07.08.2022 - 03:00 | Son Güncellenme:
ASU MARO - Nükhet Duru, olağanüstü enerjisiyle Bodrum - İstanbul arasında mekik dokurken, bir yandan sevdiği şarkıların cover’larını dinleyiciyle buluşturup bir yandan yeni şarkılar söylemeye ve en önemlisi sahnede 50. yılını kutlamaya hazırlanırken araya da bu sohbeti sıkıştırabildi. Gene samimi, gene bir söylüyor iki gülüyor, acılarla dalga geçiyor, sevinçleri çoğaltıyor, bence okuyana da iyi gelecek.
Geçen ay daha önce Model’den dinlediğimiz “Değmesin Ellerimiz” şarkısının cover’ıyla çıktınız karşımıza. Zaman zaman yapıyorsunuz böyle sürprizler.
Devam edecek, bunu bir kuşak buluşması olarak görüyorum. Gençler çok güzel şarkılar yapıyorlar. Ben de bir yorumcu olarak onları da mutlu etmek istiyorum. Hem yeniden o şarkıya bir hayat kazandırabilmek beni mutlu ediyor hem de zamansız bir sesim olduğunun altını kendi kendime çiziyorum. Kendi kendimi sınamaktan, kendi kendimle savaşmaktan ve yarışmaktan da çok hoşlanıyorum. Bu yüzden her ay veya iki ayda bir tekli tekli şarkılarla çıkacağım.
İlk şöhret olduğunuz yıllarla kıyaslayınca bambaşka bir sistem var ve siz hiç o sistemde geri düşmediniz. Hep kendinizi diri tutuyorsunuz.
Evet, buna çalışıyorum. Çünkü her şeyi zamanından önce yapmışım. Sosyal şarkıları, sadece aşk içermeyen, aşktan bile yola çıkıp başka noktalara gelebilen şarkıları çok erken uyarlamışım ve genellikle anlaşılmamışım. Gençler tarafından keşfediliyor olmak beni sevindiriyor, aslında genç kalmanın en önemli yolu bu. Çizgiler tende oluşur, ama ruhta senin yaşam biçimin belirliyor yaşını. Marjinal kalmaya çalışıyorum. Zaten hiçbir zaman kitlelere yönelik acayip hitler oluşturmanın peşine düşmedim. Çünkü çabuk tüketileceğini biliyordum. Ha ne olur çabuk tüketilse? Mesela yeni yapacağım şarkı bayağı pop müzik, belki çabuk tüketilir. Ama hiç sanmıyorum. Çünkü konusu öyle bir konu ki, yüzyıllardır bitmedi.
Ne acaba?
Yaranamazsın, diyor. Yani karşı taraf eğer duyarsız davranıyorsa yaranamazsın, diyor. Fatma Turgut çok iyi bir yorumcu, çok iyi bir şarkıcı. Ama bu şarkıyı neredeyse 10 yıl önce söylemiş. Şimdi olgunlaştıktan sonra belki öyle söylemezdi diye düşündüm. Ben onun olgunlaşmış halini akustik olarak canlandırdım.
Eski yorumlarınıza baktığımızda siz zaten 30 yaşında doğmuş gibisiniz.
Benim kadar erken yaşta arızalarla karşılaşmak erken büyütüyor. Büyümek zorunda oluyorsun ve o zorundalık sana belki de başka bir derinlik yüklüyor.
Hayatınızda birtakım mihenk taşı olmuş erkekler var; şarkı yazarı olarak, besteci olarak. Ama yine de bütün yolu siz kendiniz çizmişsiniz diye görüyorum.
Doğru. Bunlarda katiyen ne zeka ne akıl ne de plan görmüyorum ben kendi kendime baktığımda. Tamamen el yordamıyla, tamamen zevk meselesiyle ilgili. Bir şeyin efervesan tablet gibi suya atıp da eriyeceğini duyunca ben sinirleniyorum. Ben zor şeyleri seviyorum. O kadar küçük yaşta hayatla karşı karşıya kaldım ki, 11 yaşındaydım, hayatla ne yapacağımı düşündüğümde.
Ne oldu 11 yaşında?
Annemle babam ayrıldı ve beni aileden yakın bilinen bir yere evlatlık verdiler. Halleri vakitleri çok iyi olduğu halde. Bana bakmak, benimle uğraşmak istemediler. Zaten 11 yaşıma kadar canım çıktı, onlarla ben uğraştım. Sürekli kavga eden, sürekli sıkıntı yaratan, sürekli benden şikayet eden, “Ne biçim çocuksun” diye...
Belli ki birbirlerine sinirleniyorlardı.
