PazarBir nal çivisi bile yoktu...

Bir nal çivisi bile yoktu...

11.04.2004 - 00:00 | Son Güncellenme:

"Memleketimde 40lı yıllarda nalça çivisi ithal edilirken, bugün Amerikalıların dahi üç hatayla uçurduğu F16ları hatasız uçuruyoruz. Benim için büyük bir mutluluktur bu. O çağı da gördüm, bu çağı da"

Bir nal çivisi bile yoktu...

İçimizden Biri / Fehmi Gürleyici Urfa, merkez Tahtavor mahallesi, numara 22de, çetin bir kış günü doğmuşum. Daha okula başlamadan bütün merakım makinelerdi. Biz yenge, gelin bacı deriz, amcamın hanımının bir dikiş makinesi vardı, o zaman düz mekikti. Kolla çevrilirdi, ben onun her gün, bir kısmını söker, takardım evde. Henüz okula da gitmiyorum. Bir de saatlere meraklanırdım, ikide bir de onları alır, önce bozardım sonra da yapardım. Kızarlardı, döverlerdi. Buna rağmen ben gene, bir ara fırsatını bulur, alırdım, sökerdim, takardım." İlkokuldan önce Ermeni Mahallesindeki hocaya gider, eski yazı öğrenir. "Dokuz yaşına kadar eski Türkçe ve Kuran-ı Kerim hocasına gittim. O zaman hocalar yasaktı, polisler tarafından da basılıyordu. Gizli, izbe yerlerde okurduk, mahzenlerde okurduk. İsmine hoca deniyordu okul değil de. 9 yaşından sonra yeni bir mahalleye taşındık ve Cumhuriyet İlkokuluna girdim. Ve ilkokulu bitirince aynı okula, orta sanat okulu açıldı. Orta sanat okulunun birinci sınıfında, Milli savunma hesabına kimler okumayı ister? diye soruldu. Ben talip oldum. Urfadaki hastane tam teşekküllü değil, Diyarbakır hastanesinde kontrolden geçtik burs almak isteyenler. Ebeveynlerimizi, sülalelerimizi de incelediler. Günlerce babamın takip edildiğini hatırlıyorum. Bursa sonunda kabul edildim. Babam varlıklı değildi, kunduracıydı, aynı zamanda şerbetçilik yapardı... O zamanlar Urfada nüfusumuzun çokluğu, devletin teşvikiyle de oluyordu. Ben hatırlarım, beş çocuk olunca yol vergisinden muaf oluyordu aileler. Her aile de beş çocuk edinmeye çalışıyordu. Biz o zaman dört kardeşiz. Hatta hiç unutmam, Urfanın bir Karakoyun deresi vardır. Sık sık su basardı. Ben çocukken iki defa bastığını hatırlıyorum. Oraya set yapımı için yenileri çalışmaya götürürlerdi, babam hastaydı, onun yerine ben giderdim. Yol vergisini de ödeyemezdi babam, ödeyemeyenleri çalışmaya götürürlerdi. Bu arada babama yardım ediyor, sürekli çalışıyorum. Tatillerde boş vaktim yoktu. Urfada garajlarda tamirciler vardı. Gider, onları seyrederdim. Bir süre sonra çıraklık da yapmaya başladım. Gaz ocağı, lüks lambası ve gramofon tamircisiydi çalıştığım dükkan. Bana harçlık verirdi. Tesviyeciliği, eğe tutmasını orda öğrendim." Ayşe hanım ve M. Şefik beyin dokuz çocuğundan biri olarak 1930da Şanlıurfada doğar Fehmi Gürleyici. Şanlıurfada Cumhuriyet İlkokulundan 1944 yılında mezun olur. Milli Savunma bursu ile önce Urfa Sanat Okulu tesviye bölümünü bitirir, ardından Erkek Sanat Enstitüsüne devam eder. 1949da Ankarada mecburi hizmete çağrılır. Başarılı olur ve Almanyanın Bavyera eyaletine gider. Dönüşte İstanbuldaki Halıcıoğlu İstihkam Okuluna çıkar tayini. 