ışık... Benim en büyük şansım bunu annemin fark etmiş olması ve yönlendirmesi. Hiçbir zaman doktor olmamı beklemedi benden kimse. Çok belliydi çünkü. Senin var mıydı böyle bir şey taklım? (“Aşk-ı Memnu”da Selçuk Yöntem’in canlandırdığı Adnan karakteri ile Hazal Kaya’nın canlandırdığı kızı Nihal birbirlerine “taklım” diye hitap ediyordu. Küçükken Nihal dili dönmediğinden “tatlım” yerine “taklım” dermiş. İkili bunu devam ettiriyor.)
Selçuk Y.: Ben her gün okula git-gel, okula git-gel... Bir gün aynaya bakıp “Allah’ım bu ne kadar sürecek?” dediğimi hatırlıyorum, ta ki tiyatro oyunlarını seyredene kadar. Tiyatro oyunlarını seyrettikten sonra neyin ne olduğunu anladım, kendi kendime kararımı vermiştim orada.
“Sana bir sürprizim var; Amerika’ya sahne dersi almaya gidiyorum”
Hazal K.: Hep şeyi hatırlıyorum... Çocukluğumda, hâlâ çocuğum da yani, çocukluk ve ilk gençlikte hep...
Selçuk Y.: Çocuk değilsin artık, kazık kadar 23 yaşında insansın!
Hazal K.: Niye böyle diyorsun ki taklım? Daha 22. 20’lerin başı...
Hiç bunu tahmin etmemiştim, büyümek istemediğimi bilmiyordum.
Selçuk Y.: Aa ilk defa duyuyorum. Senin yaşında herkes büyümek ister.
Hazal K.: Hiç istemiyorum. Bütün özgürlüklerim elimden alınacakmış büyüyünce gibi geliyor. Saçmalama özgürlüğüm elimden alınamaz.
Selçuk Y.: Sen istemezsen özgürlüğünü kimse elinden alamaz.
Bir oyunda vardı, çok hoşuma gitmişti; İsviçreli bir yazar “Özgürlük güzel şeydir, eşsizdir ve tektir” der. Şarkısı vardı oyunda.
Hazal K.: İşte küçükken hep edebiyatla iç içe olma durumum vardı benim. Sanırım 10 yaşında falandım, Orhan Veli’nin şiirlerini Müşfik Kenter’in sesinden dinlediğim zaman... Hiç anlamıyormuşum mesela, “Bedava”yı şarkı gibi söyler Müşfik Kenter albümde ve ben onu hakikaten şarkı gibi söylüyordum. Tam anlamıyla anlamak için belki üç-dört sene sonra tekrar okumak isteyeceğim. Hep böyle kulağımdadır, dilimdedir. O benim çok hoşuma gidiyor. Bence herkesin böyle edebiyatla iç içe olması gerek...
Selçuk Y.: Hemen sıçrıyorum çok önemli bir konuya. Tiyatro için ne düşünüyorsun? Diyorlar ki “Tiyatro öldü. Tiyatro geçerliliğini kaybetti.” Yani günümüzde biraz demode oldu ve benim hiç katılmadığım bir şey bu. Muhakkak sen tiyatro da yapacaksın, yapmanı ben zaten istiyorum.
Hazal K.: O konuda senin çok sevineceğin bir açıklama yapacağım. Sürekli evrilen, değişen, dönüşen bir sanat tiyatro. Nasıl demode olabilir ki?
Selçuk Y.: “Tiyatro öldü”yü değer verdiğim insanların ağzından duymak beni daha da üzüyor. Çünkü insan var olduğu sürece, tiyatro var olacak.
Hazal K.: Mesela ben hep çok korktum tiyatrodan. Sahneye çıkarım da elimi kolumu ne yapacağımı bilemem... Kameraya bir şekilde alışıyor insan. Şimdi ben, gidiyorum ya eğitime Amerika’ya. Sahne dersi aldım. Sana sürprizim oydu.
Selçuk Y.: Harika, çok sevindim. Onun tadına vardığın zaman çok daha farklı bakacaksın oyunculuğa.
Hazal K.: Ben sana asistanlık yapsam ya taklım. Böyle bir tiyatro oyunu falan yönetirsen bütün ayak işlerine koşarım. Hiç sıkıntı değil.
Selçuk Y.: Neden olmasın?
“Amour çok hüzünlü, dayanmak çok zor”
Selçuk Y.: Hangi dizileri seyrediyorsun?
Hazal K.: “İntikam”a ve
“20 Dakika”ya bir baktım, çok beğendim. “Kuzey Güney”i çok seviyorum ama “Kuzey Güney”i Ali’nin ölümünden sonra yüreğim kaldırmadı, Kıvanç sağolsun!
Selçuk Y.: “Muhteşem Yüzyıl” da çok güzel. Yani şunu gösteriyor bu; bir şeye özenirsen, titiz davranırsan o işin iyi olmaması mümkün değil ama çalakelem işlerle bu iş yürümüyor. Yani, yapımcısıyla, yönetmeniyle, senaristiyle, kadrosuyla, kanalıyla meseleye kompakt bakacaksın.