Tabii ki. Çünkü istenmeden doğmuşum, ben ona inandım. Yani ben altı yaşındaydım, o kadar beklenmeyecek laflar etmişim ki, anneannem anlattı, “Allah aşkınıza boşanın da beni de kurtarın,” falan diyormuşum. 14 yaşında Florya Deniz Kulübü’nde şarkı söylemeye başladım. Beni orkestra şarkıcısı olarak aldılar fakat birden orkestrayı bırakıp piste çıkıverdim. Bu özgüven nereden geldi, bugün bile anlamadım. İçgüdüsel. Benim hayatım, el yordamıyla bulunmuş bir hayat.
Çıktığınız dönemde yabancı şarkılara yazılmış söz de istemiyorsunuz. “İlk benden duyulsun, o şarkı benim olsun” gibi istekleriniz var. O zaman için muazzam bir bilinç. Ama siz ona bilinç değil içgüdü diyorsunuz anladığım kadarıyla.
“Mavi Boncuk” ilk bana geldi. Bir türlü yakıştıramadım kendime. “Mahmure”yi hafif bir iş olarak göstermek istedi insanlar. “Mahmure”, Turgut Özakman’ın “Resimli Osmanlı Tarihi” oyununda yer alıyor. Ben oyunu izlediğimde “Ben buyum” dedim. Neden buyum? Hani Osmanlı kadını gibi sürekli susturulmaya, kapatılmaya çalışılan, sanki “Sen yerinde fıkırda, lazım olunca çağırırız” denen. Bana bu yüklenmek istendi diye tepkiyle söyledim.
Özgür ruhlu bir kadın olduğunuzu biliyorum ama fotoğraf tutmamak, eşyalara bağlanmamak, sürekli ev değiştirmek gibi huylarınız da varmış.
Mesela oğlum tatile geliyordu, havaalanından arıyordu, “adresi yolla” diye. Sekiz - dokuz ay olmuştur, emin evin değiştiğinden.
Ne oluyor? Sıkılıyor musunuz?
Bilmiyorum. Bir şey geliyor bana, “ayy hadi bir toplansanıza” oluyorum. Hemen başına geçiyorum kolilerin. Aidiyet duygum oluşmamış. Bence bu annemle babamın kusuru. Çünkü onlardan dolayı nerede olacağım, nerede yaşayacağım, neresi bizim olacak, neresi olmayacak, böyle bir şey yok. Ben her yerde yaşayabilirim. Her yerde ahbabım ve komşum var.
Sizi mutsuz etmediğine göre ne sakıncası var?
Umurumda değil, hayatım. Ben gördüm, annemi gömerken. Mücevherleri, elbiseleri, şapkaları, ayakkabıları vardı çok düşkün olduğu, 263 şapka dağıtmak zorunda kaldım. Hangi birini alabildi bebeğim? Üç defa dünyayı gezdi, bundan başka bir şeyle gitmedi yanında.
“Aralıksız 8-10 saat şarkı söyleyeceğim”
Bir sahne rekor planınız var bu sene diye biliyorum. Ondan konuşabilir miyiz biraz?
Performansım konuşuluyor biliyorum, iki saat, üç saat, dört saat şarkı söyleyebilen biriyim. Nefesimi tanıyorum, sesimi tanıyorum, kondisyonumu biliyorum. Ben yürürken kimse çakmadan şarkı söyleyen biriyim. Ciğerlerim bir opera şarkıcısı gibi geniş. Bütün bunları yapabilmek için çok çalıştım. Eğer bir mani çıkmazsa, büyük ihtimalle 21 Aralık’ta sekiz saat, 10 saat, üç orkestra değiştirerek aralıksız şarkı söylemek istiyorum. Burada bana iki satır katılacak arkadaşlarım olursa başımın üstünde yeri var. Ben susmayacağım, üç beş dakikalık ufak ihtiyaç molaları dışında asla sahneyi bırakıp içeri girmeyeceğim. Gece yatıyorum, gündüz uyanıyorum, bunu düşünüyorum. İnşallah hayal ettiğim gibi bir gece olacak. Ondan sonra ölsem de gam yemem.
“İnsanlarla bakışarak besleniyorum”
50’nci yıl kutlamalarımda ne kadar çok şey yapabiliyorsam o kadar çok şey yapacağım. Türkiye’nin gidebileceğim kadar uzağına gideceğim konser vermek için. Beni yıllardır canlı olarak görmeyen şehirlerde hâlâ nasıl şarkı söylediğimi göstermek istiyorum. Sadece şarkı söylemek değil benim işim. İnsanlarla görüşerek, bakışarak ve hatta öpüşerek besleniyorum.
“Ya dans etmek ya kahrolmak istiyorlar”
“Şarkı söylediğim zaman iyileşiyorum ve iyileştirebileceğimi hissediyorum. Ama ortam bulamıyorum. Ben beş bin kişilik yerlerin şarkıcısı değilim. Benim son derece serin, “olabilir, atlatırız, bakarız, hâlâ hayattayız” gibi bir havam var ve bu çalışmıyor. Çünkü kimse böyle bir şeyi istemiyor. Herkes ya delicesine dans etmek ya delicesine kahrolmak istiyor. Ben buna yokum.”