1951 yılında halasının kızı Naciye hanım ile evlenir. Bu evlilikten 4 çocuğu olur. 1958e kadar yaklaşık 9 yıl askeriyede çalışır ve mecburi hizmetini Erzurumda tamamlayarak istifa eder. Takip eden yıllarda metal sanayiinde kurulan fabrikalarda çalışır. 60lı yılların sonunda kendi şirketini kurar. 1977-78 yıllarında elektrik iletimi ile ilgili icatlarının patentini alır. Hâlâ kendi kurduğu müşavirlik şirketinde çalışan Fehmi bey ile kızı Zerrin hanımın İstanbul, Ziverbeydeki evinde görüştük. "Oyun oynama imkanım vardı fakat babamlar kesinlikle müsaade etmezlerdi. Çünkü o zamanlar, gülle derdik, bilye, parayla oynanırdı, sigara ve esrar içilirdi. Hatırlarım, bir kumpanya vardı gençlerin arasında, ismi Yandım Allah kumpanyasıydı. Bu tip gençler adam soyarlardı, döverlerdi. Çete gibi... Onların mensuplarından okula gelenler de oldu. Sonra hepsi doğru yolu buldu." Erkek Sanat Enstitüsüne başladığı yıllarda özellikle benzin ve dizel motorları ilgisini çeker. Okula gelen motorları, jeneratörleri söküp tekrar takarak keşfeder işleyişlerini. 127 öğrenci ile eğitime başlayan enstitünün 15 mezunundan biri olur, 1949da tamamlar eğitimini. Tüm ideali üniversiteye devam edebilmektir. "Milli savunma hesabına okuduğum için, benim müdürüm iki defa yazı yazdı Ankaraya. Dedi ki, Fehmi Gürleyici zeki, okumak da istiyor, izin verin okusun. Gelen yazıyı bana okudu, Böyle zeki insanlara bizim ihtiyacımız var. Ordu bunlardan yararlanacak, onun için bir an evvel orduya intisap etsin, gelsin diye cevap geldi. İmza da (İsmet) İnönünün imzası. O günden beri de benim bir nefretim doğmuştur İnönüye karşı. Takdir ederim, memleketime büyük yararları dokunmuştur, başarıları vardır ama benim okumama mani olduğu için de böyle bir antipatim oldu." Ülke çapında enstitülerde burslu okuyan tüm öğrenciler Ankara / Balgat motorlu topçu birliğine çağrılır. "Dört ay, dört buçuk ay biz topçu eğitimi gördük. Su yoktu, gazozla tıraş olurduk o zamanlar. Rahmetli ablam bana bir kazak göndermişti. Resmi giysinin içine giyerdim. Bir gün duvarın dibine oturdum, çıkardım kazağımı, güneşleniyordum. Baktım ki her tarafım bit dolu, kazağı kibriti çaktım, yaktım. Her hafta da Balgata, Ankaranın Balgat mevkiinde moderin bir hamam yapılmıştı, yürüyerek hamama girerdik. Ertesi gün gene bitlenirdik. Etrafımıza DDT serperdik, yatarken ranzada. Ranza dediğimiz kuru tahta. Samsunlu bir arkadaşım vardı, titrerdi, gelirdi, koyun koyuna girerdik, iki battaniyeden yararlanalım diye." Buradaki eğitimin sonunda Halıcıoğlundaki İstihkam Okuluna gönderilir. "Burada bizi temel kursa tabi tuttular. Hocalarımız Amerikalıydı. Biri sivil biri asker. O zaman NATOda değildik, Marshall Yardımı çerçevesinde bunlar oluşturulmuştu. Sivil olan modern istihkamcılığı öğretiyor, ötekisi de makinist operatör yetiştirmek üzere eğitiyor bizi. Bizi eğittikleri eğitim makineleri, harp artığı makinelerdendi." 