Neyse, en son hangi filmi seyrettin?
Hazal K.: DVD’den “Kara Köpekler Havlarken”i izledim.”Melankoli”yi izledim
ondan önce.
Selçuk Y.: “Amour” çok hüzünlü. Dayanmak çok zor, herkesin gerçeği bence. “Lincoln” muhteşem, sanki Abraham Lincoln mezardan çıkmış oynuyor. “Argo” çok güzel.
Hazal K.: En çok “Argo”yu merak ediyorum.
Selçuk Y.: Resmen çarpıntı ve asap bozukluğu, yani böyle asabım bozuldu. Çok ustaca yönetmiş
Ben Affleck.
Hazal K.: En iyi yönetmene de Haneke, Tarantino, Spielberg’le birlikte adaydı Altın Küre’de...
Selçuk Y.: Zaten Ben Affleck de ödülü alınca “Bunların arasında benim almama inanamıyorum” dedi.
Bu kadar kompleksiz yani.
“Aşk-ı Memnu şerefine kaldıralım kadehlerimizi”
Selçuk Y.: Bu arada geçen haftalarda Nebahat (Çehre) ve Selim İleri vardı bu sayfalarda... Nebahat’i analım, kulaklarını çınlatalım.
Hazal K.: Analım, kulaklarını deli çınlatalım hem de.
Selçuk Y.: Hatırlıyor musun, bir gün hani çekim yaparken ben böyle hırsla çıkıyorum, masadan kalkıyorum Nebahat’in gelip bana “Adnan Bey, bir dakika bakar mısınız?” demesi lazım. “Motor” dediler, ben kalktım masadan; Nebahat tuttu kolumdan “Selçuk Bey, bir dakika bakar mısınız?” dedi.
Hazal K.: Ya neler neler... Mesela Nebahat Abla çok sinirleniyordu benim böyle sağlıksız ve kötü beslenmeme. Yine bir yemek masası sahnesi ve “Aşk-ı Memnu”nun ünlüydü ya
beş saatlik yemek masası sahneleri...
Selçuk Y.: O sahneleri çekereken hani, masadaki sebzeler burunlara, oralara buralara sokuluyordu ya; resimleri hâlâ var bende. Tabii bunların hiçbiri medyaya düşmedi. Kıvanç’ın burnunda neydi o?
Hazal K.: Maydanoz...
Bir de gülüşmeler oluyor, sinirler bozuluyor. Göz göze gelince kahkahalar...
Selçuk Y.: Hilal (Saral) nasıl geliyordu yanımıza;
“Bu gülme daha ne kadar sürecek!”
Hazal K.: Ben Beren’e çok gülmüştüm bir kere. Nasıl sıkıldıysa artık o uzayan çekimlerin birinde, sessiz sessiz ne kadar malzeme varsa tabakta, çatal bıçakla ev yapmış onlarla. Domatesten baca yapmış falan...
Selçuk Y.: Ay çok güzel anılar ya. “Aşk-ı Memnu” şerefine kaldıralım kadehlerimizi. Hilal’e, Ece’ye (Yörenç), Kerem’e (Çatay), bütün ekibe ...
Hazal K.: Evet “Aşk-ı Memnu”ya kesin kaldıralım. Herkesin şerefine kaldıralım. İyi ki yaptık...
“Sıkıysa Oscar’a blue jean giyip gitsin!”
Hazal K.: Taklım Golden Globe’u izledin mi?
Selçuk Y.: İzledim. Dedim ki “Biz de hiçbir zaman bu kadar gustolu ödül töreni olmayacak” . Bu kadar keyifli, bu kadar birbirleriyle dalga geçen, kıyafetleri bu kadar özenli,
bu kadar medeni, uygar olmayacak. Çünkü bizde ödül alan mutlu oluyor, ödül almayan söyleniyor. Biz beceremiyoruz bence. Onun için kıskanarak seyrettim.
Hazal K.: Şahane bir şey değil mi bu kadar kompleksiz olmak. Hani biz de kendi aramızda şakalaşabiliriz, sen bana “O göbek ne ya?” diyebilirsin. Bu niye orada yapılamasın ki? Bu niye ayıp bir şey?
Selçuk Y.: Biz oraları aşamıyoruz.
Hazal K.: İşte o beni çok üzüyor.
Selçuk Y.: Beni de çok üzüyor. Yani hâlâ daha ödül törenlerinde giyinmesini bilmiyoruz. Her işin bir estetiği, bir düzeyi, bir kuralı vardır. Katı kurallardan bahsetmiyorum. Bizim bir yönetmen Oscar’da en iyi yönetmene aday. E sıkıysa blue jean’le gitsin bakalım. Almazlar ki! Orada o kurala uyuyor ama kendi ülkesine geldiği zaman... İşte ben bu çifte standartı, bu kompleksi anlayamıyorum. Bu arada Antalya’da En İyi Erkek Oyuncu’yu küçük bir çocuğa verdiler, olay çıktı. Ne diyorsun taklım buna? Antalya’da
en iyi erkeği çocuğa verilince olay çıkarıyorlar, şimdi bu senenin Oscar adaylarında 9 yaşında bir kız var. Şimdi onu eleştirenler bunu da eleştirsinler bakalım.
