25.03.2018 - 01:30 | Son Güncellenme:
Özge Tabak
Fikret Kuşkan “Direniş Karatay” filmindeki Ahi Evran karakteriyle beyazperdeye döndü. Kuşkan’la CVK Park Bosphorus İstanbul Otel’de buluştuk ve filmi, gerçekleştirmek istediği projeleriyle oyunculuk mesleği üzerine konuştuk...
- Bir dönem filmiyle, “Direniş Karatay”la beyazperdedesiniz.
Osmanlı Devleti’nin ilk temel taşı olan Selçuklu İmparatorluğu’nun felsefesini, işleyiş biçimini, insana bakışını 1243 döneminde yaşanan Kösedağ Savaşı’yla anlatmaya çalıştık. Yönetmenimiz ayrıca arkadaşım olan Selahattin Sancaklı’nın bu projeye inanmış ve çok iyi hazırlanmış olması, kamera arkası ve önünün güçlü oluşu beni bu projenin içine çekti. Oynamış olduğum karakter Ahi Evran’dan bahsetmiyorum bile. Öyle güçlü bir karakter ki oynamaktan gurur duydum. Yaşam biçimine, felsefesine, duruşuna, dönemi içerisinde yeşertip yaptıklarına, aynı zamanda sade bir vatandaş, büyük bir filozof olan derici Sufi Ahi Evran’a hayran kaldım. Böylesine büyük ama çok da bilinmeyen bir karakteri oynamak, fikirlerinin tartışılmasını sağlayıp özellikle genç kitlenin araştırma yapmasını sağlayacak bir çalışma yapmaktan onur duydum.
“Diziler benim için araç”
- Dönem işleri yükselişte, sayıları da artıyor. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok geç bile kalındı. Tarihimize ilişkin öyle çok konu ve mitoslarımız var ki. Anadolu medeniyetlerine girsek içinde kayboluruz. Hepsi hak ettikleri gibi anlatılmayı bekliyorlar. Umuyorum ki bunu başarabiliriz. Yüksek bütçeler ayırıp, dünya standartlarında çekilip satılabilir olması önemlidir. Dünya sinemasında vizyon görebilecek, hasılatı ve kalite seviyesi birbiriyle orantılı dönem, kurgu, masal, dram, komedi, korku gibi her alanda fevkalade hikayelerimiz olabilecekken “Amerikalılar bu işi bitirmiş abi, üstlerine yok” gibi söylemler bana acizlik gibi geliyor.
- Sizin tarihe merakınız var mı?
Kendisine oyuncuyum diyen birinin bırakın tarihi sevip sevmemesini, ilgilenmeme gibi bir lüksü olamaz. Oyunculuk mesleğini yapan her kişinin, tüm yaşam döngüsünden global olarak haberdar olması, yüzlerce alan ve konuda okuması, öğrenmesi, geçmişini, bugününü araştırıp bilmesi hatta geleceğe dair bir fikir sahibi olması gerekir. Hayatın her alanında yaşamın tam ortasında olabilmelidir.Yoksa cepten yer, kendini tekrar eder, sonra da biter...
- Dizi projeleriniz var mı yakında?
Hayallerimi gerçekleştirmek için tahminim televizyon 3-4 yıl daha olacaktır.
- Olsa da oynasam dediğiniz roller var mı?
Çok var. Özellikle de tiyatro eserlerinde Shakespeare, Tennesee Williams, Çehov, Gogol, Beckett, Pinter, İonesco tütüyor burnumda...
- Oyuncu olmasaydınız nasıl bir hayat mutlu ederdi sizi?
Derdim araştırmacı olmaktı aslında, ta ki 16’mda o ışıklı tiyatro dünyasıyla karşılaşıncaya kadar... Biyoloji ve genetik okumak istemiştim. Bilinmez bir derdin peşine düşmek mutlu ederdi beni.
- Her yaptığınız projede kendinizi değerlendirip puanladığınızı okumuştum...
Mesleğimle ilgili beni kendimden daha iyi döven biri daha olmadı.
- Yönetmenlik üzerine projeleriniz olduğunu da paylaşmıştınız.
Yapmak istediklerimi gerçekleştirebilmek için boş zamanımı satın alabilmeliyim. Dizi çekerken sinema, tiyatro ve yazılarıma odaklanamıyorum. Çalışma saatleri yüzünden zaman kalmıyor. TV dizileri benim için bir amaç değil, yalnızca bir araç. Ama her ne olursa olsun “Aman canım dizi işte, öyle de olur böyle de” dediğim bir şey olmadı asla. Aynada suratıma bakamam; bakış açıma, kendime, mesleğime ihanet etmiş olurum. Benim için kamera kameradır.
- Dünden bugüne kariyerinize baktığınızda ne hissediyorsunuz? Bundan sonrası için hedefleriniz neler?
Çıraklığım yeni bitti. Ustalarım el verdi. Kalfalık dönemindeyim. Kendi marangozhanemde karakterler oyuyorum. Ustalık dönemine az hata yaparak geçmeyi hedefliyorum.
“Oyuncuk oyuncaklar çoğunlukta”
- Kendinizi “Yürüyen fotoğraf makinesi” olarak tanımlamışsınız bir röportajda. Meslek olarak oyunculuğu değerlendirseniz neler söylersiniz?
Bu meslekte var olabilmek için çabalayıp acı çekerek, araştırarak, çok çalışarak gelmekte olan ve bunu hakkıyla yapacak olan genç meslektaşlarım var. Oldukça azınlıktalar ve çoğu piyasa denilen ticarethaneye dönüştürülmüş bu alanda iş bulamıyorlar. Türkiye’de geçmişten bugüne oyunculuk mesleğini, işçiliğini yapmış çok kıymetli meslektaşlarım, ustalarım, öğretmenlerim, öncem ve sonrasında gelenler olduğu gibi, bu işi bir paket oyunculuk programı gibi görüp kendine oyuncu diyenler de var. Üstelik ne yazık ki çoğunluktalar. Bu piyasa denilen yerde nedendir bilinmez el üstünde tutuluyorlar. “Öyle de oluyor böyle de. Çok da kafa patlatmaya gerek yok be abi, o eskidenmiş” diyen oyuncuk, oyuncaklardır bunlar. Karşıma gelince de ellerini kollarını nereye koyacaklarını bilemiyorlar. Bu işin A’sı ayaklarının üstünde sağlam ve dik durmayı becerebilmektir.
- Çok da popüler bir meslek şu an.
7-15 yaş aralığında gördüğüm her çocuğa soruyorum; çoğunluğu oyuncu, manken, şarkıcı, futbolcu, YouTuber (çağımızın şebekliği) olmak istiyor. Öylesine az duyuyorum ki mühendis, araştırmacı, öğretmen, doktor olmak isteyeni... Bilim ve ilime hiç ihtiyacımız yokmuş gibi davranılıyor. Üstelik bunu eğitim kurumları değil ebeveynler çocuklarının hayatları kurtulur ümidiyle, şöhrete ve paraya kavuşurlar diye bilinçli olarak yapıyorlar. Çocuklarının geleceğini düşünürken hem onların hem de ülkenin geleceğini kararttıklarının farkında bile değiller. Bu ülkeye sanatın sanatçının yanında her alanda yetişmiş beyinler lazım. Olduğumuz yerde saymayalım, bir ileri iki geri gitmeyelim diye...