1951 yılında ailesi halasının kızıyla evlenmesine karar verir. "Naciye ile çocukluğumuz beraber geçti. Birlikte oynardık. Evlenme çağına gelince, bana dediler ki, Biz Naciyeyi sana almak istiyoruz. Ben de peki dedim. Sonra ben iznimi aldım, gittim Urfaya nişan yüzükleri taktık, döndüm sonra İstanbula. Temmuzda tekrar gittim, evlendik, İstanbula geldik. Çok mütevazı bir düğün töreni yapıldı. O zamanlar yan yana gelip fotoğraf çekmek bile Urfada uygun değildi. Gerdeğe girdik, ondan sonra aldık hanımımızı, bir tahta bavul yola çıktık, geldik. İstanbulda oradan çıkarken, hanımım çarşaflıydı. Hazırlıklıydık burada, Söğütlüçeşmeye gelince, istasyonda çarşafı çıkardık, mantoyu giydi." Yandım Allah İstanbul İstihkam Okulundaki başarıları nedeniyle dört arkadaşıyla Almanyaya gitmek üzere seçilir. "Almanyaya sizi sivil göndereceğiz dediler. O zaman henüz sulh imzalanmamıştı, Almanya ile... İkinci Cihan Harbinin sonu. Hatta Pan Amerikanla uçtuk. Genelkurmay bize gerekli hazırlıkları gönderdi, bir de bize bir defter verdiler. Aşağı yukarı bir buçuk santim kalınlığında bir defter. Dediler ki, Bu para, size ne zaman para lazım olsa, bir başınız sıkıntıya düşse, buradan bir yaprak yırtın, Amerikalı bir elemana gösterin, verin, onlar size yardımcı olacak. Tercüman verdiler bize. Uçakla gittik. Geldik Frankfurta. Frankfurttan trenle bizi Bavyerada Amerikalıların istihkam okulu vardı, oraya götürdüler. Nazilerin kışlasıymış. Kursa başladık. Bir süre sonra Kore Harbi başladı. Aradan birkaç ay geçti, Kuluri savaşı oldu, Kuluri iç savaşında, birlik komutanı sancağı beline dolamış, süngüyü taktırmış, hücum emrini vermiş. Bu portreyi fotoğraflamışlar, gazeteye basmışlar. Altında da diyor ki, bu birlik Amerikalıların denize dökülmesini önledi. Ertesi gün Amerikalı arkadaşları çağırdım, bu bizim başarımız, bakın dedim. Adamlar hayret etti, sarıldılar, öpüştük, müteşekkir oldular. Bizi daha çok sevdiler. O zaman Almanları orada getir-götür işlerinde kullanıyorlar. Geldikten sonra, İstihkam Genelkurmay Başkanlığı, hiç unutmam, beşimize de birer tane Singer kol saati hediye etti. Biz Almanyaya eğitime gidenler İstihkam Okulunda eğitmen olduk. Eğitime gelenlerin içersinde Necmettin hoca da vardı, Necmettin Erbakan. Ben ona hocalık yaptım, modern istihkamcılıkta. Yedek subaylığını yapıyordu. Ben o sıralar astsubay üst çavuştum. Bir süre sonra bizi tayin ettiler şark hizmetine, Erzuruma..." Erzurum sonrasında askerlik mesleğini sevemediği için, 1958de istifa eder Fehmi bey: "Tekrar İstanbula döndüm. İkiz kızlar olmuştu o arada. İstanbulun imarına başlanmıştı. Adnan Menderes dönemi... Onun devrine istimlak devri denir, bilmem hatırlar mısınız?" Kısa bir süre birkaç arkadaşıyla birlikte istimlak edilen yerlerdeki taşıma işlerini yapmak üzere kamyon alır. Ancak başarılı olamazlar, dağılırlar. Bir arkadaşının önerisiyle bir cam üreticisinin yanında iş bulur, ortak olur. "Çalışmaya başladık, gayet iyi de gidiyor. Türkiyede ilk defa, rutubetten bozulmayan aynayı imal