“Amerika’da Ezine peyniri bulamazsan ben sana gönderirim”
Selçuk Y.: Senin yemek yemeyi çok sevdiğini setten biliyorum. Yemek geleceği zaman senin nasıl heyecanlandığını, gözlerinin nasıl yuvarlaklaştığını biliyorum.
Hazal K.: Ben aslında şeker hastasıymışım ve bu açlık krizleri falan, kokuların beni bu kadar etkilemesi hipoglisemik atakmış. Ona çok sevindim. Çünkü doktor “Nedir senin yeme durumun?”dedi, “Gözüm dönüyor, mutluluktan ve heyecandan ne yapacağımı şaşırıyorum. Koku aldığım an yemek yemek istiyorum.
O kokuyu takip ediyorum” dedim. Doktor “Çok fazla hipoglisemik atak yaşıyorsun demek ki” dedi. Buna da çok sevindim çünkü artık “Tamam demek ki ben yapamıyorum yemeden. Bari spor yapayım da balıketli, sağı solu toparlanmış bir insan olayım çünkü beceremeyeceğim herhalde ben kilo vermeyi” diye düşünürken bu ortaya çıktı işte, hipoglisemi.
Selçuk Y.: Yemeklerimizi nasıl buldun, Ece’nin yemeklerini?
Hazal K.: Bayıldım. Sunumundan malzemelerine kadar çok efsane.
Selçuk Y.: Ece’nin yemeklerinden yemeden hayatta olmaz. En çok neyi seviyorsun yemek olarak?
Hazal K.: Şimdi ben yemeği çok seviyorum ama çok da tutucuyum aslında bu damak zevki konusunda. Benim ana öğünüm peynir-ekmek... Mesela Ezine peynirsiz bir hayat canımı sıkıyor benim. Mesela Amerika’ya gidiyorum ya, hemen “Ezine peyniri satan bir Ermeni bakkal bulur muyum, bir Türk bakkal bulur muyum?” diye düşünmeye başladım.
Selçuk Y.: Kesin bulursun hiç merak etme. Ben yollarım sana bulamazsan.
Hazal K.: Ay ne olur taklım, lütfen. Acı çekerim sonra orada.
“Baharatlar, hamurlar havada uçsun istiyorum”
Selçuk Y.: Peki, yemek olarak en sevdiğin şey?
Hazal K.: Beyran çok severim, Antep çorbası. Kuşluk vakti yenir. Onu da Doğululardan başka kimse o vakit yiyemez. Çünkü çorba dediğim bayağı kuyruk yağlı, etli, sulu bir yemek. Antep’e bir günlüğüne giderim, hatta otobüsle giderim, hiç önemi yok. Onu yiyeceksem hiç sıkıntı yok benim için yani. Alinazik çok severim. Patlıcan ile yapılan her şeyi severim. Ben yemek seviyorum taklım, bana böyle ayırtma. Sevmediğim de çok az. Tatlı tuzlu kombinasyonlardan hoşlanmıyorum. Hint yemeklerini çok sevmiştim. Baharatlar, etler, hamurlar, patlıcanlar uçsun istiyorum her yerde.
Selçuk Y.: Benim en sevdiğim yemek annemin köftesi. Her gün yiyebilirim. Annemin köftesi, annemin pilavı ve patates kızartması ve çoban salatası. Bunu her zaman yiyebilirim.
Hazal K.: Esansı var gibi değil mi? Anne esansı var.
Bu muhabbetin üzerine Selçuk Yöntem
annesinin köftesine benzettiği
Onno üstü sokak köftesi sipariş ediyor.
Selçuk Y.: Yemek yemek benim için bir ritüel. Dostlarla birlikte, ailemle birlikte yemek yemek, sohbet etmek benim için vazgeçilmez bir zaman dilimidir. Ondan hiç imtina etmem.
Hazal K.: Benim için de öyle.
Selçuk Y.: Esasında yaşamın en gizli ve en açık tarafı bu, herkes çalışıyor çabalıyor, para kazanmaya çalışıyor, ekonomisini düzeltmeye çalışıyor ama özünde hep iyi yemek yatıyor. Yalan mı? Görünmeyen nokta bu yemek. Yaşamın paylaşımları tartışılmaz tabii ama güzel bir yemek yaşamı çok anlamlı kılıyor. En güzel hangi yemeği yaparsın?
Hazal K.: Tarif kitabından bir şey denedim ama kattığım ekstra baharatlarla başka bir tat aldı. Enginardan sahte humus yapıyorum.
Selçuk Y.: Hadi ya. Ben çok güzel makarna yaparım. Fesleğenli, taze domatesli...