ettik, çok güzel para kazanıyoruz." İşte o günlerde bir gözünü kaybetmesiyle sonuçlanan ciddi bir iş kazası geçirir. Sonraki yıllarda pek çok alüminyum profil fabrikasının kuruluşunda görev alır. 1958 ile 1962 yılları arasında Aksan Metal Sanayiinde çalışır. Bu arada kendi şirketi olan Alpibayı kurar. Bugünlerde kendisinin kurduğu müşavirlik şirketinde çalışmalarını yürütüyor. "Benim bir ihtiyacım var mı şu anda, yok çok şükür Allaha. Ben şimdi dört gün gidiyorum Altınoluka. Mis gibi hava. İki gün geliyorum İstanbula, müşavirlik yapıp dönüyorum, yetiyor." Nazilerin kışlası "40lı yıllarda Türkiyede bir nalça (at nalı) çivisi bile yok, ithal ediliyor. İlk defa Türkiyede çivi, iğne, zinciri Atlı Zincir yapmaya başladı Karaköyde. İstanbulda sanayi, yeni teknoloji , Ermenilerin, Rumların, Yahudilerin elindeydi... Necmettin (Erbakan) hocanın altında bir araba var, Almanyadan gelirken almış. Debriyajsız araba ilk defa çıkmış. Otomatik şanzıman giderken ses yapıyordu. Hoca dedim, bu senin araban demirci dükkanı gibi, nedir bu ses? Valla Fehmi bey, ben de farkındayım, Tarlabaşında Agopa gösterecem dedi." Bunun üzerine itiraz eder Fehmi bey. Oraya götürmemesini, istihkam okulundaki tamirhanede arabayı tamir edebileceklerini söyler. "Tamirini, ayarlarını yaptık. Naçizane bizler hocanın endüstriye, sivile kaymasına sebep olduk. Terhis olduktan sonra, asistanlarını, profesörlerini çevresine toparladı, bir grup oluşturdu. Gümüş Motoru kurdu. Gümüş motorunda şimdiki santrifüjlü dizel motorları imal edilmeye başlandı. Motor fabrikasını açmıştı. İlk motor denemelerini yaptıktan sonra Necmettin hoca, Ankaraya gitti. 1960 ihtilalinin komutanına, Gürsel paşaya dedi ki, Türkiyede otomotiv sanayiini başlatalım. Bunun için imkanlar var. Tabiri de şudur: Bir saatin dişli çarkları imal ediliyor, bir araya getiren yok. Gürsel paşa ona izin verdi, Makine Kimyanın tesislerinden yararlanarak Devrim arabasını yaptı. Halen de Devrim arabası Ankarada müzededir. Ondan sonra, Odalar Birliği seçimini kazandı. Bu Odalar Birliği seçiminde, (Süleyman) Demirelin zamanıydı, bir türlü Demirelle bunlar geçinemezdi. Odalar Birliği başkanlığını vermedi. Benim duyumlarıma göre söylüyorum, (Bülent) Ecevit de ona demiş ki, Sen buralara gelebilmek için parti kur, seçil, buralara gel. Parti de, dine dayalı parti yok Türkiyede. Bir tane parti kurdu ve kazandı. Yanılmıyorsam bunun üzerine siyaset başlıyor. Ben onu tanıdığımda da beş vakit namazında niyazında, tıfıl, yakışıklı bir delikanlıydı."Kaynak kişi önerilerinizi ve maddi desteklerinizi bekliyoruz. Telefon: (0212) 327 86 58 Faks: (0212) 227 37 32 e-posta: tbct@tarihvakfi.org.tr Proje danışmanları: Doç. Dr. Aynur İlyasoğlu, Doç. Dr. Esra Danacıoğlu Görüşmeyi gerçekleştiren: Hakan Koçak Deşifre / redaksiyon: Sevil ÜzrekGörüntü kaydı: Tamer Üstel Yayına hazırlayan: Tuba Çameli Necmettin Erbakan www.tarihvakfi.org.tr Gelecek hafta: Şükran Özden 1930lu yıllarda Urfada değişen giyim kuşamı anlatıyor.